Yaratıcı: Yapay zeka hakkında yeni bir bilim kurgu

Olayların dizgesinin belirli bir noktadan sonra son derece öngörülebilir biçimde gelişmesi, bu arada zaman zaman klişe repliklere yer verilmesi göz ardı edilirse ilginç bir popüler sinema örneği Yaratıcı.

“Yapay zekâ” kavramının menşei 1950’li yıllara kadar uzansa da bu kavram son bir yıldır çok daha sık duyulur oldu. Bunun sebebi ise geçen yılın sonlarında kullanıcıların her konudaki sorularına karşılık veren ChatGPT adlı bir yapay zekâ uygulamasının çevrimiçi kullanıma açılmasıyla beraber yapay zekanın artık geçmişe oranla çok daha geniş halk kesimleri açısından da yalnızca soyut bir kavram değil, günlük yaşamın rutin bir olgusu haline gelmesi. ChatGPT’nin devreye girdiği ilk bir ay içinde 100 milyondan fazla kişi tarafından kullanılmaya başlandığı kaydediliyor.

Örneğin çok sayıda orta ve yüksek öğrenim öğrencisinin ev ödevlerinde ve çevrimiçi sınavlarda ödev ya da sınav sorularını, başlıklarını, konularını ChatGPT’ye girip bu uygulamanın onlara özel olarak anlık türettiği metinleri kendileri yazmış gibi kullanmaları eğitim camiasının aniden kucağında bulduğu yepyeni bir sorunsal. Pek çok meslek dalında da örneğin hukuk ya da tıp alanlarında, bu alanlarının profesyonellerinin iş yükünü ve/veya araştırma süresini azaltmak için yapay zekâ uygulamalarına başvurduğu ve bu arada zaman zaman hatalı sonuçlar elde ettikleri basına yansımış durumda. Çünkü ChatGPT’nin genelde çok etkileyici performanslar sergilerken bazen (özellikle “bilmediği”, daha doğrusu çevrimiçi mecrada karşılığı olmayan kimi konularda -ChatGPT’nin pratiği aslında çevrimiçi mecrada hali hazırda var olan verileri hızla derleyip derhal yeniden işlemek üzerine kurulu-) yalan yanlış karşılıklar ürettiği ve bunları ağzı iyi laf yapan bir palavracı gibi ikna edici bir laf kalabalığı içinde sunduğu da bir gerçek!

Bu tip kimi ‘pratik sorunların’ yanı sıra ve ötesinde yapay zekaya ilişkin daha farklı çekinceler de beşerî istihdama olası olumsuz etkilerinden daha “varoluşsal” kaygılara dek geniş bir skalada ifade ediliyor. Bu son başlıkta kastedilen ise yapay zekanın bir noktada kendi kendisini öngörülemeyen düzey ve biçimlerde geliştirip insanlığı tehdit edebileceğine, hatta insanlığı boyunduruk altına alabileceğine dair öngörüler ya da spekülasyonlar.

İçinde bulunduğumuz dönemde artık bazı yapay zekâ uzmanları tarafından da bir olasılık olarak temkinli biçimde ifade edilmekle birlikte bu tür spekülasyonlar esasen on yıllardır bilim kurgu edebiyatı ve bilim kurgu sineması tarafından işlenegeliyordu. Yukarıda en başta belirttiğim gibi yapay zekâ bir olgu olarak son bir yıldır her zamankinden daha fazla gündemde olsa da menşei 1950’li yıllara dek uzanıyor, hatta “yapay zekâ” terimi kullanılmaya başlanmadan önce de bu nosyonun daha ‘ilkel’ biçimleri “otomat” ve benzeri terimlerle ifade ediliyordu. Robot, siborg ve benzeri olgu ve/veya kavramlar aslında adı konsun ya da konmasın bir çeşit yapay zekâ ile bir şekilde ilişkili olarak tasavvur edilegelmiştir ve bilim kurgusal anlatılarda, özellikle klasik bilim kurgu anlatılarında her zaman değil ama sıklıkla tehdit unsuru olarak temsil edilmişlerdir. Örneğin çocukluğumda Mandrake çizgi romanlarında ‘Yaşayan Makine’ başlığı verilmiş bir serüvende Golyat adlı bir “kompüterin” bir robot ordusunu kullanarak dünyanın hâkimiyetini ele geçirmeye teşebbüsünü ilgi ve merakla okumuştum (*). Klasik temsillerde zekâ sahibi insansı mekanik varlıklar görülürken geçen yaz aylarında sinemalarda izlediğimiz yeni Görevimiz Tehlike filmi Mission: Impossible – Ölümcül Hesaplaşma Birinci Bölüm’de (Mission: Impossible – Dead Reckoning Part One) ise (kötücül) yapay zekâ günümüz gerçekliğine paralel biçimde çevrimiçi bir yazılım olarak perdeye gelmişti.

Geçen hafta vizyona giren Yaratıcı (The Creator) ise çok farklı bir yapay zekâ filmi. Filmin açılışındaki kısa giriş sekansında bir Amerikan askeri yetkilisinin ağzından yapay zekânın Los Angeles’ta bir nükleer bomba patlatmasının ardından ABD’nin yapay zekâyı yasaklamış olduğunu ama Asya ülkelerinin halen yapay zekâyı barındırmayı sürdürdüğünü ve dolayısıyla ABD’nin bu diyarlarda yapay zekâya karşı -11 Eylül saldırısından sonra ABD’nin giriştiği “teröre karşı savaşı” çağrıştıran- bir savaş yürütmekte olduğunu öğreniyoruz. Filmin ana konusunu ise yapay zekâ tarafından yeni ve üstün bir silah geliştirilmiş olduğu istihbaratı üzerine bu silahı bulup etkisiz hale getirmekle görevli bir özel timin faaliyetleri oluşturacak gibi görünüyor başlangıçta. Ancak çok geçmeden filmin rotası 180 derece değişiyor: Daha çok insansı robotlar biçimde tezahür eden yapay zekâ, “köle” konumundan kurtulup “özgür” olmak dışında bir amacı olmayan ve bu arada Uzak Asya’da doğayla barışık yerel halk ile iç içe ve uyum içinde yaşayan yeni bir tür, Amerikan ordusu ise apaçık biçimde katliamcı bir işgal gücü olarak betimleniyor…

Olayların dizgesinin belirli bir noktadan sonra son derece öngörülebilir biçimde gelişmesi, bu arada zaman zaman klişe repliklere yer verilmesi göz ardı edilirse ilginç bir popüler sinema örneği Yaratıcı. Amerikan silahlı kuvvetlerini ‘töhmet altında’ (!) bırakması ise cabası!

(*) Mandrake (Tay Y.) no. 171-173 (1977)