Oyun kültürü ne kazandırır?

Esas mesele, oyun kültürüyle, maç taktiği arasındaki ilişkiden kaynaklanıyor. Bazen bir maç, size alışkanlıklarınızdan feragat etmenizi zorlayabilir.

Futbol sahasına baktığınızda topun peşinden koşan 22 insan görüyorsanız – ki görebilirsiniz, futbolu takip etme biçimlerinden biri olabilir – oyunun derinliğine ilgi duymuyorsunuz demektir. Herkes oyunun derinliğine ilgi duymak zorunda değil ama sizin bu ilgiyi duymuyor olmanız, oyunun bir derinliği olmadığı anlamına gelmiyor.

Sahaya baktığınızda oyunculardan başka şeyler görmeye başlamışsanız, muhtemelen oyuncudan ziyade “oyun” görmeye başlamışsınız demektir. Futbol o noktadan sonra, sahadaki sporcuların birbirleriyle nasıl uyum içerisinde hareket ettiklerini takip ettiğiniz bir hal alır. Oyunun derinindeki temel öge; uyumdur. Oyunlar, güçlerini oyuncuların uyumundan alırlar. Birbirini anlama becerisi sadece bireysel olarak değil, grup olarak gelişir ve oyun akışkan bir hal alır, tempo yükselir. Futbolun izlenirliğini arttıran temel oyun değeri de tempodur zaten. Bu tempo bazen topun hareketini anlatır bazen oyuncuların hareketini...

Uyum ve oynama biçimindeki keskinlik bir süre sonra yetmemeye başlar. Bu oynama biçiminin hangi şartta ve nasıl değiştiğini, dönüştüğünü veya sabit kaldığını gözlemlemeye başlarsınız. Bir oynama biçimi, yıllara yayılan bir süreklilik arz ediyorsa, artık o bir oynama alışkanlığıdır. Oynama alışkanlığını oyuncular, teknik direktörler, kulüp yönetimlerinden bağımsız hale geldiğinde de, görmekte olduğunuz şey, temel olarak oyun kültürüdür.

Eğer bir oyunu, kendisini devamlı tekrar eden şablonlar üzerinden tanımlayabiliyorsak, bu durum yukarıda bahsettiğim “uyum” parametresiyle doğru orantılı olarak genişleyeceği için, ortaya çıkan oyun, muhtemelen rakiplerinizin oyuncu marifetiyle kapatmaya çalışacağı farktan daha büyük bir farka işaret eder. Rakipleriniz bir oyun kültürü, geleneği ve hatta alışkanlığına sahip olmadıkları için, yaşadıkları sorunları sadece ve sadece “oyuncu yetersizliği” üzerinden değerlendirecekleri için, aranıza devamlı büyüyen bir mesafe koymanız mümkün olur.

Türkiye’de oyuna dair bu parametrelerden hangileri, hangi oranda var dersek, cevap vermekte zorlanıyoruz. Oyuncudan oyuncuya, teknik direktörden teknik direktöre değişen oyun yapıları, bir kalıcılık, bir süreklilik arz etmediği için ve tüm sorunları sadece oyuncu üzerinden çözmeyi düşünecek bir zihinsel derinliğimiz olduğu için, bırakın ki bir oyun kültüründen bahsedebilelim, oynama alışkanlığından bile bahsetmemiz kolay değil. Her şeye rağmen, -tesadüfi veya planlı olarak- ortaya çıkmış bazı alışkanlık kırıntıları olduğunu da söylemek mümkün.

Futbolda taktik; bir takımın sonuç almak için hazırladığı planlar bütünüdür. Sezonluk bir ana plan ve ona eşlik eden, maçtan maça uygulanabilecek değişiklikleri içerir. Diziliş, diziliş içinde yer alan oyuncuların rolleri ve o rollere göre oyuncu seçimiyle başlayıp, maç sırasında doğan durumlara göre yapılacak değişikliklerle devam eder. Taktiğe, oyun felsefesine dair bir kıyafet giydireceksek, güçsüz olanın güçlü olana karşı kendini savunma biçimidir diyebiliriz. Eğer futbolda taktik olmasaydı ve herkes çıkıp oynayabildiğini oynasaydı, güçlü olanın daha büyük bir oranda güçsüz olanı yendiği bir oyundan bahsedebilirdik. Öyleyse, maçtan maça farklı taktikler geliştirmek ayıp değildir, yanlış değildir, tersine oyunun bir gereğidir.

