Biz geldik, peki siz neredeydiniz?

Görmeyene kör demek hakkımızı kullanalım artık.

Son günler siyasetin tökezlediği, başlıca işi yalan üretmek olan “iktidar medyasının” “durumu” hazmedebilmek için “ne var bunda” modunda savunmaya geçtiği, insanların Saraçhane mitingiyle cesaretin kapılarını çaldığı, iktidar çevrelerinde tedirginliğin ve ama aynı zamanda yasa dışılığın egemen olduğu ve seçime geniş bir baskı yelpazesiyle gidileceğinin açıkça görüldüğü günlerdi. Kuşkusuz eksiğiyle fazlasıyla bundan sonrasını öngörmek için yeterli ipucu var bu gelişmelerde. Cesaret yükselecek, tedirginlik yayılacak, medya eski özelliği olan yalanda pervasızlaşmada zirveyi zorlayacak, gerçekleri gizlemeye ağırlık verecektir. Eleştirel medyanın sansüre baskılara karşı ayakta kalmak için savaşacağı, kullanıcılarının ise artan baskıya direneceğini, kaotik bir havanın gittikçe yaygınlaşacağını söylemek de yanlış olmayacaktır.

Durum bu diyelim ve siyasetin geleceğine ilişkin iki konuyu tartışalım bugün. İlki, siyaset alanında muhalefetin sarsıntıyı nasıl karşılayacağıdır; ikincisi solun siyasete katılımını, kabuğunu kırmasını kolaylaştıracak özgürlükler meselesidir. İktidar cephesinin yaşadığı sarsıntıyı atlatması, önceki konumlarına -ki sarsıntı epeyce önce başlamıştı- dönebilmesi mümkün görünmüyor. Ekonomide bir müjde gibi sunulan acı reçetelerin toplumu yatıştırması da imkansızdır. Asıl amaç besbelli ki sermaye çevrelerine “duruma hakimiz” demek, daha da çok muhalefetin zayıf halkalarına “boşuna çabalıyorsunuz, at çoktan Üsküdar’da, hem sandıkta hem sokakta iktidarı teslim etmeyeceğiz” mesajını vermektir. Buna belki daha başka adımlar, takiyeyi bir yana bırakıp şeriat propagandasının aracı tarikatları doğrudan savunma manevraları da eklenebilir.

MUHALEETİN AŞİL TOPUĞU

Muhalefet ise henüz yeni durumu tahlil etmiş avantajları, tehlikeleri, tuzakları gözden geçirmiş gibi görünmüyor. İktidar cephesinin hasarı gidermek için alay eder gibi “kollarımı açaydım demokrasi diyeydim” güftesiyle pesten bir sesle söylediği şarkılara, kimi liberal çevrelerin “2002-2007 demokrat AKP devrine dönülsün, ekonomide, demokratik haklarda iyileşme sağlanabilir” ham hayali ekleniyor. İktidarın pek de sağlam durmayan muhalif cepheyi parçalamak için harekete geçmesi Cumhurbaşkanlığı Hükümeti sistemini güçlendirici yeni uygulamalarla baskı rejimini daha aktif, daha pervasız hale getirmek gibi konularda tavizsiz ilerleyeceği artık gözle görülür haldedir.

Görmeyene kör demek hakkımızı kullanalım artık.

Öyleyse ekonomideki ağır bunalımın gözler önüne daha açık, daha çıplak sergilenmesi gereklidir. Dövizde son bir yıldaki yükseliş, artan enflasyon, hızla yükselen işsizlik bu tabloyu anlatmak nasıl yaşamsalsa, sistemin tökezleyen mekanizmalarını deşifre etmek, aldatıcı görüntülere kulak asmamak da en az onun kadar önemlidir.

Meşruiyete aklını takmış sosyal demokratın, eylemi muhalefette aklı öteki tarafta kalmış muhafazakarın iki zayıf noktası “Aşil topuğu” daha var. Birincisi eski devlet geleneği ile dış politikayı irdelemeden “muhalefet edilmez ulusal tabu” sayması, ikincisi kapatılma tehdidi ve baskılara karşın ayakta kalmaya çabalayın HDP ile ilişkide toplumsal, siyasal gerçeklerden uzak tutumunu değiştirmeye yanaşmamasıdır. Buna sosyalist muhalefet ile ilişkilerde sosyalistlerin toplumsal ve aktif muhalefetteki etkisini görmezden gelen “nasılsa desteklemek zorundalar” yaklaşımının yanlışlığı eklenebilir. Sosyal demokrasi toplumsal muhalefetin, 6’lı masaya tabi ya da CHP’li olduğu yanılgısından kurtulamıyor, sokaktaki kitlenin daha solda, köklü hedeflerin peşinde olduğunu anlamakta zorlanıyor.

