Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nden Sosyal Antropoloji bölümü mezunu olan Can Soyer, ODTÜ Medya ve Kültürel Çalışmalar bölümünde yüksek lisans eğitimi aldı. Sosyalist Politika, Gelenek, soL, Komünist, İleri Haber, Yön gibi yayınlarda yayınlanmış çok sayıda makalenin yazarı olan Soyer, çeşitli kitap çalışmalarında da editör ve yazar olarak yer aldı. Soyer’in ¨Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem¨ isimli bir kitabı bulunmakta. Örgütlü sosyalist mücadeleye lise yıllarında katılan Soyer, kuruluş çalışmalarından bu yana TİP üyesidir.
Şimdi milyonlarca insan, sadece deprem mağdurları olarak da değil mevcut iktidarın ülke sathında şiddetine maruz kalmışlar olarak bütün bir halk, haysiyetimize yönelen zehirli dile iğrenmeyle bakıyoruz. Sınıf mücadelesinin bir haysiyet mücadelesine dönüşebileceği, sınıf bilincinin bir haysiyet bilinci biçimini alabileceği özel bir uğrağa giriyoruz.
Devlet yok. Kurumlar yok. Sorumlular yok. Vicdan yok. Utanma yok. Var olan tek şey, felaketlerin acısıyla kavrulan halkın birbirine uzanan elleri. Kardeşliğin kalan son sığınağı. Dayanışmanın haysiyeti.
Bu insancıl tabloyu yaratan fırça darbelerinin gizlediği bir gerçek ise karlı tepelere kurulu Davos’un sıcak otel koridorlarında geziyordu: Sözü edilen tüm bu sorunların kaynağında bizzat kendilerinin olması gerçeği.
Talebin kazanılması: Günümüzde hayli zorlu bir kuşatma içinde olan sosyalizm, çok yakında karşılaşması muhtemel olan bir kitleselleşme uğrağına yaklaşırken, “ileri sürerek” ve “kendisiyle özdeşleştirerek” acil ve yakıcı sorunlara dair talepleri kazanmalı.
Kapitalizmin neoliberal evresinde insan, sadece büyük şirketlerin, karşı konulmaz borsa ve döviz piyasalarının, devasa orduların ve polis kuvvetlerinin, kafkaesk bir bürokrasinin, otoriter liderlerin karşısında değil; bizzat kendi türü, kendi benzerleri, kendi kardeşleri arasında da yapayalnız kılınıyor.
Daha açık bir deyişle, AKP iktidarının siyaset alanını toptancı ve bütünsel bir biçimde işgal ettiği bir ortamda, hiçbir tekil talebin veya mücadelenin sürdürülebilirliği kalmamıştır. Her tekil talep ve mücadele, çok değil birkaç adım içinde, ister iktidarın gadrine uğrayarak olsun isterse yalnızlaşıp marjinalleşerek olsun, ülke genelindeki siyasal ve toplumsal mücadeleye eklemlenmek zorunluluğuyla karşı karşıya gelmektedir.
Neoliberal kapitalizmde işe yaramayanın ya da faydasız olanın yaşamasının gereksizliği kuralı bozulmuyor; sermayeye aktarılması gereken kaynaklar emeklilik, sosyal hizmet, toplu konut, ücretsiz sağlık gibi uygulamalarla boş yere harcanmıyor; Farsoud’un atık emek statüsünde bir değişiklik olmuyor.
Artık olağan siyasal çalışmanın somut ve kalıcı mevzilere dönüştürülmesi sadece arzu edilir bir şey olmaktan çıkmış, şimdi ve yakın gelecekte sosyalist hareketin bir aktör olup olmayacağının ölçütü haline gelmiştir. Diğer bir deyişle, eşiğinde olduğumuz sıçrama Türkiye’de sosyalizmin kitlesel bir temsil ve mücadele gücüne kavuşması ile ilgilidir.