Rejimin hamlelerine mi? İşçi direnişlerine mi?: Projektörü nereye çevirmeli?

Saray blokunun hamlelerine odaklanıp, sergilediği tuhaflıklarla oyalanırken, ondan seçim sathı mailine (eğik düzlemine) ilişkin ipuçları çıkarmaya çalışırken, asıl gündemimiz olması gereken sosyal-sınıfsal sorunlar gündemiyle, emekçi sınıfların bölüşüme dair mücadelelerine dair kendi hamlelerimizi tartışmaktan kaçınıyor muyuz diye sormak gerekiyor.

Saray rejimi otokratının 20 Aralık’tan beri hamle üstüne hamle yaparak, gündem belirleme üstünlüğünü ele aldığını, bunun da seçmen desteğindeki uzun süreli erimeyi durdurmasına yaradığını söylemiştik. Birçok anket firmasının ölçümleri yüzde 1,5-2 arası bir orandaki eski AKP seçmeninin reislerinin arkasına döndüklerini ortaya koyuyordu. Rejimin hamleleri Sezen Aksu’ya dönük linç girişimi ve Sedef Kabaş tutuklamasıyla devam etti.

Halk TV, Tele 1, KRT gibi muhalif kanallar gözüne ışık tutulmuş tavşanlar gibi bunların dışında bir gündemi konuşamadı. Bunu iktidar blokunun İstanbul’da yoğun kar yağışı sonucu yaşanan sorunları İBB başkanı Ekrem İmamoğlu’nu köşeye sıkıştıracak biçimde kullanması izledi. Birkaç gündür de Adalet Bakanı’nın değişmesi, otokratın imzaladığı padişah fermanı tadındaki sansür genelgesi konuşuluyor. Pek çok siyasi yorumcu bu gelişmeleri seçim emareleri olarak yorumluyor.

Seçim emareleri olarak görülen bu hamleleri, neo-faşist rejimlerin hergün yeniden icra etmesi gereken “sıradan olağanüstülükler” diye görmek gerekiyor. İktisadi bir daralma konjonktürü içinden geçtiği için sosyal ittifaklarını refah bölüştürücü biçimde genişletme şansı bulunmayan, bu anlamda hegemonik kapasitesi sınırlı fakat hükmünü zor aygıtlarına yüklenerek, baskı, propaganda/yalan ve zulümle kullanarak icra eden bir iktidardan başka türlü yönetmesini bekleyemeyeceğimizi önceki birkaç yazımda da vurgulamıştım. Günümüz dünyasında pek çok aşırı sağcı otoriter rejimin yeniden üretiminin ancak, demagoji ve yalanla destekçilerinin önüne düzenli aralıklarla kendisinden olmayan ünlü-ünsüz günah keçileri atarak, olağanüstü haller, durumlar yaratarak toplumu şoke ederek dumura uğratacak, terörize ederek korkutacak hamlelerle mümkün olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Onu alt etmenin en garanti yolunu da Walter Benjamin 1930’larda göstermişti; onun karşısına ezilenlerin-emekçilerin olağanüstü halini yaratarak (üretimi durdurmak başta olmak üzere, kapitalist gündelikliğin akışlarını bloke/ilga ederek) çıkmak! Elbette, Sezen Aksu’nun kendisine yönelmiş neofaşist saldırganlığı, bir şiirle, “hadi oradan be” diyerek püskürtmesi de hiç fena değildi.

