Üçüncü İttifak: Kimler, nasıl bir ittifak oluşturmalı? - 3

¨TİP söz konusu seçimlerde bir siyasal aktör olarak da yer alacak ve halkın oyuna talip olacak. Her parti, eğer seçimlere ciddiyetsiz bir tavırla girmiyorsa, alabileceği en yüksek oyu almayı hedefler.¨

Daha önce iki bölümünü yayınladığımız yazı dizimizi bu üçüncü ve son bölümle tamamlayacağız. Bu vesileyle şimdiye kadar ifade ettiğimiz görüş ve değerlendirmeleri özetlemeye, önerilerimizi dile getirmeye çalışacağız.

Türkiye en geç 2023 Haziran’ında bir seçime gidecek; bu seçimde hem Cumhurbaşkanlığı için hem de milletvekilliği için oy kullanılacak. İçinden geçtiğimiz sürecin özel niteliği gereği, her iki seçim için de halkın çıkarlarını yansıtan seçim tutumları geliştirmek durumundayız.

Açık ki, sosyalist, devrimci, demokratik güçler açısından önümüzdeki seçimin en acil hedefi Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı koltuğundan indirecek bir sonuç almak. Bu konuda en güçlü adayı çıkarma ihtimali Millet İttifakı’nda somutlaşıyor ve görünen o ki muhalefetin en geniş kesimleri Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda üzerine düşen sorumluluğu üstlenmeye hazır. Millet İttifakı’nın aday belirleme sürecinin daha önce yaşadığımız örneklere bir yenisini eklemesi durumundaysa, daha açık söyleyelim, bir kez daha Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir adayın  ya da bugünlerde yeniden ısıtılan Abdullah Gül gibileri tercih edilmesi durumunda kendi yolumuzu çizeceğimiz ve halkın hakemliğine başvuracağımız açıktır.

Biz, Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi için kapalı toplantılara, kulis faaliyetlerine vb. önem vermiyoruz. Bununla birlikte, tüm imkanlarımızı kullanarak, halk içinde yürüttüğümüz çalışmayla bir güç yaratarak bir kez daha hata yapılmasını engellemekle de yükümlüyüz. Görüyor ve biliyoruz ki, halkın içinde örgütlenmiş bir güç yaratıldığı takdirde, kimsenin bunu göz ardı etme ve keyfi kararlar alma imkanı olmayacaktır. Odaklandığımız nokta budur.

TİP’in bu tartışmada kullandığı kavramlarla konuşacak olursak, Erdoğan’ın iktidardan indirilmesi ile somutlaşan “Kurtuluş” evresinde hem sorumluluğumuz hem de yapacaklarımız var. Bu, ne bir koşulsuz destek olabilir ne de halkın acil beklentilerine sırt çeviren bir sorumsuzluk. Çünkü, “Kurtuluş” evresinde takınacağımız siyasal tercih ve tutum, esas olarak Kuruluş evresindeki misyon ve hedeflerimizle uyumlu olmalıdır.

Bu noktada özel bir önem verilmesi gereken milletvekilliği seçimine ve ona ilişkin ihtimallere geçmemiz gerekiyor.

SIKIŞMAYA KARŞI ÜÇÜNCÜ İTTİFAK

Türkiye’de siyasetin en temel sorunlarından birisi en geniş anlamıyla halkın siyasetin öznesi olmasının önündeki engellerdir. Siyaset Ankara’ya, hatta Meclis koridorlarına ve birkaç partinin genel merkezine sıkıştırılmak istenmektedir. Konumuz bağlamında söylersek, hali hazırdaki ittifakların da bu genel eğilimin sürdürücüsü olması Üçüncü İttifak’ın en temel gerekçelerinden birisidir.

Bu durumda, siyasetin sadece seçim sandıklarına, seçimin de düzen siyasetinin iki aktörünün oluşturduğu blokların arasına sıkıştırılmasını kabul etmeyenlerin ve bunun için mücadele edenlerin yan yana gelmesi gerektiğini inkar edilemez. Burada iki ayrı ama birleşik görev tarif ediyoruz: İlk olarak, halkın siyasete katılımının sadece sandık başına gidip oy kullanmaya indirgenmesine karşı toplumsal yaşamın her alanında etkin bir halk hareketinin yaratılması; ikinci olarak da seçimlerde gerçek bir kurtuluş umudu arayan halkın seçeneksiz bırakılmasına, Cumhur ve Millet ittifaklarından birine mahkum edilmesine karşı somut bir halkçı seçeneğin inşa edilmesi.

