Solda ‘siyasal strateji’ tartışma zamanı…

Tahmin edilebilir bir gelecekte, tüm yatırımımızı yapabileceğimiz, kendiliğinden ve aniden patlayacak, kitlesel ve her politik özneyi peşinden sürükleyerek iddialı hale getirecek bir hareketlilik beklemiyorsak, dönüp bakacağımız yer mevcut sosyalist birikimimiz, elde ettiğimiz verili kazanımlar, devrimci kadrolar ve mücadele ortaklığımızdır…

Mayıs seçimleri sonrasında Türkiye sosyalist hareketinin farklı bileşenleri tarafından çok sayıda politik değerlendirme yapıldı.* AKP ve Erdoğan’ın başarısının, sosyalistlerin de dahil olduğu geniş muhalefet cephesi için bir “kriz etkisi” yaptığını kabul edersek, “eleştiri”, “özeleştiri”, “yenilgi”, “inşa”, “yenilenme”, “birlik” gibi sözcüklerin de belirgin görünürlükte kullanıldığı benzer değerlendirmelerin devam edeceğini düşünebiliriz.

Elbette politik değerlendirmelerin ve tartışmaların sürmesi içinden geçtiğimiz günlerde olağan bir durumdur. Siyasal mücadele süreçlerinde, “politik kriz” olarak tespit edilebilecek gelişmeler; etkilediği siyasi yapıların panoramasında köklü değişimlere yol açabilecek özellikler taşır. Ama bunun da ötesinde; düşünce ve kavrayışlarda, örgütsel yapılarda, ideolojik referanslarda, ittifak modellerinde, politik öznellikte ve toplumsal ilişkilerde de dikkat çekici farklılıklar yaratabilir. Sovyetler Birliği’nin çözülüşü dünya sosyalist hareketinde tüm bu farklılaşmalara ve değişimlere neden olan bir tartışma zeminine vesile olmuştur örneğin. Türkiye sosyalist hareketi için ise daha yakın geçmişten örnek verelim; Gezi İsyanı sonrasındaki yıllarda sosyalist siyasetin güç kaybetmesi ya da iddialı sol partilerin seçim sonuçlarından veya hedefi belirlenmiş örgütlenme süreçlerinden beklediğini alamadığı durumlar, (farklı ölçeklerde olsa da) bahsettiğimiz türden etkilere yol açmıştır.

Seçim sonuçlarına referansla söz konusu ettiğimiz “kriz etkisi”nin, yukarıdaki iki örnek (Sovyetler ve Gezi) kadar etkili (müessir) olmadığı söylenebilir. Ne var ki yine de sosyalistlerin de dahil olduğu geniş sol muhalefetin “kader oylaması” olarak gördüğü ve ciddi ideolojik/politik ayrımları dahi görmezden gelerek katıldığı seçimlerden sonra, tıpkı önündeki kazanı kaynatan Macbeth’in cadıları gibi karamsar ve çoğu zaman “yenilgi analizi” olarak nitelendirilecek senaryolardan başımızı kaldıramadığımız da gerçektir. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz günlere zemin hazırlayan nesnelliğin, öznel politik tutumların ve bununla birlikte geleceğe dönük yapılması gerekenlerin tartışılması doğal sayılmalı, üstelik ihtiyaç olarak da kabul edilmelidir.

***

Şimdi yazının tam bu kısmında Leninizme iddialı bir gönderme görüntüsünde olan “krizden devrim çıkarmak” vecizesini kullanarak, kaynayan kazana biraz ajitasyon katabilir miyiz? Biraz ajitasyon kimi zaman iyidir ama ne yazık ki yaygın etki yaratmasının hayli zor olduğu bir evredeyiz. Öte yandan, gerçek anlamda bir mücadele planı oluşturabilmek için ihtiyacımız olan da “çeşitli iksirler” değil, potansiyel geleceğimizi öngörerek bu geleceğe devrimci mücadele fikrini ve mutlaka iktidar perspektifini, şöyle de söyleyelim adlı adınca bir siyasal stratejiyi yerleştirmektir.