Esas mesele, oyun kültürüyle, maç taktiği arasındaki ilişkiden kaynaklanıyor. Bazen bir maç, size alışkanlıklarınızdan feragat etmenizi zorlayabilir. Eğer bu feragatlarınızı arttırıp, her maçı kendi içerisinde değerlendirmeye başlıyorsanız, bu ise sizin oyun kültürünüzü, oynama alışkanlığını törpüleyen bir etki sağlamaya başlıyor ve bir süre sonra, “bu maçta hangi oyuncularla oynasam, nasıl oynasam” derdine düşüyorsunuz. Neticede sorununu oyuncular üzerinden çözmeye çalışan zihinsel seviyeyle eşitleniyorsunuz.

Geçen hafta Galatasaray-Beşiktaş derbisi oynandı. Galatasaray’ın bu seneki oynama biçimi, Beşiktaş futbol takımına üstün geldi. Bu maçın oynanma şeklinden ve oluşan skordan hareketle, spor kamuoyu birtakım değerlendirmelerde bulundu. Bunların dikkate değer olanlarından bazıları; Beşiktaş’ın maç hazırlığının eksik olduğu, Galatasaray’ın güçlü yönlerini silikleştirip kendi güçlü yönlerini parlatmadığı yönündeydi.

Beşiktaş son 7-8 senede, rakibi olduğu dönüşülen takımlara oranla daha başarılı bir dönem geçirdi. Bu başarılı dönemin bir neticesi olarak, futbol takımının kendine duyduğu güven, rahatlık, başarmışlık hissi, kaygı düzeyinin makul seviyelerde tutulması gibi avantajları var. Bu avantajların da etkisiyle, Türkiye’deki ve hatta -belki de abartarak- Avrupa kupası maçlarında o rahatlıkla sahaya çıkıyor. Herhangi bir Beşiktaş maçının yorumunu yaparken, Beşiktaş’a dair yaptığımız yorum genellikle “Beşiktaş çıktı ve topunu oynadı” oluyor. Bu bazen galibiyetinin formülü, bazen de mağlubiyetin sebebi olabiliyor. Zira taktiksel detaylara boğulmadan, daha çok kendi oyununuza odaklanarak oynadığınızda, zaaflarınızı yeteri kadar örtmeye odaklanmıyorsunuz ve rakibinizin de tek odaklandığı yer, sizin zaaflarınız oluyor. Oyunu “oynama” niyetiyle sahaya çıktığınızda meseleniz daha çok futbol topunun çevresinde kuracağınız ilişkinin kalitesidir. O oyunu iyi oynamak için sahip olmanız gereken değerler, sizin takımınıza ait değerlerdir. Bu değerlerde düşüş yaşamışsanız, bu oynama biçiminin üreteceği zarar, hesap kitap yaparak sahaya çıkan bir takımın yaşayacağı zarardan daha büyük olur.

Beşiktaş “büyük takım oyununu” şart, saha, rakip ayrımı olmaksızın, her hafta tekrar etmek isteyen bir irade ortaya koyuyor. Fenerbahçe deplasmanında oynanan bir oyunla, bir başka maçın oynanış biçiminin birbirinden çok farklı gerçekleşmiyor. Aynı zamanda, Beşiktaş bu sezon kötü futbol oynuyor. Oyuncuları formsuz veya yetersiz veya sizin ekleyebileceğiniz herhangi bir faktör. Siz bu oyunu hesap kitap yaparak, zaaflarına oynayarak, şartlarda uygunsa yenebiliyorsunuz. Lakin bu maç Beşiktaş’a kaybettirirken, size ne kazandırıyor, işte futbola dair değerlendirmenin çetrefilli hale geldiği yer, o dur.

Spor kamuoyunun bu maç özelinde Beşiktaş’ı eleştirdiği yer, bence Beşiktaş’ın en güçlü olduğu ve diğer takımlarla arasında net bir fark koyabildiği yer. Beşiktaş’a Galatasaray maçını kazanması için oyun alışkanlığından vazgeçmesi gerektiğini önerenler, Beşiktaş’ın esas güçlü olduğu, fark yarattığı alanı törpüleme teklifinde bulunuyorlar. Beşiktaş’ın asla vazgeçmemesi gereken alan, oynama alışkanlığıdır. O alışkanlıklar üzerine, eksiklerini tamamlamaya odaklanmalıdır. Futbolda oyuncuya dair eksiklikler kolaylıkla çözülebilir, oysa zor olan oyuna dair sorunlardır. Beşiktaş’ın oyun sorunu yoktur, spesifik bir oyuncu sorunu vardır.