Bu perspektifin somut karşılığı, kendisini mevcut tabloya ve düzen siyasetinin sunduğu seçeneklere sıkıştırmayı reddeden, bunu aşmak için gayret gösteren ve bu nedenle de mevcut ittifaklar içinde temsil edilme ihtimali bulunmayan tüm güçlerin yan yana geleceği bir zeminin yaratılmasıdır. Dolayısıyla, muhattabımız siyasi partiler, sendikalar, emek-meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri başta olmak üzere tüm halk örgütlenmeleri, halk güçleridir.

Türkiye’nin sorunlarının seçimde kazanılacak bir başarıyla çözülemeyeceği açık. Ülkemizin içine itildiği bataklık bir seçimin sınırları çerçevesinde çözülebilecek aşamayı çoktan geçmiş, ancak radikal bir yeniden kuruluşla mümkün olduğu ispatlanmış durumda. Ancak, bu saptamanın seçimlerin önemsiz olduğu ve seçimlerde halkçı bir strateji ve taktiğin geliştirilmesine gerek bulunmadığı biçiminde yorumlanması da hata olacaktır. Dolayısıyla, Üçüncü İttifak halkın her alanda gücünü ortaya koymasını hedeflemekle birlikte ve hatta belki de tam da bunun için seçimler konusunda da halkın çıkarlarını en yüksek derecede yansıtan bir tutum geliştirmek zorunda.

TİP olarak önerdiğimiz ittifak zemini önümüzdeki seçimlerde halkın seçeneksiz bırakılmasının önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Seçimlere giderken halk içinde yürütülen çalışmayla ve seçimlerde elde edilen başarıyla birlikten seçimlerin ötesine geçen, seçim sonrasındaki siyasal ve toplumsal süreçlerde halkın çıkarlarını dile getiren, Kurtuluş evresinden Kuruluş evresine etkin bir siyasal/örgütsel güç halinde geçmeyi ve mücadelesini sürdürmeyi başaran bir Üçüncü İttifak’tır sözünü ettiğimiz.

2018 yılında örneğini yaşadığımız ittifaklı seçim sistemi bu bahiste değerlendirebileceğimiz bir olanak sunmaktadır. Bu sisteme göre, her parti, ister kendi isim ve adaylarıyla ittifak içinde seçime girebilir isterse ittifak içindeki diğer partilerin listelerine adaylarını yerleştirebilir hatta isterse ikisini birden de tercih edebilir. Bu sistem, hem ittifakın toplam oyu hesap edildiği için uzun yıllardır boğuştuğumuz yüzde 10 barajını aşmaya hem de seçime girme hakkının engellenmesine karşı müttefik partilerin listesini kullanmaya imkan vermektedir.

SOLU OLMAYAN TÜRKİYE HEDEFİ

Türkiye’de siyasetin en temel sorunlarından birinin halkın siyasete katılımının engellenmesi olduğunu söylemiştik. Bununla paralel diğer bir sorun da solun siyasete katılımının engellenmesidir. Bu, o ya da bu hükümetle değil, doğrudan doğruya Türkiye’deki hakim düzenin tercihleriyle ilgilidir ve tarihimiz boyunca süreklilik taşımıştır. Daha şimdiden görüyoruz ki, önümüzdeki süreçte de bu süreklilik korunacaktır; ya Cumhur İttifakı eliyle ya da Millet İttifakı eliyle…

Başta TÜSİAD olmak üzere sermaye çevreleri ve onların arkasındaki uluslararası güçler tarafından hazırlanan senaryoda sola bir yer ve rol düşmediği şimdiden açıktır. Onların hedefi halkın ve solun olmadığı bir ülkedir.

Dolayısıyla Türkiye, kaderini etkileyecek bir kavşağın hemen öncesinde bir kez daha halkın ve solun sesinin duyulmayacağı, sözünün dikkate alınmayacağı, gücünün yok sayılacağı bir noktaya doğru götürülmektedir. Bütün mesele bunu kabullenip kabullenmeyeceğimizdir.

Sadece iki ittifakın mevcut bileşimine baktığımızda bile tablo nettir: Bir tarafta AKP ve MHP’den oluşan Cumhur İttifakı; diğer tarafta 2018 seçimleri bileşimiyle CHP, İYİP, SP ve DP’den oluşan, ancak AKP’den kopanların oluşturduğu DEVA ve Gelecek Partisi ile genişlemesi beklenen Millet İttifakı.