Bizim bu yazıda amacımız da sosyalist hareketin ve parçası olduğumuz örgütün önümüzdeki dönem devrimci mücadeleyi nasıl hayata geçireceğine dair tartışmalara kimi “eski” başlıkları yeniden öne çıkararak katkı sunmak olacak. Devam eden bir siyasal strateji arayışının ve geliştirici (eleştirel) tartışma çabasının kıymete değer olduğunu varsayıyorum…

1- Düzen siyasetine karşı devrimci siyaset: Burada “düzen siyaseti” ifadesiyle işaret edilenin yazıyı okuyanlar açısından anlaşılır olduğunu düşünüyorum. “Düzen siyaseti/partisi” tanımına içkin olabilecek, “köken”, “söylem”, “örgütsel yapı” gibi farklı ölçütlere uygun özellikler sayılabilir.  Ancak özetle sabit olan şudur: Emek-sermaye çatışmasında tereddütsüz biçimde emek tarafında konumlanmayan, iki sınıf karşısındaki pozisyonunu “uzlaşmayı sağlamak” olarak tanımlayan ve nihayet kapitalist düzenin o ya da bu suretine hayırhah yaklaşan her siyaset ve her parti “düzen”e ait olma nitelemesini hak eder.

“Devrimci siyaset” ise; düzen karşıtı hareketlerin kendi özgün politizasyonunu oluşturması, düzen partilerinin üstün haldeki politizasyonunun bozulması ve düzen karşıtı siyasete ait unsurların düzen partilerinin alanına da nüfuz etmesidir. Sosyalistler özelinde devrimci siyaset, düzen içi egemen siyaset anlayışlarını etkisizleştirmeye ve bunların yerine işçi sınıfının iktidar perspektifi ışığında şekillenmiş siyaset anlayışını üstün hale getirmeye odaklanır. Devrimci siyaset eksikliği ise, sosyalist iktidar perspektifinin kaybedilmesine de yol açacaktır. Türkiye sosyalist hareketi, Saray Rejiminin toplumu iki kesime bölerek, üstelik bu kesimlerin bileşenlerinin kendi aralarındaki ideolojik ayrımları da önemsizleştirdiği siyasal atmosferin etkisine söz gelimi beş yıl daha teslim olursa, şimdilik yumuşak bir ifadeyle gündemde olmadığını söyleyebileceğimiz “iktidar perspektifi”ni tümüyle kaybedebilir.

Daha açık konuşalım; seçim öncesi dönemde kaçınılmaz sayılan “muhalefetin tüm unsurlarıyla uyumlu hareket etme” anlayışının bugün için sosyalistler tarafından reddedilmesi ve düzen içi muhalefete de muhalefet edecek bir devrimci siyaset hedeflenmeli, yakın dönemde düzen partileri ve sosyalist partilerin birlikte manevra yapabildiği “gri alan” ortadan kaldırılmalıdır. Sosyalist hareketin önümüzdeki dönem, düzen partilerinde ve düzen siyasetinde hangi kırılmalar yaşanırsa yaşansın, kendi dar bölgesinde akmaya başlayan devrimci siyaseti toplumsallaştırmak ve kitleselleştirmek hedeflerini başat belirleyici gündem olarak saptaması gerekir.

2- Siyasallaşma, ideolojik formasyon, örgüt ve kolektif aklın üretilmesi: Güncel politik hedeflerin, işçi sınıfı mücadelesinin nihai amacı çerçevesinde somutlandığı bir siyasallaşma ihtiyacı sosyalist hareketin önünde durmaktadır. Şüphesiz ki “toplumsallaşma” hedefi geriye çekilemez ancak bu hedefin öncelikli ve en geçerli araçları sınıf siyaseti ve örgütlenmedir. Eğer Leninizmin bir politika teorisi varsa, o, farklı güncel politik görevler ile işçi sınıfının iktidar mücadelesi arasındaki ilişkinin sürekli biçimde kurulmasını anlatır. Bu politika teorisi, yerel ya da genel tüm seçimler için de geçerlidir…

Kendi seçmen veya taraftar kitlesine doğru büzülen ve devamlı olarak “mutlaka kazanacağız” savını ileri sürüp, “ayağı yere basmaz, kafası bulut delen” gibi propaganda kovalayan bir eğilim yerine, kitlesine sosyalist perspektif, ortak akıl ve ideolojik formasyon kazandırarak onu kuşatan ve uzun süreli bir mücadelenin aktörü haline getiren bir siyasallaşma...

