Tarihi bir dönemeç: Ya diz çökeceğiz ya da dünyayı başlarına yıkacağız!

Ya şeriat gibi erkek egemenliğinin en barbar formlarına teslim olacağız ya da eşit yurttaşlığı ve laikliği ikinci yüzyılımızın temeli haline getireceğiz!

22 yılda AKP iktidarının kadın düşmanı karakterini mimleyen pek çok fragman birikti zihnimizde. Doğrusunu ifade etmek gerekirse yalnızca zihnimizde değil bunlar. Şiddetini kolektif bedenimizde hissettiğimiz hakaretler, hor görmeler, adlandırmalar, gözetlemeler, sınırlamalar, korkutmalardır bu fragmanlar.

22 yıldır sistematik bir tacizle yaşıyoruz. “Kadınsa o da iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek, bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak” denildi bize. Çatallı dillerinden “kız mıdır, kadın mıdır” diye tısladıklarını duyduk. En güzel günlerimiz, içimizde fokurdayan öfkeye kurban gitti.

22 yıldır göğsümüzün ortasında bir öfke ile yaşıyoruz.

Bizi açık açık dikizlediler. En devletli yerlerden “Kadıköy'den gelen kadınlara, kızlara bakıyorum” demekte sakınca bulmadılar mesela. Giydiğimize, giymediğimize, açık başımıza, yeterince kapalı olmayan başımıza, şortumuza, rujumuza, dekoltemize, taytımıza baktılar. Bir yaz akşamı yolda yürürken istemsiz, eteğimizi aşağı doğru çekiştirdiğimizi fark ettik. 

Bizi düpedüz hiçe saydılar. Sokak ortasında kadın boğazlanırken, “kadına şiddet abartılıyor, bunlar algıda seçicilik” dediklerinde olan buydu.  “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” dediklerinde, “kadının fıtratında erkeğe köle olmak var” dediklerinde, “Türk kadını evinin süsüdür” dediklerinde, varlığımız çoktan eşyalar alemine fırlatılmıştı.

“Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün? Anası ölsün” denildi mesela. Yıllar yılı kürtajın cinayet olduğunu, tecavüzcünün bile kürtaj yaptırandan daha masum olduğunu, tecavüze uğrayanın doğurması gerektiğini kürsülerden, köşe yazılarından, parti toplantılarından, cuma vaazlarından boca ettiler. Yaprak kımıldamayan dönemlerde bile öfkeyle meydanları doldurmamız nasıl mümkün olsun zaten.

Lafı dolandırmadan, bizi “eve hapsetmek” istediler. İş isteyen kadınlara, “evdeki işler yetmiyor mu?” denildi. Zaten “kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek(ti)”. Vıcık vıcık sırıtarak “kızlar okuyunca erkekler evlenecek kız bulamıyor” diyen de çıktı aralarından. Vatan bölünemez, namus elden gidemezdi; çalışan kadın aslında “fuhuşa hazırlanıyor”(du), anamız, bacımız kötü yola mı düşsündü!

Nitekim dizginsiz kapitalistleşmeye rağmen çalışan kadın oranını %30’un altında tutmaya özen göstererek, memleketin namusunu kurtardılar!

Eğitime türlü müdahalelerle kız çocuklarının okullaşma oranının düşürdüler. “Mahallenin namusu” diye yangın merdivenini kilitledikleri tarikat yurtlarında çocukları diri diri yaktılar. Çocukların tecavüzcüleri ile evlendirilmelerini “kutsal aile” diye savunabildiler. “Bir kereden bir şey olmaz” dedikleri şeyler, yüzbinlerce çocuğun hayatına mal oldu.

İmam nikahını resmileştirdiler, “girdiğimiz gibi çıkarız” diyerek bir gecede İstanbul Sözleşmesini feshettiler.

Kadının yurttaşlık hukukunun temeli olan Medeni Kanun’u hedef aldılar, kadını şiddetten koruyacak hükümleriyle 6284 sayılı kanunu kriminalize ettiler, nafaka hakkını tartışmaya açtılar.

Tüm bunların yetmeyeceği belliydi.

Cumhuriyet tarihinin en gerici ittifakı ile AKP rejimi karşı-devrimini taçlandırmaya niyetleniyor. Hizbullahçı Hüda Par ve Yeniden Refah Partisi (YRP) gibi şeriatçıların ittifaka katılması ile AKP rejimi, adıyla İslamcı faşist bir diktatörlük kurma hamlesinin, yenilgiyi bertaraf edebileceğini düşünüyor.

Hüda Par’ın Anayasa’da kaldırmak istediği maddelerden biri laiklik. İşkencecilerin, katillerin, iç savaş uzmanlarının, azılı kadın düşmanlarının, açıkça “şeriat kuracağız” diyenlerin örgütü Hüda Par’ın, “yerli ve milli” kabul edildiği bir ortamda yukarıdaki tablonun yeni bir eşiğe taşınabileceği açıktır.  

Aynı şekilde, seçim pazarlığı masasına, 6284’ün kaldırılmasını, nafaka hakkının lağvedilmesini, LGBTİ derneklerin kapatılmasını, eğitimin dinselleştirilmesini koyan YRP’nin, ittifaka katılması için cebine neyin sıkıştırıldığı sır değildir.

Zina tartışması yeniden açılmak istenmektedir. İstedikleri olursa kadın, “erkek şiddetinin” İslami ve yasal referanslarla daha fazla hedefi haline gelecektir. Bir erkekle toplu taşımada göz göze gelmek yahut evde perdeyi biraz aralamak bile “zina” olarak nitelenebilir.  Karma eğitim almaktan çeşitli kamusal alanları kullanabilmeye yaşamımızın her ayrıntısı şeriatın erkek egemen yasalarına konu olabilir. 

Tarihi bir dönemecin eşiğindeyiz! Kaybedeceklerini biliyoruz. Ama yetmez, savunma hattına çekilemeyiz. Mümkünün sınırlarına yüklenmek, en ileri hamleyi yapmak, türlü versiyonları ile memleketimize musallat olan siyasal İslam parantezini kapatmak zorundayız.

Faşist ve şeriatçı ittifaka yenilginin ötesini, büyük bir yenilgiyi yaşatmalıyız.

Ya diz çöküp köle gibi yaşamayı kabul edeceğiz ya da eşitlik, özgürlük, laiklik kavgamızı kazanacağız!

Ya şeriat gibi erkek egemenliğinin en barbar formlarına teslim olacağız ya da eşit yurttaşlığı ve laikliği ikinci yüzyılımızın temeli haline getireceğiz!

Ya “yerli ve milli” kabul edilen kanlı örgütlerin iktidar ortağı olmasına ses etmeyeceğiz ya da bu cüreti tümüyle iptal edebilecek bir sosyalist yükselişi mümkün kılacağız!