Siyasetle az çok ilgilenen ve Türkiye’deki hakim düzenin tercihlerine aşina olan herkesin rahatlıkla göreceği gibi bu tabloda CHP’nin solunda tek bir güç yoktur. Türkiye’ye biçilen senaryoda halkın özneleşmesi de solun gücü de yoktur, dışarıda bırakılmıştır ve bırakılacaktır.

Bunu en açık biçimde HDP konusundaki tutumda görebiliriz. Türkiye’de 6 milyon yurttaşın oyunu alan, oyunun da ötesinde bir halkı temsil eden, eşit yurttaşlık talebini yıllardır baskıya ve şiddete karşı savunan HDP’nin Türkiye’nin geleceğinde yer alması bir kez daha engelleniyor. HDP’nin karşı karşıya kaldığı tutum, sadece Cumhur İttifakı’nın baskı ve şiddet politikalarıyla sınırlı da değil; kendisine uygulanan tecrit ve dışlama Millet İttifakı’nda da kabul görmüş durumda. Yeri gelmişken söyleyelim, Cumhur İttifakı’nın önümüzdeki seçimlerde HDP düşmanlığının gazına basacağı ve bunun HDP’nin yalnızlaştırılarak kolay hedef haline getirilmesi anlamına geleceği belliyken, her fırsatta HDP “eleştirisi” adı altında halklarımız arasındaki dayanışma ve kardeşleşme imkanını zayıflatan kimi tutumların sergilenmesini de stratejik-taktik yanlışlığı bir yana, siyasal etik açısından utanç verici buluyoruz.

Hem önümüzdeki seçim sürecini hem de genel olarak Saray Rejimi’nden kurtuluş mücadelemizi düşünürken, tasarlarken, pratiğe dökerken bu noktanın akılda tutulması gerektiğine inanıyoruz. Sosyalist hareket, elbette HDP ile ittifak kurmaya mecbur değil; ittifak ilkesel bir tutum olmaktan çok, mevcut siyasal imkanlar ve güç dengeleri gözetilerek geliştirilen bir tutum birliğidir. Ancak, zaten siyasal ve toplumsal çalışmasını ayrı olarak sürdüren sosyalist hareketin seçimlerde bile HDP ile yan yana gelmekten kaçınması durumunda, halklarımız arasındaki kardeşliğin nasıl yaratılacağı, HDP’nin meşruiyetinin nasıl savunulacağı, Kürt halkının siyasal temsil hakkının nasıl korunacağı, bütün bunların halka nasıl izah edileceği yanıtlanması gereken bir sorudur.

Tersi de söylenebilir, pekala HDP de “ben zaten birliği sağlamış durumdayım” veya “HDP zaten ittifakın çatısıdır” gibi bir yaklaşım geliştirebilir. Ancak bunun da önümüzdeki zor dönemin ihtiyaçları açısından doğru bir yaklaşım olmayacağını ifade etmeliyiz.

Bizim iddiamız, hep birlikte, düzen siyasetinin dar sınırlarına hapsolmak, Cumhur ve Millet ittifakları arasında seçeneksizliğe mahkum kalmak istemeyen ve hem siyasal varlıkları hem de çıkarları ve talepleri sistematik biçimde dışlanan tüm güçlerin dayanışma içine girmesi, yan yana gelerek güçlerini birleştirmesi, kolektif bir özneleşmenin yol ve araçlarını geliştirmesi gerektiğidir.

Nasıl ki, düzenin tüm seçenekleri halkın ve solun dışarıda tutulmasına dayanıyorsa, halk adına siyaset yapan tüm güçlerin de bu planları bozmak, güçlü ve etkin bir seçeneği inşa etmek ve ülkemize biçilen dar gömleği yırtıp atmak gibi bir sorumluluğu vardır.

TİPİN ÇABASI, UMUDU VE BEKLENTİSİ

Doğal olarak, TİP’in önümüzdeki seçimlerde kendi adına beslediği umutlar ve beklentiler de bulunuyor. Bunların başında geleni üç yazı boyunca ifade etmeye çalıştık: Saray Rejimi’ne karşı halkın çıkarlarını savunan bir Üçüncü İttifak’ın inşa edilmesi ve bu sayede hem Kurtuluş hem de Kuruluş evresine halkçı bir mühür vurulması.

TİP, böylesi bir imkanın değerlendirilmesi için sahip olduğu tüm gücü, imkanı ve yaratıcılığı kullanmak konusunda kararlıdır.

