Özgüven patlaması, rehavet tuzağı

Olmasını hiç istemediğimiz sonuç, iktidarın sahip olmadığı yetenekler nedeniyle değil, muhalefetin çalışmayı ikincİ plana iten, anketlere bakıp rahatlayan özgüveni ve bu özgüvenin kaçınılmaz sonucu olan rehaveti nedeniyle başımıza gelebilir.

Gün sayıyoruz artık. Taşlar yavaş yavaş değil, hızla yer değiştiriyor, yerine oturuyor; pürüzler belirlenmiş amaçlara göre rendeleniyor. Kısaca tablo netleşiyor. Netleşmeyen ve seçim sandıkları kapanıp oylar sayılıncaya kadar netleşmeyecek olan ise cumhurbaşkanının kim olacağı, parlamentoda dağılımın nasıl gerçekleşeceğidir. Ama eğer böyleyse tablonun netleştiğinden nasıl söz edebiliyoruz ki? Kamuoyu yoklamalarına bakarak mı ya da bu pek de güven vermeyen sonuçları, afaki analizlerin süzgecinden geçirerek mi? Kuşkusuz kamuoyu yoklamalarını bir yana bırakamayız. Peki, onlara güvenerek “işte sonuç budur” demek doğru olur mu?

***

Kamuoyu yoklamalarını bir süreliğine dışarda bırakarak siyasetteki gelişmeleri yorumlamaya çalışalım. İktidar bloku, devletin resmi kanalı da dahil geniş bir medya desteği ile propaganda çalışmalarını başlatalı epeyce oldu. Aslında son yılların tümüyle bu tür bir çalışma ile geçtiğini söylemek yanlış olmaz. Bu kampanyanın temel stratejisi muhalefeti karalamak, moda kelimeyle ötekileştirmek, yargıdaki yandaşları aktif kullanarak korku iklimi yaratmak olarak özetlenebilir. İktidar, uzun bir mücadele ile üniversiteye dönmeyi başaran sevgili Dinçer Demirkent’in söylediği gibi “kurum ve kurallar bütünü olarak meşru devlet ile bu kurum ve kuralların dışına çıkma fiili gücünü kullanan meşruiyetini anayasadan almayan aygıt olarak devletin kesiştiği alanı, bürokrasiyi (…) rejimin aparatı haline getirdi. Bunu yaparken de normların en üst normu olan anayasaya göre düzenlenmiş hiyerarşisini, yani kuralları değil kuralların dışına çıkan fiili – olağanüstü araçları kullanmayı esas aldı.” Bu stratejinin medya, yargı ve üniversite ile birlikte çok etkili olduğu söylenebilir. Hâlâ sürüyor mu bu etki? Şimdi henüz somut işaretleri sınırlı da olsa bürokraside de bir sarsılma görülüyor. Yeni dönemin en önemli işlerinden birisi bürokraside bugüne kadar süren yasadışılığın sona erdirilmesi olacaktır.

***

İktidar ya da daha doğrusu tek adam rejimi büyük bir kırılma yaşadığı büyük deprem felaketine kadar yasa tanımayan “meşruiyetini” sürdürebiliyor, hesap vermez, hesap sorulamaz otoritesini koruyabiliyordu. Deprem felaketi o güne kadar kralın çıplak olduğunu bilse de söyleyemeyen çoğunluğun korku çemberini aşmasına yol açtı. İktidarın 6 Şubat depremindeki tutumu, yani hazırlıksızlığı, böyle bir hazırlık yapmaya ideolojik politik anlayışının, yönetme tarzının izin vermediğini gösterdi. Bu tür felaketlerle doğrudan ilgili, ilişkili kurumlarının da gücün koruyuculuğuna duydukları güvenle yapılandığını, umursamazlığın her yere, her alana yayılmış olduğunu gördü Türkiye. Bu kurumların ticarete endeksli, kendi bürokratlarını yüksek gelirlerle besleyen ve bağlayan kurumlar olduğunun anlaşılması, rant ekonomisinin, ahlak dışılığın ilk uygun konjonktürde gizlenemez hale gelmesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Sonuçta rejimin sorunları çözmediği, çözemeyeceği, hem teknik hem de anlayış, ideolojik politik yaklaşım olarak halkın çıkarlarını korumadığı, koruyamayacağı çok keskin bir şekilde ortaya çıktı. Büyü bozuldu. “Muktedir” iktidarın muktedir olmadığı anlaşıldı.