Bu siyasallaşma faaliyeti kuşkusuz, işçi sınıfı hareketi ile örgütleyici bir bağ kurarak başarılı olabilir.

Şimdi burada bir parantez açalım ve çubuğu biraz daha “işçi sınıfı”na bükelim: Geçtiğimiz 20 yılda ve sosyalist siyasetin geriye çekildiği tabloda; anti-kapitalist nitelikleri de olan ekolojik yıkıma karşı mücadele, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele, ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı mücadele gibi alanlarda ortaya çıkan dinamizm sosyalist hareketi de kendisine yaklaştırmış, dahası sosyalistlerin de aktif olabildikleri bir zemini kuran özellikler göstermişti. Öte yandan, toplumsal mücadele odaklarını ileriye taşıdığı tartışmasız olan bu hareketlerin doğal sayılması gereken iki sonucu oldu. Birincisi, sosyalist hareketin düzen dışı devrimci unsurlara dönüşmesi gereken üyelerinin bir kısmı “dönemsel aktivistlere” dönüşerek, kendi özgül deneyimleriyle toplumsal-siyasal sürükleyicilik rolünü üstlenemeyen işçi sınıfının gündemlerinden uzaklaştı. İkincisi ise, yukarıda saydığımız toplumsal dinamikler işçi sınıfının hak mücadelesinin gelişimine ve son seçimde görüldüğü üzere Türkiye’de AKP’nin kaybetmesine de doğrudan yol açmadı, açamazdı.

İşçi hareketinde durgunluk ve büyük kentler dışında yaşayan emekçilerde görülen depolitizasyon ise, son seçimlerde düzen içi sağ, milliyetçi ve şeriatçı örgütler tarafından yerleşik ideolojik motifler kullanılarak üstten bir manipülasyonla avantaja dönüştürüldü. Şimdi bu avantajın sağ siyasal hegemonyayı dağıtacak biçimde ortadan kaldırılması için burjuva ideolojisini çözücü nitelikte ve siyasal güçle desteklenen bir ideolojik mücadelenin büyütülmesi de gerekiyor.

Kapitalizme karşı mücadelede “siyasal formasyon” gibi “ideolojik formasyon” da kendiliğinden ve müstakil bir etken olarak ortaya çıkmaz. Sosyalist hareketin siyasallaşma becerisi ve genel siyasete etki edecek bir “aydın müdahalesi” ortaya çıkarıldığında, ideolojik formasyonun “mayalanma alanı” da etkin hale gelecektir.

İçinden geçtiğimiz dönemde yaşanan sıkışmadan çıkış, sosyalist siyasetin işçi sınıfı içinde karşılığını yaratarak (yeni bir işçi sınıfı dinamiği oluşturarak) ve burjuva ideolojisinin sınıf içindeki yansımalarıyla mücadele ederek sağlanabilir. Güçlü bir sınıf hareketinin ve onu kucaklayan bir sosyalist siyasetin değiştirici gücü muazzamdır…

Yeri gelmişken şunu da ekleyelim, kastedilen kesinlikle ve kesinlikle faydasız bir karşılaştırma olarak gördüğümüz sokak mı, meclis mi gibi bir ikilemde tercih yapmak olamaz. Sokak dediğimiz, kent merkezlerinde küçük kalabalıklarda ifadesini bulan ve tüm diğer mücadele yöntemlerinin karşısına efsunlu bir iddia gibi dikilen eylem biçimi değil, toplumsal mücadele alanlarında ve bilhassa işçi sınıfı içinde örgütlü biçimde varlık göstermektir. Bununla birlikte, toplumsal mücadelelerde öncü hale gelme gayesi pekâlâ devrimci milletvekilleri marifetiyle de ileriye taşınabilir. Ve fakat sınıf mücadelesi sadece parlamentolara emanet edilemeyecek kadar büyük ve değerlidir.