TİP söz konusu seçimlerde bir siyasal aktör olarak da yer alacak ve halkın oyuna talip olacak. Her parti, eğer seçimlere ciddiyetsiz bir tavırla girmiyorsa, alabileceği en yüksek oyu almayı hedefler. TİP açısından geçerli soru ise şudur: Eğer bu “alınabilecek en yüksek oy” görmeye başladığımız gibi Türkiye sosyalist hareketinin şimdiye kadar aşamadığı oranları aşarsa ve ittifak sistemi dahilinde parlamentoya çok sayıda vekil göndermeyi mümkün kılarsa ne olacak?

“Biz zaten seçimlere vekillik kazanmak için girmemiştik” deyip halkın seçtiği temsilcileri geri çekmeyeceksek, bu temsilciliği üstlenmek ve halkın verdiği görevi en iyi biçimde yerine getirmek gereklidir.

İşte TİP, tam da bu noktada kendi seçim tercihlerini oluşturmaya ve paylaşmaya hazır haldedir. Açıkça söyleyelim; TİP’in önümüzdeki seçimden beklentisi hali hazırda dört olan vekil sayısını örneğin on dörde çıkarmaktan ibaret değildir; TİP’in kendisini temsil etmesi için tek bir üyesinin varlığı bile yeterlidir.

TİP’in esas gayesi seçimler aracılığıyla toplumsal muhalefetin dirençli unsurlarını, onların sözcü ve temsilcilerini, militanlarını parlamentoya taşımaktır. TİP’in listeleri TİP’lileri dolduracağımız bir çuval değil, ülkemizin tüm ilerici birikimini yansıtacak ve parlamentoya taşıyacak bir kolektif mücadele zemini olarak oluşturulacaktır.

Örnek vermek gerekirse, TİP’in adaylıkları siyasetin sadece izleyicisi kılınmak istenen halkın temsilcilerine, ülkenin dört yanında direniş sürdüren işçilerin, adalet mücadelesi veren barış imzacılarının, Kaz Dağları Direnişi’nin, Boğaziçili öğrenci ve akademisyenlerin, özgür bir ülkede yaşayabilmek için kavga veren kadınların, onuru için ayağa kalkan LGBTİ+’ların, tutuklu gazetecilerin, burada sıralamaya kalksak sayfalar tutacak olan tüm ilerici, eşitlikçi, özgürlükçü birikimin temsilcilerine ayrılmıştır.

Tüm bu muhalefet ve direniş güçlerinin kendi aralarında belirlediği temsilcilerin, TİP’in listelerinden aday olup parlamentoda yer bulabilmesini istiyoruz. Bir kez daha belirtmek gerekirse, parlamentonun daha fazla sayıda TİP’liye ihtiyacı yok; ama ülkemizin tüm muhalefet ve direniş güçlerinin parlamentoda da yer alması, sürdürdükleri kavgayı mecliste de temsil etmeleri, Türkiye’nin yeniden kuruluşu sürecinde dışlanmak istenen kesimlerin sözcülüğünü de sürdürmelerine hepimizin ihtiyacı var.

Sonuç olarak, TİP kendi adıyla ve toplumsal muhalefet güçlerinin belirlediği temsilcilerden oluşan adaylarıyla seçime girmeyi; ülkemizin tüm sosyalist, devrimci ve ilerici güçlerini yan yana getirmeyi ve HDP ile seçime girme hakkı olan olmayan tüm ilerici güçlerle bir ittifak ilişkisi geliştirmeyi; ve seçimle belirlenecek parlamentoda bir sosyalist grubun oluşmasını hedeflemektedir. Böylesi bir ittifak modelinde, tercihlere ve imkanlara bağlı olarak partiler kendi adıyla da yer alabilirler, müttefik partilerin listelerindeki adaylarıyla da. Sonuçta oluşacak grup da bir partiyi değil, parlamentoda yankılanan halkın sesini temsil edecektir. Üçüncü İttifak, bu hedefte başarıya ulaşmanın bir aracı olarak gündemdedir ve daha birçok açıdan tartışılarak geliştirilmeyi beklemektedir.

Türkiye’nin içinden geçtiği süreçte halkın siyaset alanında etkin bir güç olarak yer alması, birçok zorluğu olsa da gerçekçi bir imkan haline gelmiş durumda. Bu imkanın değerlendirilmesi, heba edilmemesi, tüm gücümüzün ve enerjimizin yaratıcı biçimlerde kullanılması bize göre son derece önemli ve tarihsel nitelikte bir görevdir.

Aksi takdirde, Türkiye’nin geleceği düzen aktörlerinin kendi niyetlerine ve çıkarlarına göre şekillendirilecek ve bizler, bundan şikayet etme hakkına sahip olmayacağımız gibi, gelecek kuşaklara bu beceriksizliğimizin hesabını da veremeyecek hale düşeceğiz.