REJİMİN HAMLERİ YERİNE, EMEKÇİNİN SOKAĞINA VE DİRENİŞLERE BAKMALI

İktidar oylarını en yüksek gösteren Area araştırma anketinin gösterdiği üzere, iktidar 20 Aralık hokus-pokusu sonrası kazandığı ivmeyi Ocak sonu geldiğinde yitirmiş gözüküyor. Bizatihi saray sultanının hanebaşına saldığı ek vergiler anlamına gelen elektrik, doğalgaz, benzin zamları ve yüksek enflasyonun bu gerilemede belirleyici rolü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü kurdaki artışlarla göz göre göre gelen bir şok etkisi yaratacak düzeyde yüksek enflasyondan kaynaklı hızlı yoksullaşma ve geçim sıkıntısı mülksüz emekçiler başta olmak üzere, ancak çoğu zaman orta sınıf/direk diye çağrılan ama aslında en fazla asgari ücretin iki katı kadar gelirle yoksulluk sınırı altında yaşayan daha geniş emekçiler kümesini ezdikçe eziyor. Türkiye toplumunun en az yüzde 70’i sınıfsal gerçekliklerini kara kışın çarpanlı etkisiyle daha yoğun fark ediyor.  Burjuva, küçük burjuva kültürel-ideolojik örtüler, kimlik politikaları, etnik-mezhepsel kutuplaşmaların alıklaştırıcı etkileri, kış ayazında sınıf kimliğine/sınıfsal kutuplaşmaya yerini terk ediyor. Buradan kışı bahara çevirecek bir 1989 işçi baharının, bir yoldaşlaşma ikliminin çıkıp çıkmayacağını yaşayarak göreceğiz.

Dolayısıyla, Saray blokunun hamlelerine odaklanıp, sergilediği tuhaflıklarla oyalanırken, ondan seçim sathı mailine (eğik düzlemine) ilişkin ipuçları çıkarmaya çalışırken, asıl gündemimiz olması gereken sosyal-sınıfsal sorunlar gündemiyle, emekçi sınıfların bölüşüme dair mücadelelerine dair kendi hamlelerimizi tartışmaktan kaçınıyor muyuz diye sormak gerekiyor. Seçim emareleri diye kodlanan gelişmeleri görmezden gelemeyiz belki ama öncelikli gündemimiz içinden geçtiğimiz toplumsal kara kışın bir işçi/emekçi baharına sıçrayıp sıçramayacağı olmalıdır.

SINIF HAREKETİ YÜKSELİYOR

Sefaletin ortasında sertleşen kış koşullarının, emekçi sınıfların son iki ay içinde asgari ücret başta olmak üzere ücret, sendikalaşma, işten atmalar gündemli direnişlerinde bir artış yarattığını görüyoruz. Son haftalarda bu direnişlerdeki, kararlılık ve sonuç almaya dönük boy veren direngen öfke de önümüzdeki aylara ilişkin de çok şey anlatıyor.

Son haftalarda emekçilerin ses getiren ve bir kısmı olumlu sonuçlanan direnişlerini keyifle sıralayacak olursam ortaya uzun bir liste çıkıyor: DİSK’in asgari ücret kampanyası, toplu sözleşme sürecini eylemsellikle yürüten metal sektörü işçileri, Türk Metal’in toplu sözleşmesini reddedip iş bırakan Mersinli Çimsataş işçileri, Divriği maden işçileri, Tarsus Hali’nde iş bırakan kadın işçiler, direniş ve kazanımlarıyla örgütlenmesi zor gözüken taşımaclık, kargo sektörü çalışanlarını ayağa kaldıran Trendyol işçileri, Scotty Kargo, Aras Kargo, HepsiJet, Yemeksepeti, Yurtiçi Kargo, Oppo, BBC, Ferplas, Kayı İnşaat, Uğur Tekstil, Özak Tekstil, Alpin Çorap, Erdal Çorap, Şimşek Çorap işçilerinin, sağlık emekçilerinin, A101, Şok, Lila Kağıt, Digitürk çalışanlarının, grev, işbırakma vb. eylemleri. Farklı alanlardaki işçi-emekçiler ücret artışları başta olmak üzere hakları için direndi. Bunların önemli bir kısmı kazanımla sonuçlandığı için emekçilere ilham oldu ve yeni direnişlere kapı açtı.