SOSYALİZM ÖZGÜRLÜKÇÜDÜR

Ama bu konu daha çok sosyalist muhalefetin üzerinde ısrarla durması gereken eski bir sorundur. Haddim değil ama fikrimdir; her şeyden önce düzen muhalefetinin özgürlükçü, solun, sosyalistlerin özgürlükçü olmadıklarına dair yalanı yalancıların yüzüne vurmanın tam zamanıdır. Bu konuda liberal- burjuvazinin sahtecilikle bezenmiş propagandası ne yazık ki etkili oldu; solun sosyalist ülkeler deneyimi doğru dürüst anlatılamamış, o büyük deneyim önemini anlatmak bir yana karalanır olmuştur. Üstü örtülü antikomünizm sola bulaşmıştır. Sovyetlerin dikta rejimi, ekonomik politik abluka altında olduğu söz konusu edilmeyen Küba’nın sosyalizmin yenilgisinin örneği olduğu iddiaları ne yazık ki kimi sol çevrelerde de kabul gören iddialar oldu. Eski masalı yinelemek isteyen, solun özgürlük düşmanı olduğu yalanını yaymaya niyetli anti komünist histeriye açık net bir yanıt vermek bugünün sorunlarını anlatmanın da kapısıdır. Özgürlüklerin kazanılan mücadelenin çapıyla paralel genişleyeceğini, zorbalık geriletildikçe büyüyeceğini, sömürünün maddi temeli bertaraf edilip, sömürüden vazgeçmek istemeyenlerin eli kolu yasalarla bağlandıkça güvence altına alınacağını anlatma günüdür. “Sosyalistler haklarımızı, özgürlüklerimizi elimizden alacak” diye yaygara koparanlara “hangi özgürlüklerinizi, sömürme özgürlüğünüzü mü, hapishaneleri doldurma hakkınızı mı? diye sormakta, egemenler yalana dolana demagojiye sığınırken solun görüşlerini hiçbir zaman gizlemediğini anlatmakta büyük yarar vardır.

Özgürlüklerin garantiye alınması, şimdi her türlü baskıya karşın uğrunda mücadele ettiğimiz düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün süreklilik kazanması da içi boşaltılmamış hedeflerle mümkündür. Kısaca sömürünün ortadan kalkmadığı koşullarda bireysel özgürlük, talep edilecek bir amaç, milimetre milimetre kazanılacak bir hedef olarak kalır. Liberalizmin maddi temeli olmayan bireysel özgürlük kavramsallaştırmasının içi boştur. Özgürlük yalnızca sosyalizmde “tüm temel ihtiyaçların –ücretsiz olarak– karşılanmasının garanti altına alınmasıyla” gerçekleşebilir. Kuşkusuz bu gerçeği kitlelere anlatabilmek için solun gerçekleri içselleştirmesi, kendi tarihi konusunda antikomünizmin tuzaklarına düşmeden gerçekçi olmayı başarması şarttır. Yılmadan bıkmadan anlatmak işimizdir. Soldan daha özgürlükçü, daha hak tanır bir dünya görüşü, bir siyasi akım yoktur. Son günlerin moda sloganı “kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet” iyidir hoştur da “istibdat nedir hürriyetten ne anlıyorsunuz?” sorularına açık net yanıtlar bekler. Bu sözcükler içi doldurulmazsa İttihat Terakki zamanlarının amaçsız, her an rotayı şaşırabilir siyasetine götürür bizi.

 ***

Sol kitlelerle buluşabilmek hem geleceği hem de bugünün sorunlarını anlamak ve anlatmak için çaba göstermekten vazgeçemez. Sloganlar güncel ve yaşamsal gerçeklerle ilişkili değilse, yalnızca iddialarımızın soyut ifadeleri olmaktan öteye geçemiyorsa her anlamda baskı altında bunalan halk sınıflarına bir şey anlatamaz. Sömürü düzeninde siyaset kirlidir; orada mücadele edenler kirlenmemek için çaba göstermeli ama kirli diye de meydandan uzaklaşmamalı, olası bağlaşıklarının kendileri kadar temiz olmasını da beklememelidirler. Gemi metaforu artık eskidi ama gerçek şudur ki aynı gemideyiz; amaç karanlık sulara yelken açan geminin dümenini kural tanımayacağını ilan edenlerin elinden almak, su alan geminin rotasını güvenli bir limana doğru çevirebilmektir.

Kitleler, canı yananlar çok bekleyemezler, müdahale edilmeyen hayat verili koşulların kendiliğindenci seyrinde ilerler, siyasetin kuralı böyledir. Zamanında randevuya yetişebilmek gerekir, yoksa bunalımın altında ezilmiş, canı yanmış insanlar “biz geldik, oradaydık ama siz neredeydiniz” diyeceklerdir.