Kısa sürecek devrimci evrenin görevleri

Yaşadığımız, tüm zorlukları ve imkanları ile içinde bulunduğumuz kısa evre her iki ihtimalde de sol siyasi parti ve hareketlerden devrimci, kararlı, inatçı bir tutum bekliyor…

İki hafta sonra oy kullanacağız ve parlamentoda güçler dengesinin nasıl şekilleneceği belli olacak. Farklı siyasi eğilimler 600 kişilik Meclis’e yansıyacak. Dahası Anayasaya göre olağanüstü yetkilere sahip Cumhurbaşkanını da seçeceğiz. Şimdiki Cumhurbaşkanı kazanırsa var olan rejimin daha da koyulaşarak süreceğini, artık tek adam rejimi olarak nitelemenin durumu anlatmaya yetmeyeceğini herkes biliyor. Tek adama karşı tek adayda birleşmiş geniş muhalefet bloku (Millet İttifakı + Emek ve Özgürlük İttifakı) kazanırsa “Cumhurbaşkanlığı Hükümeti” sisteminin nasıl uygulanacağını, parlamenter sisteme “de facto” geçişin nasıl, hangi yöntemlerle “kuvveden fiile” geçirileceğini, var olan olağanüstü yetkilerin nasıl kullanılacağını o zaman göreceğiz.

***

Geçen 20 yılı aşkın sürede özellikle de Cumhurbaşkanlığı hükümeti sistemine geçildikten sonra oluşan ve devleti dönüştüren yıkıntının nasıl temizleneceğini henüz bilmiyoruz. Millet İttifakı iktidar olursa verilen sözleri ciddiye alarak söyleyebiliriz ki, ekonomide yıkıntının üstesinden gelmek bir sistem değişikliği söz konusu olmadığı için sınırlı kalacak, evrensel hukuk ve temel insan hakları konusunda bir ilerleme beklenebilecektir. Belli bir güçle parlamentoda temsil edilecek sosyalist partilerin temsil edildiği Emek ve Özgürlük İttifakı sol muhalefeti, yenilen eski rejim yandaşları ise “aşırı sağ” muhalefeti oluşturacaklardır. Eldeki verilere ve yapılan analizlere dayanarak Millet İttifakı iktidarının, sol muhalefetle iyi ilişkiler kurduğu, demokratikleşme yönünde adımlar attığı sürece varlığını sürdürebileceğini, tersi halde uzun süre ayakta kalmasının mümkün olmayacağını söylemek kehanet sayılmamalıdır.

***

Kuşkusuz bu değerlendirmeyi yaparken iktidarı ve muhalefeti oluşturacak güçlerin politik olarak bir değişim geçirip geçirmeyeceklerini, temsil olanaklarını yalnızca meclis ve cumhurbaşkanlığı ile sınırlandırmayan halk hareketinin gelişmeleri nasıl değerlendireceğini dışta bırakarak konuşuyoruz.

***

Kuşkusuz birtakım tahminlerde bulunabilir, farklı senaryolar üzerinde spekülatif değerlendirmeler yapabiliriz. Üstelik bu tür fikir jimnastikleri yararlı da olabilir; ama şimdi öncelikli konu geniş muhalefetin seçimleri kazanmasının mümkün olup olmadığı konusudur. Kamuoyu yoklamaları “geniş muhalefetin” Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde az bir farkla önde olduğunu gösteriyor. Araştırma şirketlerinin tahminlerinin seçim sonuçlarıyla örtüşmediğini geçmiş seçimlerden biliyoruz; belki mitingler, kitlesel toplantılar, sokağa yansıyan heyecan daha fazla fikir verebilir. Kuşkusuz bu konuda yapılacak sosyolojik değerlendirmeler de tahminlerimizin sağlıklı olması açasından önemlidir.

Ama her türlü devlet gücünü elinde bulunduran, medya üzerinde hakimiyeti yüzde 90’ların üstünde olan, sosyal medyayı milyonluk bütçelerle oluşturulan trol ordularıyla manipüle eden ve nihayet sandık sonuçlarını değiştirebilmek için elinden geleni yapan bir güçten söz ediyoruz. Buna seçimleri etkileyecek kitlesel göz altıları ve iktidardan güç aldığı belli parti binalarını kurşunlamak gibi sokak terörüne baş vurabilen öbeklerin varlığı da değerlendirmelerde dikkate alınmalıdır.

