Talebi kazanmak

Talebin kazanılması: Günümüzde hayli zorlu bir kuşatma içinde olan sosyalizm, çok yakında karşılaşması muhtemel olan bir kitleselleşme uğrağına yaklaşırken, “ileri sürerek” ve “kendisiyle özdeşleştirerek” acil ve yakıcı sorunlara dair talepleri kazanmalı.

Tricontinental Enstitüsü’nün yeni yıl mesajında, Vijay Prashad, iki üst düzey BM yöneticisinin kaleme aldığı bir makaleden söz ediyor. Bu makalede yazarlar, özetle, hükümetlere bütçelerini silahlanma için değil toplumsal gelişme için kullanmaları çağrısı yapıyor ve daha da ikna edici olabilmek için olsa gerek, “bu ütopik bir düş değil, karşılanabilir bir gerekliliktir” sözlerini sarf ediyor. Prashad bu sözleri işaret ederek ekliyor: “Bu sözler, sosyalizm projesini neredeyse mükemmelen tanımlıyor.”

Ütopik bir düş olmak şöyle dursun, basbayağı karşılanabilir, yapılabilir, uygulanabilir bir gereklilik olarak sosyalizm: Günümüzde emekçilerin sorunlarını gündemine alan siyasal mücadelelerin sık sık kitleselleşme emareleri gösterdiğini (ve yine aynı sıklıkla bu uğrakları kaçırarak marjinalleştiğini) düşünürsek, sosyalizmin bir dünya görüşü ya da gelecek toplumun biçimi olmanın ötesinde fiili bir siyasal güç haline gelmesinin, getirilmesinin göz ardı edilemeyecek bir görev olduğunu söyleyebiliriz.

Sosyalist deneylerin geride kaldığı, liberal teolojinin zaferini ilan ettiği, sermaye egemenliğinin tüm sınırlarından kurtulduğu bir dünya konjonktüründe sosyalizm düşüncesinin yeniden bir fiili mücadele kulvarı haline gelmesi kolay değil, elbette. Herkesin insanca ve sağlıklı konutlarda yaşaması hakkından (insanlığın eriştiği gelişme düzeyinde kolaylıkla karşılanabilecek ‘basit’ bir haktan) söz edildiğinde bile koparılan fırtına, çağın ruhunun eşitlikçi nosyonlara ne ölçüde yabancı kaldığının bir göstergesi.

Öte yandan aynı çağ, insanlığın gayet basit, kolay, ucuz yollarla karşılanabilecek haklarının adeta ambargo altına alınmış olmasının yarattığı onulmaz sorunlarla dolu. Bugünün dünyasında yoksulluk sonucunda sokaklara düşmemek için ötanazi isteyen insanların hikayelerini okuyoruz; hasta çocuğunun tedavisi için kendi acısını satışa sunmaya zorlanan ebeveynler görüyoruz; birkaç tane küçük uçak kaldırılmadığı için ülke büyüklüğünde ormanlık alanların alevlere kurban edilişine tanık oluyoruz.

Örnekler çoğaltılabilir, ama kesin olan şey şu: Tüm bunlar ve benzerleri, basbayağı böyle istendiği, böyle olması tercih edildiği, böyle olduğu sürece kar elde edildiği için yaşanıyor.

Kimse, devletlerin devasa mali gücünün tüm yurttaşlara konut sağlamaya, amansız bir hastalığın pençesindeki çocukların tedavisini karşılamaya ya da afet durumunda kullanılacak birkaç uçağı hazır bulundurmaya yetmeyeceğini söylemiyor. İleri sürülen gerekçe yokluk, kıtlık, kaynaksızlık değil yani. Bunun yerine sistemin işleyişinden, piyasanın dengesinden, yatırımcının güveninden falan söz ediliyor. Bize, insanların evsiz kalıp sokaklara düşmesinin, çocukların tedavisiz kalıp ölmesinin, doğanın korunmasız bırakılıp tüketilmesinin sistem, piyasalar, yatırımcılar için gerekli olduğu söyleniyor. Bu kadar açıkça ve arsızca.

Bu tablonun gösterdiği en önemli şeylerden biri, sosyalizmin fiili bir güce dönüşmesinin ancak bu ve benzeri sorunları birer talep olarak ileri sürebilmesine ve kendisiyle özdeşleştirebilmesine bağlı olduğunun görülmesidir.