2022 BAHARI SINIF MÜCADELESİNDE KİLOMETRE TAŞI OLABİLİR

Emareler son haftalarda yükselişe geçen işçi direnişlerinin artarak devam edeceğine işaret ediyor. Bu iddiamızın bir gerekçesi, pek çok patronun kendince yüksek bulduğu 4250 TL’lik yeni asgari ücreti ödememek için çalışanlarını, resmiyette ödemiş gözüktüğü bu ücretin üçte birini elden kendisine geri ödemeye zorlayarak çalıştırmasıdır. Bu önceki dönemde de özellikle hizmet sektöründeki küçük işletmelerde uygulanan hülleli asgari ücret uygulamasının, şimdi farklı sektörlere ve işletme ölçeklerine doğru daha da yaygınlaşmasıdır. Bu tabloya, yüksek fiyatlar ve sosyo-ekonomik kriz nedeniyle piyasa daraldıkça kapanacak işletmeler, işten atmalar, fazla mesaiye zorlamaların da artacağı bir sürece girdiğimizi de eklersek, mevcut işçi direnişlerinin yaygın ve geniş kapsamlı bir dalgaya dönüşme olasılığı yükselmektedir. Böyle bir dalga ortaya çıktıktan sonra, sarayı oluşturan oligarşik blokun OHAL de ilan etse, darbe veya katliam da yapsa iktidarda kalma şansı olmayacaktır. Sosyalist siyasetin böyle bir direniş dalgasını işyerlerinde, fabrikalarda karşılayacak bir gücü olmasa dahi pek çok büyük kentin mahallesinde, semti veyahut en azından ilçesinde emekçinin yanında, omuz başında olduğunu, onların mücadele iradesini güçlendireceğini cesurca ve tekrar tekrar ortaya koyması mümkündür. Ve Türkiye emekçi halkları ve kent yoksulları, en sağcısından sosyal demokratına böylesi durumda devrimcilerin, sosyalistlerin sonuna kadar yanlarında olduğunu bilecek tarihsel hafızaya sahiptir.  

ÜÇÜNCÜ KUTUP BAŞLAMA VURUŞUNU HIZLI YAPTI

Son aylarda yüzde 80leri aşan enflasyonla, zamlarla derinleşen yoksullaşma, geçinememe hatta pek çok evde sefalet gündeminin damgasını vurduğu sarayın bu kapkara kışı, seçimlerde birlikte “halk ittifakı” anlamına gelen bir üçüncü blok örmek güçlere bir süredir: “hic rhodus, hic salta” diyordu ki, onlar da sol duyusuyla deveyi hendekten atlatmak için konuya hızlı bir giriş yaptılar. 24 Ocak kararlarının yıl dönümünde HDP, TİP ve onlarla üçüncü kutup inşasına giren parti ve kurumların binaları çevresine asılan, bu hafta başında da İstanbul’un dört bir yanını donatan “Yoksuldan Alıp, Zengine Veriyorlar #Değiştireceğiz!” pankartları sol-sosyalist siyasetin manivelasının nerede olduğunu tüm parıltısıyla önümüze seriyor. 

Bu hattan yürümek adı konmamış yeni ittifakın iki ana grubu olan sosyalistlerle HDP’ye aynı anda kazandıracaktır. Hem kendi adlarıyla katılıp, hem de baraj sorunu olmayacak sosyalistler en azından kendisine sosyalist-komünist diyen yüzde 4-5’lik kesimin daha büyük bir kısmına hitap edip, mücadelesiyle kamuoyuna mal olmuş isimlerle siyasi bir güç olduğunu gösterecektir. HDP ise emek eksenli sol bir seçim programıyla, en azından 2018 seçimlerinde kendisine oy verip de bugün seçim olsa mührü CHP’ye basacağını söyleyen yüzde 18, kararsızım diyen yüzde 5,5’lik seçmeninin önemli bir kısmını yeniden yanına çekme şansına sahip olacaktır. Tabanındaki işçi-işsiz emekçilerin ağırlığını, iktidarın yeni seçmen grubundaki Kürt gençliğine vaat ettiği hiçbir şey olmadığını da hesaba katarsak, şu anda anketlerde yüzde 10-13 arasında görülen, HDP’nin bu hattan giderek yüzde 15-16’ları rahatlıkla yakalayacağı anlaşılmaktadır. Bekir Ağırdır’ın da işaret ettiği üzere, HDP’nin anketlerde çıkanla sandığa yansıyan arasında artı 2 daha oyu olduğunu, bir yıldır yapılan anketlerde artan oranda çıkan bir eğilimi, AKP-MHP seçmeninin seçimlere katılımının düşeceğini de buna eklersek, HDP’nin 7 Haziran’daki gibi örgütsüz solcular ve Kürtleri de mobilize edecek bir kampanyayla yüzde 20’yi zorlama potansiyeli olduğu söylenebilir. Kötü niyetliler ve pesimistler burada bir Bahçeli hesabı olduğunu düşünse de bu paragrafı bir kez daha okurlarsa hesabımın onların da aklına yatacağına inanıyorum.

