Çifte kamusal alanda Almanya’nın Türkiyelileri

30 Ekim 1961 günü Türkiye-Almanya arasındaki işgücü anlaşmasının 60’ıncı yılını eda ediyoruz. Sirkeci Garı’ndan Münih Garı 11. Perona gelen ilk trenle başlayan bu 60 yılın sonunda bugün, Almanya’da üç milyona yakın Türkiye kökenli nüfus yaşıyor. Bu nüfus Almanya İstatistik kurumunun bu yıl yayınladığı pek çok sosyo-ekonomik göstergeye göre, son süreçte gelen mülteciler bir yana bırakıldığında, işsizlik, yoksulluk riski, saatlik ücret, ayrımcılığa uğrama gibi açılardan halen Almanya’daki en dezavantajlı ve sıkıntılı diyaspora kesimini oluşturuyor. Türkiye kökenli kadınların bu göstergeler açısından durumu ise çok daha kötü. Buna rağmen, söz konusu nüfusun çoğunluğunun Türkiye’ye dönmek gibi bir gündemi bulunmuyor. Nüfusun daha genç kuşaklarına doğru gidildikçe, artık buralı olduğunu düşünen, “geleceğimizi burada görüyoruz“ diyenlerin oranı artıyor. Cenazesini Türkiye’ye gönderenlerin sayısı da son 30 yılda istikrarlı biçimde azalıyor.

İKİ KAMUSALLIKTA ‘ÇELİŞKİLİ’ TUTUMLAR

Türkiye kökenli Almanyalılar en az iki sosyal ve kamusal alanın parçası durumundalar. Hem Almanya, hem Türkiye, bazıları hem de Kürdistan üzerine kafa yoruyor. Bazen bir ülkede sola diğerinde sağa destek vermek biçiminde politik tutumlar geliştiriyorlar. Bir klişeye dönüşmüş Almanya’da sosyal demokratlara, Türkiye’de sağa tutumuna son yıllarda, Türkiye’de sola Almanya’da sağa tutumu da eklenmiş durumda. Yani, Türkiye siyasetinde CHP ya da HDP’yi destekleyenlEr arasında, CDU ve FDP’ye oy veren, onlar içinde siyaset yapanlar olduğu da görülüyor. Sınıfsal mobilizasyonla, toplumun işçilikten burjuvalığa doğru sınıfsal yelpazesinin çeşitlenmesiyle, bu partilerin göçmenlere dönük tutumlarıyla ilgili pek çok faktörün çıktısı olarak yaşanan bu durum, burjuva kamusallığın daha fazla parçası olan genç kuşaklara doğru daha da fazlalaşıyor.

İki ülkenin tek kamusallıklar içinde devinen vatandaşlarının modern dualist mentalitesi içinde anlaşılması zor olan bu politik duruşlar, çokça iki yüzlülükle ve kişilik bölünmesiyle açıklanabiliyor. Bu tartışmaların çifte politik-sosyal varoluşa sahip bu insanlar için yarattığı sonuç; “ben kimim, bana sürekli niye bir takım kimlik yakıştırması yapılıyor, ben bunların neresindeyim“ soruları üzerine kafa yormak durumunda kalıyor. Sonra da “ben buraya aitim ve tüm çelişkilerimle birlikte kendimce bir hayat sürüyorum“, dışarıdan bakanlar (Almanlar veya Türkler) da buna saygı duymalı“ diyorlar. Kuşkusuz modern ulus-devlet yapısı ve ondan türeyen burjuva ideolojiler (milliyetçilik, ırkçılık, şovenizm ve diğer kimlik temelli ayrımcılıklar) varlığını sürdürdükçe, sınır-ötesi bir sosyal hayatın içinde ve çoklu kamusallıklar içinde çelişkili tutum ve duruşlar sergileyen Türkiyeli diaspora üyeleri de kendilerine “ben kimim“ üst sorusuyla ilintili sorular sormaya, muhasebeler yapmaya devam edecek.