Bu cümlede yer alan iki vurgu da önemli: Hem “ileri sürebilmek” hem de “kendiyle özdeşleştirebilmek.”

***

Esasında bu kadarı gayet açıklayıcı. Yine de siyasetle pratik olarak uğraşanların bu görevi ne ölçüde başarıyla yerine getirdiğini düşünmekte fayda var.

Çünkü, bu tür taleplerin sosyalizm tarafından ileri sürülmesi ve onunla özdeşleştirilmesi, sadece liberal ruhban sınıfı tarafından kınanmıyor, zaman zaman bizzat sosyalistler tarafından da küçümseniyor. Hani neredeyse, sosyalizmin geniş ufku yanında bu tür tikel talepler yakışıksız kaçarmış gibi burun kıvrılıyor diyebileceğimiz bir sinizm galebe çalıyor.

Söylenen basitçe şu: Kapitalizm koşulları altında tikel ve kısmi talepler, geçici pansumanlar olmanın ötesine geçemez. Dolayısıyla, sosyalistler enerjilerini ve zamanlarını bu tür tikel taleplerin kazanılmasına değil kapitalist sistemin bir bütün olarak yıkılmasına harcamalıdır.

İşin garibi, bu söylenen bütünüyle doğrudur da.

Yanlış olan, kapitalizmi bir bütün olarak yıkmak için gereken kitlesel gücün tam da bu tür tikel talepleri ileri sürüp kendisiyle özdeşleştirebilen bir sosyalist irade tarafından yaratılabileceğinin görülmemesi.

Nitekim, yukarıda “cümlenin iki vurgusu” dediğim şey de bununla ilgili: “İleri sürmek” bir talebi kitlelerle buluşturmak anlamına geliyorken, onu “kendisiyle özdeşleştirmek” söz konusu talebin mevcut sistemin yıkılışına varacak ölçüde radikalleştirilmesi anlamına gelir. Daha açık bir deyişle, görev, sadece kitleler nezdinde karşılık bulacak talepler üretmek değil, aynı zamanda o taleplerin gerçek anlamda karşılanmasının mevcut egemenlik biçiminin yok edilmesine bağlı olduğunu da gösterebilmektir.

Elbette, hem toplumların gelişimi hem de siyasal mücadelenin koşulları her şeyin kağıt üzerinde olduğu gibi pürüzsüz ve akılcı biçimde gerçekleşmeyeceğinin örnekleriyle dolu. Haliyle, sosyalistlerin çağımızın sorunlarından hareketle üretecekleri taleplerin “ileri sürülmesi” ve “kendiyle özdeşleştirilmesi” de sırf biz öyle istiyoruz diye olacak değil. Burada, siyasal deneyimden sınıfsal kapasiteye, kültürel yatkınlıklardan konjonktürel yönelimlere kadar uzanan çok geniş bir olasılıklar alanı söz konusu.

Kısacası, bir talep etrafında yürütülen mücadelenin kazanımla sonuçlanmaması onun rafa kaldırılmasını gerektirmez; henüz başaramamış olmak, başarısız olmak anlamına gelmez.

Yakın zamanlı bir sohbetimizde sevgili Haluk Yurtsever’in aktardığı, başarısız bir mücadele örneği üzerine Troçki’nin söyledikleri hayli öğretici: “8 saatlik işgününü kazanamadık, ama 8 saatlik işgünü talebini kazandık.”

Talebin kazanılması: Günümüzde hayli zorlu bir kuşatma içinde olan sosyalizm, çok yakında karşılaşması muhtemel olan bir kitleselleşme uğrağına yaklaşırken, “ileri sürerek” ve “kendisiyle özdeşleştirerek” acil ve yakıcı sorunlara dair talepleri kazanmalı.

Geçimden rejime, siyasaldan kültürele, küreselden yerele, ekolojiden toplumsal cinsiyete, mülksüzleşmeden yurtsuzlaşmaya; cerahatlı yaralarıyla insanlığı inim inim inleten bir dünyanın sorunları orta yerde bekliyor.

Bugün bu sorunlara dair talepleri kazanmak, yarın o taleplerin içerdiği dünyayı kazanmanın yolunu açacak.