Üç soru ve Suriye savaşı notları...

1- AKP neyi amaçlıyor?

Bu başlıkta gerçek ve güncel bir politik çözümleme yapabilmek için, Suriye'nin kuzeyi ve doğusuna yönelik 9 Ekim'de başlatılan askeri operasyonun, yaklaşık iki ay önce atılan kayyum adımıyla birlikte değerlendirilmesi ve siyasal sürekliliğin belirgin kılınması önemlidir.

Özetle söylersek, hem 53 günü geride bırakan kayyum darbesinin hem de Suriye'ye yapılan askeri operasyonun AKP tarafından murad edilen sonucunu, en sade biçimde iki maddeyle açıklayabiliriz. Bunlardan ilki, yakın dönemde birlikte hareket etme niteliği kazanmış ve son seçimlerde görüldüğü gibi etkili de olan muhalefeti parçalama ihtiyacıdır. Ve ikincisi, Türkiye'deki mevcut rejimin bölgesel hegemonya arayışını sürdürebilmesi için, Suriyeli Kürtlerin yerel ve uluslararası etkisini azaltma ve Kürt siyasal hareketini baskı altına alarak hareketsiz kılma zorunluluğudur. AKP-Saray Rejimi, kendi çöküşünü engellemek ve iktidarını koruyabilmek gayesiyle bu hamleleri peş peşe hayata geçirmiştir.

AKP, bilhassa iç politikayı etkilemeye güdümlü “kayyum” ve “savaş” hamleleriyle;

- MHP ile ittifakını devam ettirmeyi,

- Kendi bünyesinde ortaya çıkan ayrılıkçı eğilimleri ve Davutoğlu-Babacan girişimlerini zayıflatmayı,

- HDP'yi yalnızlaştırarak, İyi Parti'den CHP'ye uzanan geniş bir eksene yerleşmiş sağ Kemalizmin milliyetçi duygularını kabartmayı ve böylece bu kesimi kendisine yedeklemeyi hedeflemektedir. “Millet ittifakının zayıflaması, parçalanması çok önemli” sözleri Tayyip Erdoğan'ın “samimi itirafı” sayılabilir ve henüz iki gün önce söylenmiştir. Geçtiğimiz 17 yılda, kendisinin merkezde durduğu ittifaklar oluşturarak iktidarda kalan AKP, şimdiki aşamada mevcut ittifakını koruyup, aynı zamanda karşıdaki ittifakı dağıtmak dışında başka bir çıkışı olmadığının farkındadır.

AKP'nin Suriye'nin kuzeyinde 30 kilometre derinliğnde bir “güvenli bölge” oluşturarak, Kürtlere dönük bir etnik temizlik de yapıp Suriyeli sığınmacıları bölgeye yerleştirmek ve bu vesileyle inşaat sektörünü canlandırmak cehtinde olduğu da biliniyor. Ancak Türkiye'deki rejimin güncel stratejisinin unsurları olan bu çabalar, yukarıda anlatılan yönetme hırslarından daha öncelikli değildir.

Şunu da ekleyelim, AKP açısından muhalefetin benzer (birlikte) davranış sergileme eğilimini paralize etme hedefinde kısa dönemli bir başarı söz konusu olabilir. Ancak Türkiye'nin ekonomik krizi, zam ve işsizlik gibi faktörlerin etkisinin artması uzun vadeli (kalıcı) bir başarıyı engelleyecektir. Sistematik biçimde yoksullaştırılan insanları, ideolojiyle, hamasetle veya Kürt düşmanlığıyla doyurma sahtekarlığının ve bir aparat olarak “savaş”ı sürekli devreye sokmanın da bir sınırı olacaktır.

2- Rojava ve Şam ilişkisi kurulabilir mi?

AKP'nin “Barış Pınarı” adını verdiği saldırı, Kürtlerin Suriye'de 2012 yılında elde etmeye başladığı bölgesel ve uluslararası kazanımlarına ve yerel iktidar gücüne dönük ikinci etkili müdahaledir. İlki 2014 yılında IŞİD'in Kobane'ye dönük saldırısıdır ve özellikle halkın etkili direnişi ile ABD başta olmak üzere uluslararası koalisyonun desteği sayesinde püskürtülmüştür. Suriye Kürtleri bu defa daha güçlü bir taarruza maruz kaldığı ve kazanımlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu halde, Kobane örneğinin aksine uluslararası destekten yoksundur.

Avrupa'dan gelen tepkiler veya ABD'de ortaya çıkan itirazlar, Rusya'nın kayıtsız duruşu, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır gibi Türkiye'yle arası bozuk olan ülkelerin kınamaları dahil... Şu ana kadar yapılan hiçbir açıklama AKP'nin saldırısını durduracak tıynette ve duyarlılıkta değildir. AKP'nin ciddi bir uluslararası engelle karşı karşıya olmadığı, Erdoğan'ın Avrupa ülkelerine savurduğu tehditlere, Trump'ın verdiği gözdağını normalleştirmesine, Suudi Arabistan'a, Mısır'a “haddini bil” çıkışına bakılarak anlaşılabilir. ABD'nin uyarılarının ve diğer ülkelerin söylenmelerinin, sadece Türkiye'nin ilerleyişini denetim altında tutup belirlemekle ve AKP'nin Suriye'nin zenginliklerine tasallut olup olmayacağıyla ilgisi vardır. Nota vermeye hazırlanan Fransa dahil tamamı, “IŞİD'in yükünü üzerime alacağım” diye güvence veren Türkiye'nin kontrollü biçimde Suriye'ye girmesine göz yummuştur.