***

“Örgüt” başlığında yazılacaklar ise yeni değil ve çok uzatmadan şunları söyleyebiliriz: Parti (bütün) kendisini oluşturan unsurların aritmetik toplamından daha büyük bir olgudur. Bu unsurların birlikteliği ve birbiriyle kurdukları diyalektik ilişki “kolektif aklı” ürettiği gibi, örgütsel kültürü de yaratır. Kolektif aklı ve örgütsel kültürü noksan bir yapının on binlerce üyesini büyük bir salonda toplasanız dahi ortaya yine de bir siyasal parti çıkaramazsınız. Bu saptamayı başka bir “bütün” olarak kabul edebileceğimiz sosyalist hareketin tamamı için de yapabiliriz. Tüm sosyalist örgütleri; diyalektik ilişkiyi ve kolektif aklı kenara atarak yan yana getirdiğinizde ortaya sosyalist hareket ve sosyalist siyaset çıkmayacaktır.

Tıpkı Italo Calvino’nun Görünmez Kentler kitabında Kubilay Han ve Marco Polo arasında geçen diyalogda anlatıldığı gibi,

- “Peki köprüyü taşıyan taş hangisi?”

- “Köprüyü taşıyan şu ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi.”

- “Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer.”

- “Taşlar yoksa kemer de yoktur.”

***

Son bir ek daha yapıp, uzayan bu yazıyı tamamlayalım.

Türkiye sosyalist hareketinin geçmişi incelendiğinde, belirli bir toplumsal etki yaratmış bir sol örgütün kendi içinde yaşadığı tartışmaların ilerletici etkisinin, farklı sol örgütlerin birbiriyle yaptığı tartışmaların ilerletici etkisinden daha fazla olduğu görülecektir. Bu tezi geçmişten bugüne örgüt isimleriyle örnekler vererek kanıtlamaya çalışmadan şunu söyleyelim. Bugün farklı sol örgütler arasında kurulacak diyalektik ilişkinin ve yapılacak ilerletici tartışmaların da sosyalist hareketin etkili bir güce dönüşmesi için en az diğeri kadar önemli olduğunu düşünüyorum.

Bu saptamayı şu örnekten hareketle yapıyorum: Son seçimlerin sosyalist siyasi tarih açısından en önemli gelişmesi kanımca, Türkiye İşçi Partisi’nin 58 yıl sonra bir seçimden iyi bir oy oranına ulaşarak çıkmasıdır. Fakat bu olumlu gelişme TİP tarafından Türkiye solunun diğer bölmelerinin de bir kazanımı olarak genele (henüz) mal edilemediği gibi, diğer sosyalist örgütlerin değerlendirmelerinde de (buna işçi sendikalarını ve diğer toplumsal mücadele odaklarını da dahil edebiliriz) TİP’in başarısı, sol siyasetin önünü açabilecek bir gelişme olarak görülmemekte ve solun tamamının kazanımı olarak tanımlanmamaktadır. Bu durumun şu an detaylı ele almayacağımız tarihsel ve güncel nedenleri bir kenara, şaşırtıcı ve üzerine düşünmeye değer bir tuhaflık olduğu şüphesizdir.

Bu ve benzeri tuhaf durumların ortadan kaldırılması ve tekrar etmemesi için dahi sosyalist hareketin geliştirici bir tartışma zemininde buluşması önemlidir. Türkiye sosyalist hareketi yeni bir siyasal strateji inşası için, elindeki tüm olanakları ve kazanımları sınıf mücadelesinde buz kırıcı bir öğeye dönüştürmeyi hedeflediğinde, kim aracılığıyla olursa olsun, ortaya çıkan enerjiyi kendi sistemine taşıyarak yoluna devam edebilecektir.

Özetle, eğer tahmin edilebilir bir gelecekte, tüm yatırımımızı yapabileceğimiz, kendiliğinden ve aniden patlayacak, kitlesel ve her politik özneyi peşinden sürükleyerek iddialı hale getirecek bir hareketlilik beklemiyorsak, dönüp bakacağımız yer mevcut sosyalist birikimimiz, elde ettiğimiz verili kazanımlar, devrimci kadrolar ve mücadele ortaklığımızdır…


* Sendika Org bir dosya kapsamında çok sayıda politik değerlendirmeyi ve makaleyi bir araya getirdi. Sosyalist solun seçim sonrası saptamalarını ve geleceğe dönük önerilerini takip etmek için bakılabilir.