BUNDAN SONRASINI NASIL TASARLAMALI?

Herkes evlerinde benzer sıkıntıları yaşarken, şu anda sokağa az kişinin çıkıyor olması aldatıcı bir görüntüdür. Halkın böyle bir görüntü veriyor olmasının önemli bir nedeninin Saray blokunun beş-altı yıldır yüksek gerilimle sürdürdüğü bir olağanüstü hal rejiminin varlığı olduğunu akılda tutmak gerekir. Buradaki kritik nokta, otoriter rejimin zor aygıtlarının baskı ve engellerini aşacak bir yerel taban faaliyetinin örülmesidir. Bu sayede, üçüncü kutbu oluşturan aktörlerin yoksullaşmanın iktidarın sınıfsal tercihlerinden kaynaklandığını, toplumun büyük çoğunluğunu nasıl çıkılacağı belirsiz bir ekonomik krizin pençesine attığını ve birbirini tetikleyen yaygın geçinemiyoruz protestolarıyla, yükselişteki işçi-emekçi direnişlerinin boşa gitmediğini, siyasi dengeleri de Saray rejimi aleyhine gün be gün değiştirdiğini gösterebilme şansı da artacaktır.

Üçüncü kutup güçlerinin yürüyeceği yolu yoksullaştırılmış emekçi halkın bugünkü yakıcı sorunlarından başlatması bu anlamda gayet yerinde bir tutum. Bu yolu yürürken iktidarın zor aygıtları ve polisiye tedbirlerle engellemesinin çok da mümkün olmayacağı bir yerel çalışma yordamını tarif ederek yazıyı bitirmek istiyorum. İstanbul’dan Amed’e, İzmir’den Van’a pek çok büyük şehirde; kadınların beş çaylarında, küçük ekipler oluşturarak yardıma ihtiyacı olan komşu haneleri ziyaretinde, çay parası olmadığı için mahalle parkında oturan emeklilere çay dağıtarak, otobüs durağında, metro girişinde, vapurda darbuka-tef çalıp bildiri ve çay-çorba dağıtarak, kıraathanelerde halk toplantıları düzenleyerek, kafelerde dayanışma şenlikleri yaparak yıllardır Saray diktası-korona-kriz-yoksullaşma kıskacındaki insanlara yanlız, çaresiz olmadıklarını gösterecek, içlerini ısıtacak yan yana gelişlerle örülecek bir halk seferberliğiyle seçim-mücadele-dayanışma süreçlerini birbirinin içinden geçirerek karşılamak mümkün ve gereklidir. Seçim zaferini garantileyecek böyle bir seferberlik halinden, sosyalist mücadeleye taze kan olacak, onları belki 1960’ı yeniden derleyip, toparlayacak doğal halk önderlerinin çıkacağını da öngörebiliriz.

Bitirirken, seçimlere kadarki süreçte semt-mahalle çalışmalarında başarı veya etkililiğin ölçüsünün, faaliyetin sosyal medyadaki yankısının düzeyi olmadığını, sokak-mahalle ve eylemci kümesinde yarattığı karşılığın, ne kadar yeni insanı kendisine kattığı veyahut harekete geçirdiğinin esas alınması gerektiğinin altını çizmek gerekiyor. Aynı şekilde eksiklik, aksaklık veya tıkanıklık noktalarını da a priori kriter ve hedeflerden kalkarak değil, somut faaliyetin yeri, zamanı ve gelişme seyri içinden değerlendirip, tartışmak gerektiğini de eklemek lazım.