YAŞADIĞI SORUNLARI ETNİKLEŞTİREREK ELE ALMAK

1990’larda Doğu Avrupa’dan, 2010’larda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan yönelen göç dalgaları milliyetçi-muhafazakar tarihsel bagajı güçlü bir toplum olan Almanya’da göçmenler-yerliler ikilemini sosyal ve politik gündemin ön sıralarına taşıdı. Özellikle sosyal devleti kuşa çevirip, gelir dağılımı adaletsizliklerini arttıran, sosyalist tehdidi ötelemiş neoliberal küreselleşme zamanlarında görece yoksul emekçi kesimlerden başlayarak, toplumun pek çok kesiminin yaşadığı sınıfsal sorunları etnikleştirerek ele alan bir mentalitenin etkisi altına girdiği görüldü. Bu kesimlerden başlayarak, çoğu göçmen kökenli, hangi görüşten olursa olsun dayanışmacı sosyal ilişkilerini de etnik-kültürel temelde kurmaya yöneldiler. Pek çok diaspora içinde etnik-mezhepsel temelli bölünmeler ve kutuplaşmaları da kabartan ve sağa kayış eğilimi yaratan bu yönelim, Türkiye kökenliler arasında yaşadığı problemlerin üretim araçlarından kopartılmış, yaşamak için emeğini satmak zorunda olan bir proleter olmasından değil de bir Türk, ‘kara kafalı’ ya da Müslüman olmasından kaynaklandığı düşünce/hissiyatını da güçlendiriyor.

Ayrımcılığa-horlanmaya maruz kalmasının kaynağındaki Türklük ve Müslümanlık gibi kimlik unsurlarını gurur duyacağı bir ideolojik-politik söyleme dönüştüren malum şahsiyete gösterilen ilgi ve militanca desteğin, Almanya’da yaşadığı sosyo-ekonomik sorunlar, uğradığı ayrımcılıklar ve katliamlara varan ırkçı saldırıların şekillendirdiği söz konusu hissiyatla ilişkili olduğu pek çok eleştirel araştırmacı tarafından paylaşılan bir tespit. Bunun yanında, bu topluluğun Türkiye’yle kurduğu ilişkide son 20-25 yılda yaşanan değişikliklerin de Reisçiliğe özellikle son beş yılda verilen kuvvetli destekte önemli rol oynadığını düşünüyorum. Kendisini hor gören Alman’a meydan okuyan, ona Müslümanlık-Türklük adına ağzının payını veren, aynı zamanda hemen her yıl en az bir defa ziyaret ettiği babavatanını yollar, köprüler, havaalanları ve modern binalarla Avrupa’yla yarışır hale getirmiş bir Reis’e sahip olmayı kimlerin, neden önemsedikleri konusunu işlemeye gelecek hafta devam edeceğim.

ALİ ÇARMAN’IN ‘BİR BAVUL DOLU UMUT’U

1987’den beri Almanya’da yaşayan değerli proleter devrimcisi, Ali Çarman’ın bir solukta okuduğum foto-biyografi kitabı “Bir Bavul Dolu Umut“uyla bitirmek isterim. Emek sömürüsü üzerine kurulu bir döngü ve doymak bilmeyen kar dürtüsüyle karakterize olan bir sınıftan (kapitalistlerden) insani bir davranış beklentisi içinde olmanın kişiyi yanılgılar bataklığına çektiğini söyleyen Çarman’ın kitabında, bu noktada en kırılgan kesimlerin başında göçmen emekçiler geldiği, hayaller, dramlar, hayal kırıklıkları, umutlar, emek, direniş ve dayanışma öyküleriyle anlatılıyor. Türkiyeli göçmen örgütleri içinde en uzun soluklu olanlarından, halen de kadın ve gençlik örgütlenmeleriyle en dinamiği sayılabilecek olan DİDİF‘in bir süre başkanlığını da yapmış olan Çarman’ın kitabını edinme şansınız varsa kaçırmayın derim. Aynı zamanda Evrensel Kültür tedrisatından geçip, oraya pekçok katkı yapmış yazar, Almanya’ya göçün 60 yılını yetkin bir sosyalist bakış ve estetikle fotoğraflar eşliğinde önümüze seriyor. Aktarılan bilgiler ve başka yerde bulunamayacak arşivlik fotoğraflarla bir referans kitabı niteliğinde olan “Bir Bavul Dolusu Umut“u söz konusu toplulukla ilgilenen herkese sitayişle tavsiye ederim. Son sözü Ali Çarman‘a bırakayım: “Her şey; Sirkeci Garı’ndan kalkan kara trenin kalkış sesi yankılandığında başladı. Bir kelime, bir hayal, bir umut üzerine anlatılmaya çalışıldı bütün bunlar.”