Türkiye İktisat Kongresi ve düşündürdükleri

TİK ekonomik açıdan Osmanlı’dan net bir kopuşu gösteriyordu. Bu açıdan bakıldığında ilerici bir hareketti. Diğer yandan kalkınma biçimi olarak kapitalizmin seçildiğini de görmek gerekir. Belki de iki yıl önce 1921’de Sovyetlerde NEP (Yeni Ekonomik Politika; kontrollü olarak özel mülkiyete izin verilmesi) dönemine girilmesi de etkili olmuş olabilir, bilemiyorum. Burada kritik nokta sanayileşmenin gerçek anlamı olan ‘üretim aracı üretmek’ hedefinin TİK’de olmamasıdır.

Seçim öncesi Millet ve Cumhur ittifakları arasındaki mücadelenin sürdüğü alanlardan bir tanesi de Türkiye İktisat Kongresi (TİK) idi. Yok, işin özü, kongrenin ne anlama geldiği, tarih içindeki yeri gibi konular tartışılmıyordu, sadece her iki taraf da sahiplenmeye çalışıyordu o kadar. Zaten ismini bile yanlış söyleyip, İzmir İktisat Kongresi diyorlardı. CHP, düzenlediği bir haftalık toplantı ile “bu kongre İzmir’den insanlığa yapılan topyekûn bir yenilenme çağrısı” gibi çok iddialı bir söylemle ortaya çıkmasına karşın “yaşamın her alanında kamu, sivil toplum ve özel sektör birlikteliğine dayalı politikalar oluşturulacaktır” noktasından uzaklaşamıyordu. Geleceğin İnşası başlıklı sonuç bildirgesinde yazılanlar ‘Altılı Masa’ deklarasyonundan farklı bir şey içermiyordu. Bu arada AKP de boş durmuyor, CHP’den yaklaşık bir ay sonra kongrenin yapıldığı binanın açılışı diye bir etkinlik düzenleyip, o sırada Maliye Bakanı olan Nurettin Nebati’ye bir konuşma yaptırıyordu.

KÜNYE: Geleceğin İnşası. İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi Sonuç Bildirgesi. İzmir Büyükşehir Belediyesi Yay., 2023. Satılmıyor, belediyeden bulunabilir, iktisatkongresi.org’da pdf şekli var.

1923 yılında yapılan ilk kongrenin en büyük özelliği yeni bir devlet kurma yolunda önemli bir adım olmasıydı. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu hedefin yanında alınan ekonomik kararlar sönük kalıyordu. Yani, o zamanda bile durum böyleyken, yüz yıl sonra CHP ve AKP kongrelerinden ne beklenebilir ki? Ama bunu fırsat bilip, TİK’i değerlendirmekte yarar var. Elbette kongre öncesi ekonomik yapıya bakarak başlamak gerek.

Geçenlerde yayınlanan Serdar Şahinkaya’nın Türkiye İktisat Kongresi kitabı sadece kongreyle ilgili belgeleri içermiyor, aynı zamanda kongre öncesi ekonomik koşulları da ele alıyor. Bana kalırsa Özlem Özgür’ün Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi isimli kitabıyla beraber okunması, özellikle öncesini kavramada isabetli olacaktır.

KÜNYE: Türkiye İktisat Kongresi. Serdar Şahinkaya, Telgrafhane Yay., 2023. Liste fiyatı 150 TL. Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi. Özlem Özgür, Gerçek Yay., 1972. Sahaflarda 12-25 TL.

Osmanlı ekonomik yapısı, ister Asya Tipi Üretim Tarzı diye tanımlayın ister başka türlü, sermaye birikimine uygun değildi. Bu yüzden de Osmanlı, kapitalizmin Avrupa’daki gelişimine ters olarak geriledi ve kapitalizme geçemedi. Tarımda tımar sahipleri bir süre sonra toprağın sahibi gibi davransa da toprakta özel mülkiyetin resmen tanınması 1874 Arazi Kanunnamesi'ne kadar beklemişti. On dokuzuncu yüzyılın başlarına dek Osmanlı tekstil üretimi iç pazarın gereksinimlerini karşılayabilirken, sonrasında Avrupa’nın, ama özellikle İngiltere’nin, rekabetine dayanamaz hale geldi ve binlerce pamuklu tezgâhı terk edildi. Bu nokta önemli çünkü tekstil Osmanlı’daki tek gelişmiş sektördü. Sonrasında savaş, hatta İzmir yangını gibi görece daha küçük sorunlar Kemalist Cumhuriyet için hiç de iyi olmayan koşullar sunuyordu.

TİK Lozan Konferansı’na verilen arada toplanır. 1923 yılı Anadolu koşullarında şubat ayında bir kongre düzenlemenin ciddi ulaşım sorunları ortaya çıkaracağı açıkken ertelenmemesi, kongrenin toplanmasının içeriğinden daha önemli olduğu yargısını güçlendirir. Kaldı ki davetlilerin sadece Sovyet ve Azerbaycan temsilcileri olmasının da ayrı bir önemi ve mesajı olsa gerek.

