Yenebiliyormuşuz…   

31 Mart seçimlerinin en önemli sonuçlarından birisi, AKP’nin yenilmezliği efsanesinin bitmiş olmasıdır.

Geride kalan 20 günde, bu veya benzeri pek çok cümle okumuş olabilirsiniz; bu değerlendirmeye kısmen katıldığımı ekleyerek devam edeyim. 

Kısmen diyorum, çünkü AKP’nin yenilmezliği efsanesinin bir darbe aldığını düşünüyorum ancak buna benzer ve hemen hatırlanacak en az 4 yenilgi daha sayabilirim. 

Gezi Direnişi, 7 Haziran seçimleri, 16 Nisan referandumu, Adalet Yürüyüşü de AKP’nin önemli yenilgi anlarıdır. 31 Mart için, “bu da 5” diyebiliriz.

Her birisi birbirinden pek çok farklı özellik taşıyan süreçlerden söz ediyoruz. Örneğin, Gezi daha fazla kendiliğinden bir hareket olarak başlamış, tüm örgütlü güçler daha sonra olanakları ölçüsünde dahil olmuştur. 16 Nisan referandumunda ise, ilk adımda daha fazla örgütlü güçlerin etkisi olmuş, geniş kesimlerin katılımı süreç içinde gerçekleşmiştir.

Mesela, 7 Haziran biraz daha fazla HDP’nin barajı geçmesinin yarattığı bir sonuç iken, Adalet Yürüyüşü CHP tarafından başlatılmış bir eylemdir. Fakat her ikisinin de ilgili partileri çok aşan bir halk desteği bulduğunu ve HDP veya CHP ile hiç ilgisi bulunmayan insanların dahil olduğunu söyleyebiliriz.

Hepsi toplumun farklı direnme eğilimlerini ve bunların siyasal alandaki temsilcilerini yan yana getirmeyi başaran süreçlerdir, hepsi AKP için ağır yenilgilerdir.

Uzatmayalım, AKP yenilebilir, daha önce de yenilmiştir. Fakat esas mesele bu yenilgiyi süreklileştirmek ve Türkiye’nin başına musallat olan bu karanlığa kesin olarak son vermek olduğunda henüz 31 Mart seçimleri de dahil olmak üzere istediğimiz sonuca ulaşamamış durumdayız. 

Yenilgi öğretmen

12 Eylül sonrası Türkiye solunda sık sık “yenilgi öğretmen”e atıf yapılırdı. Doğru değerlendirildiğinde yenilgilerin öğretici olacağı kuşkusuz doğrudur. Ancak eğer sol açısından konuşuyorsak, uzun yıllar yenilgiler yaşamaktan dolayı kazanmayı unutmuş olduğumuzu ve konumuz itibarıyla daha önemlisi, kazandıktan sonra ne yapacağımızı bilmediğimizi söyleyebiliriz. Tam bu nedenle yukarıda AKP’yi yendiğimizi söylediğimiz süreçlerin tamamlanması mümkün olmamış, AKP tüm o süreçlerden belli bir toparlanmayla çıkmayı başarmıştır.

İşte bu nedenle şimdi önümüzde iki önemli görev olduğunu söyleyebiliriz. 

Bir; başarılarımızdan da dersler çıkarmalıyız. 

İki; nasıl devam edeceğimiz konusunda bir netlik ortaya koymalı ve durmamalıyız.

Nasıl kazanıyoruz?

Bu ara başlıkta sadece birkaç noktanın altını çizmekle yetineceğiz, konunun çok daha ayrıntılı ele alınması gerektiğini de ekleyerek başlayalım.

"Nasıl kazanıyoruz" sorusuna verilecek ilk yanıt konusunda tereddütüm yok: Birleşince kazanıyoruz. AKP’nin en önemli başarısı karşısındaki gücü bölmesidir, hatta denilebilir ki iktidarını esas olarak buna borçludur. Bu oyun bozulup AKP karşısındaki güçler birlikte hareket ettiğinde AKP için zor günler başlıyor. 