Unutmamakta yarar var, iktidarın muktedir olmadığının anlaşılmasında aktif özne halkın kendisidir. Bir yılı aşkın bir süredir toparlanmaya, strateji geliştirmeye çalışan muhalefetin ittifaklar oluşturma konusunda attığı adımlarda ortaya çıkan tartışmalar, anlaşmazlıklar da parti tabanlarının, kamuoyunun aktif itirazı ile giderildi. Sol partilerin sivil toplum kuruluşlarının, muhalefet partilerinin deprem bölgesindeki çalışmaları da yalnız bölge halkında değil tüm Türkiye’de iktidarın dost düşman ayrımını tersine çevirdi ve iktidarı yalnızlaştırdı.

***

Peki şimdi tekrar soralım? Kamuoyu yoklamaları gerçeği yansıtıyor mu? Eğer halka sorulan soru “bu pazar seçim olursa kimi seçersiniz?” sorusundan ibaretse hayır, yansıtmıyor. Kamuoyu yoklamalarının soruları halkın karşı karşıya olduğu sorunlar konusundaki düşüncelerini ortaya çıkaracak türden sorularsa ve yanıtı içinde sorular olarak düzenlenmemişse, denekler toplumsal yapıyı yansıtıyorsa genel durum konusunda bir fikir verebilir. Sorulduğunda hepsi de kurallara uygun anketler yaptıklarını söyleyeceklerdir, ama görünen siyasal eğilimlerin anketlere yansıdığıdır.

***

Özellikle Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük ittifakı yani ülkenin kaderini değiştirebilecek iki ittifakın iki tehlikeli eğilimden uzak durmasında büyük yarar vardır. Bu çekici, albenisi olan, birbirini çoğaltan iki tehlike “özgüven patlaması” ve “rehavet tuzağı”dır. Rejimi değiştirme konusunda duyarlı partilerin, muhalif medyanın güzelleştirerek sunduğu anket sonuçlarını sevinçle, mutlulukla kabul etmeleri büyük yanılgı olur. Çünkü o zaman bir tür kapalı devre “saadet zinciri” kurulmuş oluyor. Ama bu zincir sonuçta hayal kırıklığı yaratmaktan başka bir sonuç doğurmaz; büyük bir yanılsama olan “onlar ne yapar ne eder kazanırlar abi” diyen yanlış algıyı güçlendirir.

Bu kaygımızın nedeni tek adam rejimine ve tek adamın “olağan üstü” yeteneklerine ısrarla vurgu yapan bu yanılsamadır. Değerli yazar Murat Sevinç’in dediği gibi “İktidarın, bitip tükenmez bir güç ve taktik yeteneğe sahip olduğu vehminin, belli muhalif kesimlerde bir tür inanca dönüştüğünü gözlemlemek mümkün. İlk kez bu denli döküldüğü bir devir yaşıyor iktidar bloku, buna karşın o cenaha bakıp hâlâ zekice siyasi manevralar, rahatlık ve özgüven görenler, daha doğrusu ‘arayanlar’ var...” Olmasını hiç istemediğimiz sonuç, iktidarın sahip olmadığı yetenekler nedeniyle değil, muhalefetin çalışmayı ikincİ plana iten, anketlere bakıp rahatlayan özgüveni ve bu özgüvenin kaçınılmaz sonucu olan rehaveti nedeniyle başımıza gelebilir.

***

Desteksiz özgüven ve rehavete kapılma tehlikesine karşı desibeli gittikçe yükselen uyarı, muhalefetin yönetim kadroları içindir; yoksa halkta, seçmenlerde böyle bir yanılsama, aldanış söz konusu değildir.

Tam tersine korku sınırını aşmış halk, rehavete karşı uyarının öznesi, sahibidir.