Mustafa Kemal açış konuşmasında “hakimiyet-i milliye, hakimiyet-i iktisadiye ile tarsin edilmelidir (sağlamlaştırılmalıdır)” dedikten sonra Osmanlıyla hesaplaşır. Şahinkaya’nın çok yerinde bir saptamayla işaret ettiği gibi, Mustafa Kemal Vahdettin ya da II. Abdülhamid gibi görece kolay hedefleri karşısına almaz, hesaplaştığı Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’dır. Yani zoru seçip, Osmanlı’nın en güçlü dönemini karşısına almıştır.

Kongrenin ilginç, ilginçliği de sıradanlığından gelen bir sonuç bildirgesi var. Zaten sonradan da pek değinilen bir metin olmamıştır. Yine Şahinkaya’dan öğrendiğim ve anlamlandıramadığım bir ayrıntı, kongrede fotoğraf yasağı olmasıdır! Şimdi neden TİK denilince hep aynı fotoğrafın kullanıldığını anlayabiliyorum.

“Milli bir ekonominin kuruluşunu ilerletmek ve doğmakta olan Cumhuriyet devletinin sosyoekonomik temelini kısa sürede oluşturacak iktisadi güçleri birleştirmek”(1) amacıyla düzenlenen TİK “Cumhuriyetin kurucu toplantılarının sonuncusudur; Amasya, Erzurum, Sivas Kongreleri ve Lozan Konferansı serisinin son aşamasıdır”. Şahinkaya’nın bu görüşüne katılmamak olası değil. TİK ekonomik açıdan Osmanlı’dan net bir kopuşu gösteriyordu. Bu açıdan bakıldığında ilerici bir hareketti. Diğer yandan kalkınma biçimi olarak kapitalizmin seçildiğini de görmek gerekir. Belki de iki yıl önce 1921’de Sovyetlerde NEP (Yeni Ekonomik Politika; kontrollü olarak özel mülkiyete izin verilmesi) dönemine girilmesi de etkili olmuş olabilir, bilemiyorum. Burada kritik nokta sanayileşmenin gerçek anlamı olan ‘üretim aracı üretmek’ hedefinin TİK’de olmamasıdır. Küçük işletmelerin büyümesi için uğraşılacak, kurulacak olan devlet bankaları da yeni sermayeye teşvikler oluşturacaktı. Yerli sermaye yaratmak ve yabancı tekelleri işe karıştırmamak, bağımsızlık için zorunluluk olarak değerlendiriliyordu.

TİK sonrası için Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi’ne ek olarak Tunç Tayanç’ın Sanayileşme Sürecinde 50 Yıl başlıklı çalışmasının iyi bir seçenek olduğunu düşünüyorum. Bu arada işler umulduğu gibi gitmez ve hemen ‘daha kongrenin mürekkebi kurumadan ABD’li Chester şirketler grubuna demiryolu yapma, petrol arama ve demiryolu hattının her iki tarafında 20 km.’lik mesafede her türlü yeraltı kaynağı arama hakkı verilir.’(2) Gümrük sorunu da tam olarak çözülememiştir. Lozan Antlaşması ekli ticaret sözleşmesi 1. maddesine göre gümrük vergileri beş yıl süreyle Osmanlı’daki gibi kalacaktı. Osmanlı borçları ise azaltılmış, taksitlendirilmiş, ötelenmişse de 1929 yılından başlayarak ödenecekti.(3) Kongrede işçilere sendika hakkı tanınacağı ve 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanacağı karara bağlansa da bunlar yaşama geçmemiş, 1 Mayıs’lar üzerinde elli yıl sürecek bir yasak başlamış ve Şeyh Said isyanı bahane edilerek Takrir-i Sükûn yasasıyla birlikte bütün işçi örgütleri kapatılmıştı. Hatta 1936 iş yasasında günlük 13 saatlik çalışma süresinden bile söz edilebilmişti.

KÜNYE: Sanayileşme Sürecinde 50 Yıl. Tunç Tayanç, Milliyet Yay., 1973. Sahaflarda 5-150 TL arası.

1923 yılında çıkartılan bir yasayla da tarım araçları ve hayvan ithalatı gümrüksüz yapılmaya başlandı. Kadastro yasasıyla topraklar özel mülkiyete geçirilirken, toprak reformunun sözü hiç edilmedi. Aynî vergiden (aşar), nakdî vergiye geçilerek üretici pazar için üretime zorlandı. Bunların tümü tarım kesiminin kapitalistleşmesi yönünde adımlardı. İş Bankası ile de küçük mevduatlar kredi haline getirilip, ticaret sermayesinin sanayi sermayesine dönüşümü hedeflendi.