İki; pazarlık değil, mücadele kazandırıyor. 

Siyasal mücadelenin kurgusu içinde hem mücadele vardır hem müzakere. Bu gerçeği kabul etmeyenlerin siyaset ile ilgilenmesine gerek yok. Ancak meselenin net olarak ortaya konulması gerekir. 

Bazı güçler esas olarak müzakereyi, uzlaşmayı amaçlar ve bunu için “mücadele” eder. Düzen içi güçlerin AKP ile “mücadelesi” yeni bir denge kurmak içindir. Bu yaklaşımın sürekli olarak AKP’ye kazandırdığını ve zor zamanlarını bu sayede aştığını unutmamak gerekir.

Üç; ayrı bir başlık olarak yazmak gerekir, durunca kaybediyoruz. Zaman iktidar lehine işliyor, AKP’nin yenilgiler yaşadığı ve sarsıntılar geçirdiği dönemlerin ortak özelliği mücadelenin süreklileşmesidir. Ara verildiğinde, “du bi bakalım” dendiğinde bu zaman aralığı AKP’ye toparlanması için bir hayat öpücüğü işlevi görüyor, muhalefet içinse bedelleri ağır oluyor.
 
Devrimcilerin görevi

Düzen dışı sol için içinden geçtiğimiz dönemin önemli olanaklar barındırdığı, doğal olarak ciddi sorumluluklar yüklediği açık. 

AKP karşısındaki büyük halk hareketinin bir parçası, onun içinde net bir yeri olmayan bir politik öznenin Türkiye’nin yakın geleceğinde yaşama şansı yoktur. Dolayısıyla, öncelikle AKP karşısındaki büyük halk hareketinin doğal bir parçası olmayı başarmak gerekir.

Doğal olarak pek çok farklılık taşıyan bu büyük kitlenin içinde sosyalistler, halkın AKP karanlığına teslim olmama iradesinin, kararlılığının en net temsilcileri olmak durumundadır. Mücadelenin en ileri ucunu temsil etmeli, ön saflardan AKP’ye karşı dövüşen ve  deyim yerindeyse demoralize edip toparlanmasına izin vermeyen, muhalefetin enerjisini yükselten, AKP karşıtı mücadele eden büyük kitlenin içinde ama “öncü birlikler” olarak sorumluluk üstlenmelidirler. 

Pazarlık, uzlaşma eğilimlerinin yayılmasını engellemeli, AKP’ye karşı mücadelenin ilerlemediğinde gerilediği, kazanmak için görülebilen en ileri noktaya ulaşmanın şart olduğu gerçeğinin daha fazla sayıda insan tarafından kavranmasına pratik olarak katkı yapmalıdır. 

Mesele AKP’nin durdurulması, kimi aşırı yanlarının törpülenmesi meselesi ise burada sosyalistlerin varlığının/öneminin tartışılması mümkündür. İşin bu kısmını yapacak düzen içi güçler pekala bulunabilir. Fakat, eğer hedef AKP karanlığının bir bütün olarak alaşağı edilmesiyse bunun için güçlü/örgütlü etkin bir devrimci öznenin varlığı ön şarttır. 

AKP’nin ancak hep birlikte olduğumuzda durdurulabileceği ne kadar doğruysa kesin bir yenilgi yaşaması için de işçi sınıfının, emekçi halkın geniş kesimlerinin bu mücadelenin odağına oturması gerektiği de o kadar doğrudur. Mücadelenin nasıl sonlanacağı sorusunun cevabı bu görevin yerine getirilip getirilmemesine odaklanmış durumdadır.

Dolayısıyla işçi sınıfının kendi öncü partisi aracılığıyla siyasette daha etkin bir yer edinmesi, sadece bir partinin, sadece işçi sınıfının değil, AKP’den gerçekten kurtulmak isteyen herkesin çıkarınadır. Herkesin çıkarına olması, bu görevin, dönemin özgünlüğünü kavrayan devrimci, komünist kadroların görevi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.