Bitmeyen 'terörist' yaftası

Siyasal olayları ve gelişmeleri değerlendirirken ise bu malumu unutarak kişisel/kurumsal küçük hesaplarla hareket edilmesi ise politik intihardan ibaret. Politik tutarlılık ise haksızlık ve hukuksuzluk karşısında mağdurun kimliğine göre değil ilkesel tutum almayı gerektiren bir yaklaşımı içinde barındırıyor. Siyasal pozisyonunu illa bir kimlik referansıyla belirlemek isteyenlere ise mağdur seçmeyi bırakıp faillerin karşısına dikilmeyi önerebiliriz.

İktidarın "terörist" yaftasından nasibini almayan pek kalmadı. Komünistler, Kürtler, Aleviler, cumhuriyetçiler, mesleğini ifa eden gazeteciler, müvekkillerini savunan avukatlar, insan hakları aktivistleri, kadın hakları savunucuları, LGBTİ+'lar diye uzayıp giden listede yurttaşlar sadece muhalif olmaları sebebiyle "terörist" olmakla suçlandı, yargılandı ve cezalar aldı, almaya da devam ediyor.

Geçtiğimiz hafta yaşadığımız iki örneği de mağdurları ve konuları farklı olmakla birlikte aynı bağlamda değerlendirmek mümkün. Birincisi Şebnem Korur Fincancı hakkında açılan davada tutukluluğunun devamına karar verilerek üst sınırdan cezalandırılmasının istenmesi, ikincisi de İçişleri Bakanlığının İstanbul Büyük Şehir Belediyesi (İBB) ile ilgili idari soruşturmasını tamamlayıp raporunu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim etmesiyle terör soruşturmasının başlatılmasıydı.

İBB’ye yönelik idari soruşturma 2021 yılı aralık ayındaki bütçe görüşmelerinde Süleyman Soylu’nun; “İBB’de işe alınanlardan 557’si terör örgütleriyle bağlantılı” açıklamasıyla başlatılmıştı. Bu açıklamanın akabinde ise İBB tarafından kurum bünyesinde ve iştirak şirketlerindeki tüm çalışanlar hakkında “güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması” yapılmış, onlarca işçi hakkında bazılarının süren davaları bazılarının ise KHK’lı barış akademisyeni olmaları bahane edilerek işlerine hukuksuzca son verilmişti.

Siyasi iradenin basıncına direnmek yerine hukuksuzluğa teslim olarak işten çıkartmaları tercih eden İBB yönetimi, bu hamlesiyle üzerindeki baskıyı azaltmak bir yana bugün gelen büyük taarruza meşruiyet zemini sağladığının da halen farkında değil. “Hukuksuzlukla müzakere edilmez ancak mücadele edilir” şiarını görmezden gelmenin bedelini ise yalnızca kendileri değil hem ekmeğinden olan emekçiler hem de iradesi gasp edilmek istenen tüm yurttaşlar ödemek zorunda kalıyor.

Şebnem Korur Fincancı davası da “terör” yaftasının bir diğer abesle iştigal örneği. Şebnem Hoca, Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı ve uluslararası saygınlığa sahip bir adli tıp uzmanı olup aynı zamanda insan hakları mücadelesinin de önemli bir öznesi. Bir televizyon programında uzmanlık alanıyla ilgili kendisine yöneltilen soruya verdiği yanıt sonrasında iktidarın hedef göstermesiyle evi basılarak gözaltına alınmış ve akabinde “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla tutuklanmıştı.

Geçen haftaki duruşma Şebnem Hoca’nın Ankara’dan İstanbul’a yedi asker nezaretinde olmasına rağmen yol boyunca kelepçeli vaziyette getirilmesi işkencesiyle başlayıp, yüzlerce izleyicinin salon küçük bahanesiyle içeri alınmaması ve savunma hakkının üç avukatla sınırlanmasıyla devam etti. İfadelerin bitiminde ise savcının en üst sınırdan (7,5 yıl) cezalandırma mütalaası ile mahkemenin davayı apar topar bitirmek için yasal asgari süre olan yedi gün kuralını dahi tanımaksızın duruşmayı altı gün sonraya ertelemesi, kararın aslında çoktan verilmiş olduğunu gösteriyordu. Adına yargılama dedikleri müsamerenin perdelerini bir an önce kapatma telaşıyla hareket ettikleri ise tartışmasız.

Her iki hamlenin de iktidarın hedefleri doğrultusunda yapıldığına dair tereddüt bulunmamasına karşın birine tepki gösterip diğerine gösterilmemesi ise rejimin arzuladığı amacın bizatihi kendisi. Saray’ın en büyük başarısının karşısındaki muhalefet cephesini parçalamak olduğu ise artık herkesin malumu. Siyasal olayları ve gelişmeleri değerlendirirken ise bu malumu unutarak kişisel/kurumsal küçük hesaplarla hareket edilmesi ise politik intihardan ibaret. Politik tutarlılık ise haksızlık ve hukuksuzluk karşısında mağdurun kimliğine göre değil ilkesel tutum almayı gerektiren bir yaklaşımı içinde barındırıyor. Siyasal pozisyonunu illa bir kimlik referansıyla belirlemek isteyenlere ise mağdur seçmeyi bırakıp faillerin karşısına dikilmeyi önerebiliriz.