Orada bir köy var mı uzakta?

''Köylüler aynı zamanda küreselleşen dünya sayesinde turizm olgusunun batı kentlerinde artmasına bağlı olarak ve diğer taraftan neredeyse son otuz yılda ülkenin tek motoru olan inşaat çılgınlığı nedeniyle ellerindeki tarlaları satıyor.''

Modern olma ya da modernleşme paradigmasının genel mantığı kabaca şudur: Modern olan kenttir, kentte olandır; buna karşın köy geleneksel olanı temsil eder. Bakış böyle olunca da kırdan kente göç olgusu çok uzun yıllar boyunca modernleşmenin bir ölçütü olarak kabul gördü. Ne kadar kentleşirsek o kadar modern olacaktık… Olamadık.

Şimdilerde görüyoruz ki eğer köyden kente göç olgusu kapitalizmin normal seyrinde bir işleyişle gerçekleşseydi kentteki işçi sınıfı ile köy ve köylülük arasındaki bağ da kopar ve kentteki işçi iş gücünden başka satacak bir şeyi, başka bir gelir kaynağı bulunmayan bir sınıf olarak ortaya çıkardı. Oysa Türkiye’de bu geçiş bu kadar sert olarak gerçekleşmedi. Gerçi doksanlı yıllarda Kürt coğrafyasında yapılan ve binlerce köyün boşaltılması ile sonuçlanan zorunlu göç dalgası en başta İstanbul olmak üzere kentlerde ilk defa böyle bir kitleyi de yarattı. Kürt halkı hem zorla göç ettirilmenin şokunu hem büyük kentlerde işsizlik ve açlığın soğuk nefesini ensesinde hissederken hem de daha öncesi böyle bir teması yaşamamış kitlelerce ırkçı saldırılara maruz kalıyordu.

Batıda ve bir miktar da İç Anadolu’da süreç böyle yaşanmadı. Kente göç eden köylülerin zamanla işçileşmesi gerçekleşirken köy ile bağ büyük oranda korunmaya devam etti. Hatta Antalya gibi turizm kentlerine veya Karadeniz gibi mevsimlik işçi arz eden kentlere dönemsel işçi hareketi gerçekleşirken sezon bitimi bu kitle köylerine ve köylülüğe geri döndüler.

Diğer taraftan son on yıldır gerçekleşen bir diğer olguyu da belirtmek gerekir: Artık köyden kente göç durmuş ve hatta tersine göç yaşanmaya başlamıştır. Şimdi ulaşım olanaklarının artması vb gelişmeler ile beraber kent yaşamının günden güne pahalanması köydeki emekçi kitleyi artık köyü terk etmeden şehirde çalışmaya itmektedir. Emekçi kitle servis olanakları olmasa bile sürekli sağlanan ulaşım ağına dayanarak günlük biçimde kentlere inmekte ve akşam olunca evine (köyüne) dönmektedir.

Bunun ana nedeni ise artık köyde geçimlik kalmamasıdır. Bir köylü ailesi bundan kırk yıl kadar öncesine kadar küçük de olsa tarlasını sürer, merasında hayvanını otlatır ve tüm ailenin yoğun emeğe dayalı çabasıyla geçinmeye çalışırdı. Kürt coğrafyası dışarıda tutulursa Türkiye’de büyük topraklarda yapılan tarım yerine küçük köylülüğün tarımı yaygındır. Bu durum geçimliğini sağlayan köylü ailesi için kapalı ama yeterli sayılabilecek bir hayat sunmaktaydı.

Fakat tüm dünyayı etkisine alan neoliberalizm Türkiye kırlarını da etkisine alınca kırda değişim başladı: Öncelikle neoliberalizmin dayattığı politikaların sonucu olarak tarımdaki sübvansiyonlar ya kaldırıldı ya da iktidarların oy deposu olarak gördüğü köylülüğe oy karşılığı pazarlık konusu yapıldı. Diğer taraftan tohumluk, gübre, mazot vb. girdi fiyatlarındaki denetim ve destek kaldırılıp iş doğrudan gelir desteği gibi bir ucubeye dönüşünce köylü için ürünü tarladan kaldırmak anlamsızlaşmaya başladı. Bunların üstüne büyük gıda şirketleri ve süpermarketlerin markalaşma ve gıda standardizasyonu yüzünden birçok köylü üretemez hale getirildi. Son olarak Türkiye’nin bitmez çilesi belirsiz kadastro düzeni ve ortak alanların, meraların vb. köylülerin elinden alınmaya başlaması işe tuz biber ekti.

Antalya Kumluca, Serik gibi ilçelerinde yaş sebze ve meyve üretiminde neredeyse Türkiye’nin toplam üretiminin 1/3’ünü gerçekleştiriyor. Seralarda ve modern teknikler kullanarak istenilen standartları yakalamaları gerekiyor ki ürünleri ellerinde kalmasın. Zaten onların da yapılan araştırmalarda göründüğü kadarıyla en büyük dertleri bu. Artık mera gibi ortak kullanım alanları elinden alınan ve bu nedenle hayvancılık yapması neredeyse imkânsızlaşan köylü diğer taraftan girdi fiyatları, sübvansiyonların kalkması vd. nedenler de üstüne binince artık hane halkının büyük kısmını ek işler yaparak gelir elde etmesi için kentlere yollamak zorunda kalıyor.

Köylüler aynı zamanda küreselleşen dünya sayesinde turizm olgusunun batı kentlerinde artmasına bağlı olarak ve diğer taraftan neredeyse son otuz yılda ülkenin tek motoru olan inşaat çılgınlığı nedeniyle ellerindeki tarlaları satıyor. İnşaat ve turizm hem onlara diğer bir gelir kapısı oluyor hem de artık üretemedikleri için tarlaları elden çıkarmanın iyi bir yolunu oluşturuyor.  

Yazının başlığını da bu yüzden seçtim. Benim kuşağımın çok iyi bildiği bir türkünün dizeleridir  “orda bir köy var uzakta”. Tüm yaşananlardan sonra artık sormak lazım “o köy bizim köyümüz” müdür? Ve artık “uzakta” mıdır?