İnsan memnu olana haristir ama...

Gizli gizli pudra şekeri çekip (!), gözlerden ırak olduğunu sanarak yatta partileyip ya da kumar masalarında yakalanıp riya içinde yaşamak yerine meyhanede dostlarıyla iki kadeh içip sohbet etmeyi isteyenlere sataşmaya devam ederken içkiden aldıkları vergiyle açıkları yamamaya çalışmaları göze batmıyor. İnsan memnu olana haristir ama riya çok büyük bir kabahattir.

İnsan, doğası gereği merak eder. Küçük bir çocuk bile kendinden bir şeyin gizlendiğini sezerse o şeye karşı daha çok ilgi duyar. Yasaklar, kısıtlamalar, sansürler gizlenmeye çalışılan şeyin daha çok insan tarafından merak edilmesine ve giderek popüler hale gelmesine yol açar. Bir şeyi yapmamız yasaklandığında o davranışı gerçekleştirmeye yönelik isteğimiz artar, kısıtlanan şey daha büyük bir cazibeye bürünür. İnsan memnu olana haristir. Bu nedenle kişi ve kurumların yasakların ve sansürün işe yaramayacağını, hatta kendileri adına daha olumsuz sonuçlar doğuracağını anlamaları gerekir.

Misal alkollü içkilerle ilgili olarak ulaşabilirlik zorlaşır, reklam azalır, fiyat gün be gün artarsa alkol tüketimi nispeten azalır lakin alkolün karalanması ya da yasaklanması ilgiyi azaltmamakta aksine artırmaktadır, halbuki alkollü içki kullanan herkes bağımlı veya potansiyel suçlu değildir. Yasaklamalar, inanç perspektifini temel alarak mahalle baskısına olanak tanıdığından yaşam tarzına müdahale boyutuna gelir. Ülkemizde alkollü içki satılan mekan sayısı düşük olan şehirlerimizde alkollü içki tüketimi oldukça yüksektir. Bunun nedeni, o illerde alkollü içkilerin yol kenarlarında veya başka gizli mekanlarda tüketilmesidir. Yani “Yasaklarız, içmezler!” yaklaşımı her daim hüsranla sonuçlanır.

Alkollü içki tüketim özgürlüğü yaşadığımız topraklarda tarih boyunca baskılanmıştır. Bu kısıtlamalar özünde ciddi bir hak ihlali ve yaşam tarzı müdahalesi teşkil etmektedir. Ölçülülük ilkesi, kamusal bir amaca hizmet ederken bu amaç ne kadar meşru olursa olsun kısıtlama ile özgürlük arasında bir denge gözetilmesi esasına dayanmaktadır. Buna göre ülkeler, alkol tüketiminin zararlarına yönelik bir politika geliştirirken alkolizmin yarattığı zararla ortaya konulan çözüm arasında denge gözetmelidirler. Zarar azaltma ilkesi ise tüketim özgürlüğünü bir eylem olarak kabul etmektedir. Buna göre mutlak yasaklama, bireylerin bir ürünü tüketmekten vazgeçmesi için yeterli değildir. Zaten bir ürünün yasaklanması, onun karaborsasının ortaya çıkması/denetimsiz üretilmesi anlamına gelir.

Centre National de la Recherche Scientifique (CNRS) bünyesindeki “Türk ve Osmanlı Araştırmaları Bölümü”nün yöneticisi, Osmanlı İmparatorluğu ve modern Türkiye tarihi üzerine çalışmaları olan François Georgeon da, Rakının Ülkesinde-Osmanlı İmparatorluğu’ndan Erdoğan Türkiyesi’ne Şarap ve Alkol (14.-21. Yüzyıllar) adlı kitabında yaklaşık altı-altı buçuk asırlık bir dönemde Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ve yakın dönem “Erdoğan Türkiyesi”ndeki içki kültürünü ele alır. Şeri kaidelere göre yönetilen bir ülkede alkolün hiçbir şekilde yerinin olmayacağına dair yaygın kanıyı çürütürken imparatorluğun farklı yerlerinde alkol üretimini, ulemanın alkole olan tepkisini, Müslümanlara ve Gayrimüslimlere verilen farklı serbestlikleri ve getirilen farklı yasakları, “Müslümanlar arasındaki kural ihlali”nin tarihini ve alkolden elde edilen yüksek vergiyi irdeler. Nicolas Elias ve Jean-François Pérouse tarafından kaleme alınan sonsözde ise bugünün Türkiye’sinde devletin alkole olan yaklaşımı gözler önüne serilir.

Zaman zaman kısıtlansa veya yasaklansa da İmparatorluk’un tüm dönemlerinde alkollü içki tüketilmiştir. IV. Murat’tan, Mest Selim’e, dervişlerden yeniçerilere, Nefi gibi divan şairlerinden sıradan yurttaşa kadar pek çok örnek verdikten sonra rakının milli içki haline gelmesinin altındaki Jön Türklerin ve Tanzimatın etkisine değinen yazar, “İki ayyaş!” lafına cevaben Atatürk’ün rakı sofralarından bahsederken, “Mustafa Kemal insanları içmeye isteklendirmezdi, artık içerken gizlenmemeye teşvik ederdi. Daha fazla içiliyor değildi, ama daha serbest ve daha görünür bir şekilde içiliyordu” der ve 2003’te TEKEL’in alkollü içecekler biriminin özelleştirilmesini, Akbelen katliamından ötürü adını sıkça duyduğumuz LİMAK gibi iktidara yakın çıkar gruplarına satıldığını anımsatırken iktidarın içki konusundaki tutumunu, ayrıştırıcılığını, içkiyi toplumda görünmez kılma çabalarını, buna bağlı olarak sahte ve kaçak içkideki artışın arka planını, vergiye yüklenerek bütçe açıklarını kapatma politikasını örnekleriyle gözler önüne serer.

Türkiye’de her geçen gün kısıtlayıcı hale gelen alkol politikaları, özellikle ÖTV Kanunu uyarınca düzenlenen “otomatik vergi zammıyla” birlikte alkol tüketicileri için ciddi bir mali külfet, aynı zamanda da yaşam tarzına bir müdahale niteliği taşıyor. Alkollü içkilerde bugün yüzde 300’e varan vergi yükünün yaşam tarzına müdahale olmasının yanı sıra kaçak içki karaborsası ve sahte içkiye bağlı can kaybı olarak geri döndüğünü de unutmamak gerekiyor. Ah, ama pardon. Gizli gizli pudra şekeri çekip (!), gözlerden ırak olduğunu sanarak yatta partileyip ya da kumar masalarında yakalanıp riya içinde yaşamak yerine meyhanede dostlarıyla iki kadeh içip sohbet etmeyi isteyenlere sataşmaya devam ederken içkiden aldıkları vergiyle açıkları yamamaya çalışmaları göze batmıyor. İnsan memnu olana haristir ama riya çok büyük bir kabahattir. Nedense unutuluyor...

 

Künye:

Rakının Ülkesinde - Osmanlı İmparatorluğu’ndan Erdoğan Türkiyesi’ne Şarap ve Alkol

(14.-21. Yüzyıllar), François Georgeon, Çev: Renan Akman, İletişim Yayınları, 2023.