Özetle, bu tablo Suriye Kürtlerini zayıflatmakta ve mevcut koşullarından daha geri bir düzlemde uzlaşmaya açık hale getirmektedir. Rusya'nın ve özellikle Şam hükümetinin yetersiz tepki vermesi ve harekete geçmemesi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Yalnız bırakılan, gidecek başka yeri olmayan ve direnmek zorunda olan Kürtlerin, Türkiye'ye karşı her türlü işbirliğine (üstelik daha iddiasız biçimde) mecbur kalma olasılığı, Moskova ve Şam hükümetleri tarafından dikkate alınır bir fırsat olarak görülmektedir. PYD/YPG temsilcilerinin son günlerde yaptığı açıklamalar da Kürt tarafının Türkiye'yle baş edemediği durumda Şam'ın otoritesini kabul etmeye açık olduklarını gösteriyor. SDG sözcüsü Mustafa Bali ve PYD'li Salih Müslim'in “İşgale karşı tüm tekliflere açığız” ve “Şam'a sınırı birlikte koruyalım diyebiliriz” sözleri de bu zorunluluğu ortaya koymuştur.

Öte yandan, mevcut konjonktür ve Kürtlerin çaresiz kalması Şam'ın kendi lehine kullanabileceği bir durum gibi görünse de, AKP iktidarının Suriye'nin kuzeyinde kalıcı olma isteği daha büyük bir riski sonraki aşamada ortaya çıkaracaktır. Türkiye'nin bölgedeki varlığı, Rusya ve İran ile kurulan ilişkiler ne kadar göz doldurursa doldursun, son tahlilde ABD'nin elinde bir koza dönüşebilir. Böyle bir tabloda Kürtlerle federasyon esaslı bir çözüm bulma şansı olan Şam hükümetinin, Suriye'nin parçalanması riskiyle karşı karşıya kalması söz konusu olacaktır.

3- ABD gidiyor mu kalıyor mu, neyi hesaplıyor?

ABD'nin yaklaşımı ve pozisyonu hakkında yapılan değerlendirmelerde dile getirilen, “ABD bölgeden çekiliyor” ve “Türkiye bu operasyonu ABD'ye rağmen yapıyor” saptamalarının ikisi de büyük ölçüde yanlıştır.

ABD'nin bölgeden çekilmesi, bu ülkenin Ortadoğu'ya dair hedeflerine ve Rusya-Çin-İran cephesine karşı oluşturduğu pozisyona uygun bir adım değildir. İran'a karşı bir saldırıyı kerte kerte planlayan, bölgedeki varlığıyla Suudi Arabistan, İsrail gibi ülkelere hamilik yapan, Suriye'nin kuzeyinde 20'ye yakın askeri üs kuran, Irak'taki askeri varlığını 16 yıldır sonlandırmayan ve Suriye'deki tek somut kazanımı Fırat'ın doğusundaki hakimiyeti olan ABD'nin Suriye'den çekilmesi değil, var olma koşullarını güncellemesi söz konusu olabilir. ABD'nin varlığını yenileme olasılığını gören İran'ın Türkiye'nin harekatına karşı en ciddi tepkiyi vermiş olması da böylece anlaşılabilir.

Trump'ın Suriye'de tutarsız ve şovmence icra ettiği son hamle, tıpkı Erdoğan'ınki gibi içeride iktidarını sağlamlaştırma, hakkındaki azil soruşturmasını gölgeleme ve ABD askerlerinin eve dönmesini isteyen Amerikalı seçmene dönük göz boyama hamlesidir.

Ayrıca, ABD'nin AKP'nin önünü açarak Suriye'de sıcak savaşı körüklemesi, Yemen'de izlediği politikanın benzeridir. Yemen'de Husilere (Ensarullah Hareketi) karşı Suud'un askeri koalisyonunu destekleyen ve Yemen savaşını sıcak tutan ABD, böylece İran'a karşı planlayacağı bir saldırıya da şipşak argüman oluşturabilmektedir. Yakın zamanda gerçekleşen Aramco saldırısı bu söylediğimizi destekleyen bariz bir örnektir.

Dolayısıyla Türkiye'nin bölgeden ABD'yi kovduğu yahut harekatı ABD'ye rağmen hayata geçirdiği söylemleri de gerçekçi değildir. Bu söylemler, anti-emperyalist duruşu Saray Rejimi'ne yakıştırarak, AKP destekçiliğini ve Kürt düşmanlığını meşrulaştırmaya çalışanların hezeyanından, safsatadan başka bir şey değildir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, geçtiğimiz yaz ayları boyunca ABD'deki emperyalist merkezleri; “güvenli bölgenin derinliği”, “güvenli bölgenin kontrolü” ve “Kürtlerin bölgeden çıkarılması” başlıklarını masaya koyarak ikna etmeye çalışan AKP, Trump'ın izniyle bölgeye girmiştir ve ancak ABD onay verdiği kadar ve biçimle Fırat'ın doğusunda kalacaktır.