Tayanç’ın da vurguladığı gibi “az gelişmiş olarak nitelendirilen ülkelerin geleneksel kapitalist yolu izleyerek sanayileşmelerine, giderek kalkınmalarına olanak yoktur”. Bunun farkına geç varılmış ve devletçi politikalara ancak 1930 yılında geçilebilmiştir. Bunun nedeni elbette sadece uygulanan sistemin getirdiği düş kırıklığı ve özel sektörün başarısızlığı değildi, 1929 yılı ile birlikte kapitalist dünyanın girdiği kriz, yine aynı yıl Osmanlı borçlarının ödenmeye başlanması ve onun getirdiği ek yük ile Sovyet modelinin başarısı da etkendi. Devletçi sistem 1950 yılına dek sürmüş ve sonrasında ülke kapıları tam anlamıyla yabancı sermayeye açılmıştı.

Bu anlattıklarım TİK’in ilerici karakterini değiştirmez. İster kapitalist ister sosyalist yol seçilmiş olsun, anti-emperyalist ve anti-feodal karakterinden dolayı TİK ileri bir adımdır. Sosyalist yol benimsenseydi sonuç farklı olur muydu? Bilinmez, daha doğrusu böyle bir soru anlamsız olur çünkü tarihsel olaylara ‘şöyle olsaydı, böyle olsaydı’ şeklinde yaklaşılamaz. Süreç yaşanmış, bitmiş ve artık bir olgu olarak karşımızdadır; fazlası spekülasyondur. Bu noktadan itibaren kişinin dünyaya bakışı ve özlemleri devreye girer.

Aslında benim, tam da lafı buraya getirmişken sosyalist iktisadı ve kalkınmayı anlatan bir kitaba geçmem gerekirdi. Benden beklenen de budur sanıyorum. Ama beklentiyi boşa çıkartıp sosyalist ekonomiyi eleştiren bir kitabı, Alec Nove’un Uygulanabilir Bir Sosyalizmin İktisadı’nı seçtim. Nove, piyasa sosyalizmi kuramcısı diye tanınır. London School of Economics’te öğretim üyesiyken değer yasasının evrensel niteliği konusunda kapsamlı tanımlamalar yapmaya çalışmıştı. Nove insanın her zaman daha fazlasını isteyeceğini düşünüp sınırsız bir tüketme motivasyonu ile hareket edeceğini savunmakta. Bu noktadan itibaren de sosyalist ekonominin temellerinden olan merkezi planlamanın olanaksızlığını öne sürmektedir. Şöyle diyor, “200 bin ayakkabı üretimi emrini vermek kolaydır ama tüketicinin isteğine uygun 200 bin ayakkabı emri belirsizlikler içerir”. Buradan merkezi planlamanın anlamsız olduğuna gelir ve her şeyi piyasanın kendisine bırakmaktan yanadır ki artık bundan sonrası sosyalizm değildir. Bu arada fiyat aşırı yükselmiş, ayakkabı üretiminde çalışan işçilerin sömürüsü artmış, hatta piyasaya uygun ayakkabı üretemeyen fabrikalar batmış! Kimin umurunda?... Elbette merkezi planlamanın eleştirilecek yönleri vardır ama bu bütünüyle reddedilebileceği anlamına gelmemeli çünkü gerek planlama gerekse teknolojideki gelişmeler bahsedilen sorunları rahatlıkla çözer. Kaldı ki en kötü sosyalist senaryoda bile ayakkabısız insan kalmamaktadır.

KÜNYE: Uygulanabilir Bir Sosyalizmin İktisadı. Alec Nove, Çev.: Osman Akınhay, Belge Yay., 1991. Sahaflarda 6-230 TL arası.

Ayrıca insanın sürekli daha fazlasını isteyeceği görüşü de bana ters geliyor. Örneğin, başkalarından daha fazla nefes almaya çalışan birini gördünüz mü? Bir şeyin daha fazlasını isteme, ancak o şeyin metalaşmasıyla mümkündür. Ama emin olun, hava parayla satılmaya başladığında bunu da görürüz. Durum tam olarak Türkiye’de, hatta dünyada, konut fazlası varken, konut sorunu olması gibidir.

Farkındayım, konunun dışına çıkmaya başladım ama söylemeden de olmuyor. Neyse, konuya TİK’in yüzüncü yılı nedeniyle yapılan toplantı (Geleceğin İnşası) ile başlamıştım. Düşünüyorum da 1948 yılında yirmi beşinci yılı diye bir iktisat kongresi düzenlendiğini okumuştum. 1981’de de Kenan Evren Cuntasının böyle bir etkinliği olduğunu biliyorum. Eminim benim duymadığım daha çok TİK anımsatmalı toplantı düzenlenmiştir. Kurucu bir kongrenin unutulması olası değil; görünen o ki daha çok TİK girişimine tanık olacağız.


(1) Ahmad F. İttihatçılıktan Kemalizm’e. Kaynak Yay., 1985.

(2) Sağlam R. Hamit Erdem’le söyleşi. Yeni e 74: 116-9, 2023.

(3) Borçların ödenmesi 1954 yılına dek sürdü.