"Anti-komünizm dini" ve yeni McCarthycilik…

Türkiye’de daha düne kadar, ABD’nin Irak işgalini demokrasi ve özgürlük demagojisiyle destekleyen, Suriye’de meşru hükümeti devirmek için cihada soyunup savaş çağrısı yapanlar, bu defa sanki koşulsuz barışı ve ülkelerin egemenlik haklarını savunuyormuş gibi görünüp NATO’nun uluslararası çıkarlarının ve ABD dış politikasının polisliğini yapmaya başladılar.

ABD’nin dünya halklarına karşı işlediği suçların tetikçisi olan Amerikan Deniz Piyadeleri’nden bir general, Soğuk Savaş döneminde görülen anti-komünist histeriyi “bir din gibi” diye tanımlamış. O döneme ait tüm örnekler de bu tanımı haklı çıkarıyor. Hem ABD, hem de Avrupa emperyalizminin geçmişte sergilediği anti-komünizm, bir dinsel fanatizme dönüştürülmüştü.

Türkiye gibi Amerikancı ülkelerde bu fanatizm, “kahrolsun komünistler” sloganları eşliğinde cami çıkışında Kanlı Pazar’ları yaratırken, kiliselerde, sinagoglarda ve hatta Budist tapınaklarında bile anti-komünizm dinine uygun vaazlar veriliyor, toplumlar bir yandan militarist bir kalıba sokuluyor, bir yandan ahlaki olarak çürütülüyordu.

Her yerde komünist sabotajcılar gören bu dinsel fanatizm, insan avına çıkıp cadı kazanı kaynattı ve onların ifadesiyle, “Bolşevizm’in insanlara aşıladığı benzeri görülmemiş ruh hali”ni ortadan kaldırmaya çalıştılar. Bu insan avında, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından sonra Avrupa ve ABD’de benzer örnekleri yaşanan çok sayıda ayrımcılık suçu işlendi. “Arkadaşları arasında komünist olanlar”a kadar herkes kara listelere alınıyor, Amerika ve Avrupa kütüphanelerinde sosyalizmle ilgili olmayan romanlar dahi yakılıyor, emekçilerin sorunlarını anlatan opera oyunlarına gidenler sorguya çekiliyordu. Ernest Hemingway, John Steinbeck, Arthur Miller, Bertolt Brecht ve daha pek çok aydın komünizm korkusunun sözcüsü seçilen Joseph McCarthy’nin başında olduğu Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi tarafından cadı avına kurban ediliyor, tarihin en büyük adaletsizlik örneklerinden biri olarak komünist parti kurucuları Ethel ve Julius Rosenberg idam ediliyordu.

Yine bugünlerde Netflix’in yaptığı gibi, “Rusya destekçisi” sayılan sinemacılar Hollywood’dan ayıklanırken, Amerikan milliyetçiliğinin ve militarizmin figürü olarak yaratılan kovboylar, Kızılderililerin yerine bu defa başka bir kızıl düşmana karşı dünyayı koruyor, anti-komünizm dininin cihatçısı ve kapitalizmin yeniden doğuşçuluğunun simgesi olan Rambolara dönüştürülüyordu.

Ne var ki, “Bolşevizm’in aşıladığı ruh hali” korkusu burjuva sınıf açısından elbette yersiz değildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nın hemen her yerinde komünistler özverili direnişleriyle faşizmi yenilgiye uğratmış, kurtarıcı Kızıl Ordu saygınlık kazanmış, işçi sınıfının önderliğinde eşitlikçi bir dünyanın kurulmasına olan inanç büyümüştü.

Diğer tarafta, Avrupa kapitalizmi kelimenin gerçek anlamıyla çökmüş, savaş ve silah ekonomisiyle büyüyen ABD ise, savaşın bitmesiyle birlikte tekellere aktaracağı kaynakları nasıl oluşturacağını düşünmeye başlamıştı. Barış koşulları en fazla şiddete ve savaşa müptela ABD’ye zarar verecekti. “Mutlak silah” (absolute weapon) olarak adlandırılan ve büyük bir yıkım/üstünlük olanağı sağlayan atom bombasına sahip olan ABD’nin bir “mutlak düşman”a da gereksinimi vardı ve Sovyetler Birliği bunun tek adayı yapıldı.

İşte yaşadığımız dünyanın en büyük savaş makinası olan ve uluslararası güçlerin de etkisi altında süren Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte daha açık görüldüğü üzere, ölümcül kozasını örmeye devam eden NATO böyle bir dönemin ürünü olarak ortaya çıktı. Şimdilerde kimi liberallerin iddia ettiğinin aksine, anti-komünizm dininin havarilerinden olan ve McCarthyciliğin ikiz kardeşi NATO, tarihinin hiçbir döneminde savunma ya da barış örgütü olmadı. Henüz ortada Varşova Paktı dahi yokken, faşizme karşı savaşta büyük bedel ödeyen Sovyetler Birliği’ni ve dünya işçi sınıfını kuşatma stratejisinin askeri ayağı olarak kuruldu.