***

Şimdi sormanın tam zamanıdır; bu tablodan demokrasi çıkar mı? Bu önemli sorunun, kısaca yüzyılların sorusunun kestirme bir yanıtı yok ne yazık ki. Demokrasi ile ilgili farklı yaklaşımlar, halkın yönetimde, yasamada, bürokraside nasıl vücut bulacağı sorusuna verilecek yanıtlarla ilgili teorik ve pratik bir sorun olarak karşımıza çıkar. Bu sorun tarih boyunca farklı coğrafyalarda çok farklı yanıtlarla çözülmeye çalışılmış, ama her yerde geçerli olabilecek bir yanıt verilmesi, filozofların, siyasetin, sınıfların uzlaşması, tarihin sonlandırılması mümkün olmamıştır. İyi ki de olmamıştır ve bundan böyle de olmayacaktır.

***

Bulunan çözümler geçici, halkın gerçek temsiline yol açmayan egemen sınıfların çıkarlarını gözeten çözümler oldu. Halk sınıflarının siyasi temsilcileri, temel sorunun, sömürünün ortadan kalkmasını sağlamayacak çözümlerin “gerçek demokrasi” olarak kabul edilemeyeceğini biliyorlar. Ama aynı zamanda bu sonucun elde edilmesinin var olan durumu kabul etmek değil, görmek ve değiştirmek için uzun erimli bir mücadeleye girişmekle mümkün olabileceğini de biliyorlar. Ama ekonomik, sosyal, politik sıkışma anlarında öyle olanaklar ortaya çıkabiliyor ki, düzen partileri bile radikal tutum takınmak zorunda kalabiliyorlar. Söylemleri, gerçek düşüncelerini yansıtmasa da radikalleşebiliyor.

***

Türkiye bu tür bir evreden geçiyor. Demokrasi tartışması da bu türden gergin bir dönemin damgasını taşıyor. Bir yanda otokrasinin egemenliğine son vermek hedefi, geniş muhalefet cephesinin sınırlı hedeflerde birleşmesini ve bir zafer kazanması ihtimalini güçlendirdi. Ama öte yandan ve aynı zamanda bu durum, halkın istemlerinin siyasetin önüne geçtiği, sol siyaset durumu netlikle ve ivedi olarak görmezse çok da uzun sürmeyecek devrimci bir dönemden geçtiğimizi haber veriyor. Bu kısa evre, seçimler ve sonra yeni siyasi düzenin kurulması ile sınırlı, umudun ve riskin aynı anda gündemde olduğu bir zaman dilimini kapsar. Bu kısa sürenin nasıl sonuçlanacağı, iktidar seçimleri bir şekilde “kazanmayı” başarırsa düzen muhalefetinin tutumunun ne olacağına; solun ağırlaşacak koşullarla tanımlanabilecek tehlikeli dönemi nasıl karşılayacağına; seçimleri muhalefetin kazanması durumunda solun kazanımları nasıl daha ileriye taşıyabileceğine, yeni olanakları nasıl değerlendireceğine bağlıdır.

***

Bu iki ihtimalli evrenin anahtar cümlesi, geleceği içinde taşıyan “demokrasi için, demokratikleşme için mücadele”dir. Seçimleri muhalefetin kazanması halinde yeni evre, seçim öncesinde halk sınıflarının taleplerine yanıt verme kaygısıyla zorunlu olarak radikalleşen söylemin sınanma evresi olacaktır. Halk sınıfları verilen ve radikal değişiklikleri gerektiren sözlerin yerine getirilmesini isteyecektir. Eğer parlamento içi ve dışı sol, örgütlü kesimlerin, demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, halk sınıflarının siyasi uzantısı, temsilcisi olarak taleplerin peşine düşerse, hem kitleselleşebilecek, hem de yeni dönemin, yeni evrenin sınırlarını genişletebilecektir.

Yaşadığımız, tüm zorlukları ve imkanları ile içinde bulunduğumuz kısa evre her iki ihtimalde de sol siyasi parti ve hareketlerden devrimci, kararlı, inatçı bir tutum bekliyor…