Gelgelelim Batı emperyalizmi açısından bugün Sovyetler Birliği kadar etkili bir “komünist tehdit” söz konusu değil. Ancak yine Ukrayna’da süren savaşın ortaya çıkardığı bir gerçek daha var: Anti-komünizm dini yaşıyor ve emperyalist planlar gereğince etkin bir unsur olarak devreye sokulabiliyor. Adeta, “komünistler hala akacak kanı varken kurşuna dizilmeli” tutkusuyla bir ideolojik terör başlatıldı ve dalga halinde dünyayı ve elbette Türkiye’yi de hızlı biçimde etkisi altına aldı.

Türkiye’de daha düne kadar, ABD’nin Irak işgalini demokrasi ve özgürlük demagojisiyle destekleyen, Suriye’de meşru hükümeti devirmek için cihada soyunup savaş çağrısı yapanlar, bu defa sanki koşulsuz barışı ve ülkelerin egemenlik haklarını savunuyormuş gibi görünüp NATO’nun uluslararası çıkarlarının ve ABD dış politikasının polisliğini yapmaya başladılar. Bir kısmı iktidar uhdesinde, bir kısmı muhalif sayılan alanda konumlanmış durumdalar ve NATO savunuculuğu yaparken anti-komünizm dininin müritlerine dönüşüyorlar.

Üstelik ortada “kızıl tehlike” histerisini nesnel olarak destekleyen bir tablo da yok. Örneğin, Ukrayna’ya saldıran Rusya, kendi sınırları içinde Rus milliyetçiliğini büyütmeye çalışırken, dünya kamuoyu karşısında Sovyetler Birliği döneminde verilen kararların büyük bir hata olduğu savıyla meşruiyet arıyor. Putin’in ideolojik referanslarını Çarlık Rusya’dan aldığı açıklamalarında, dünya halklarının eşitlikçi birliği esasına dayanan “ulusların kaderlerini tayin hakkı”ndan, Lenin’den, Kruşçev’den açık bir anti-komünist öfkeyle bahsetmesi de bu düşünceyi doğruluyor. Demek ki tam aksine, Putin, NATO, Zelenski, Ukraynalı Neo-Naziler ve Türkiyeli kimi liberaller ile İslamcılar arasındaki anti-komünist din kardeşliğinden bahsetmek çok daha mümkün görünüyor.

Fakat bütün bu sarih tabloya rağmen, Ukrayna’nın, NATO’nun, ABD’nin, Avrupa burjuvazisinin üst düzey mahfillerinde komünist düşünceyi tüm bilimsel, tarihsel ve barışçı dayanaklarından koparıp basit bir “yıkıcı tehdit”e indirgemeyi amaçlayan, Putin’i Sovyetik yayılmacı, Demir Perde özlemi içinde bir lider olarak yansıtan mekanizmalar hızla devreye sokuldu. Emperyalist merkezler, anti-komünist tarihlerinin birikimine olan şükranla, NATO’yu ve Avrupa’yı yeniden birleştirdiği için Putin’e alaycı takdirlerini sunuyorlar. Rusya’nın muhtemeldir ki Ukrayna’nın NATO’ya bağımlılığını ve Neo-Nazileri güçlendirecek saldırısının sürmesini en fazla ABD ve NATO arzu ediyor.

Öte yandan, Batı emperyalizminin bugün oluşturmaya çalıştığı söz konusu davranış kalıbının, politik tahakkümün ve ideolojik terörün bilinçsiz ve hedefsiz biçimde işletildiğini söylemek, şüphesiz ki dün olduğu gibi bugün de yanlış olur. Dünyanın birçok noktasında, orkestra şefinden Dostoyevski’ye, spor müsabakalarından dijital platformlara kadar görülen, hatta farklı ülkelerdeki Rusların sosyal yaşamını ve kültürel varlığını kısıtlamaya varan ayrımcılık, emperyalist hegemonyayı tüm dünyada daha belirgin biçimde tesis etme motivasyonunu güçlendiriyor. Böylece, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra dünya kapitalizminde ortaya çıkan hiyerarşi boşluğunu gidermeyi ve ABD’nin “ortak düşman” ortadan kalkınca tartışmalı hale gelen evrensel kapitalizm liderliğini de yeniden inşa etmeyi amaçlıyorlar.

Bir noktaya daha dikkat çekelim; neoliberalizmin krizini yoksulların haklarını gasp ederek aşmaya çalışmasının önemli sonuçlarından biri, özellikle son yıllarda sosyalizm düşüncesinin güçlenmesi oldu. Dolayısıyla anti-komünist din kardeşliğinin bir diğer hedefinin, militarist ve faşist ögelerle kuşatılan toplumlar nezdinde sosyalizm düşüncesinin zayıflatılması olduğunu da düşünebiliriz.

Bugün faşist uygulamalarla birlikte nükleer savaş tehdidi de yaratan neoliberal düzen savunucularının, başarılı olabilmek için mutlaka sol hareketin siyasal cesaretini ve ideolojik etkisini de küçültmesi gerekiyor. Anti-komünizm dininin ve günümüz liberal McCarthycilerin sahaya sürülmesi, sosyalistlerin “Putincilik” yaftasıyla sessiz kalmaya zorlanması böyle bir amaca hizmet ediyor.

Ve elbette tam da bu emperyalist plana karşı, solun barış mücadelesinin gerçek ve tarihsel savunucusu olarak öne çıkması ve dünya halklarının kardeşçe birliğinin en güçlü düşmanı olan NATO, ABD ve Avrupa emperyalizmine karşı kavga bayrağını da öncelikle havaya kaldırması gerekiyor.