Türkiye sosyalist hareketinin yeni bir arayış içinde olduğu günlerden geçiyoruz. Bu arayış, sosyalist hareketin 12 Eylül askeri darbesi sonrası “makus talihini” yenecek yeni bir yol arayışıdır.
Bu yol, dünya komünist hareketinin 150 yıllık, Türkiye sosyalist hareketinin 90 yıllık mücadele birikimi üzerine yükselecektir. Büyük bir tarihimiz ve zengin bir deneyimiz var.
Bu yol, geleneksel sol hareketin, başka bir deyişle komünist hareketin yeni bir mücadele hattını örmesi ve yeni bir örgütsel derlenişiyle hayat bulacaktır.
Bu mücadele hattının örüleceği nesnelliğin bugünün Türkiyesi’nde sola alan açıp açmayacağı gibi bir tartışma yaşadığımız son 10 yılda geride kalmış bir tartışmadır. Türkiye’nin toplumsal dinamiklerinin ayağa kalktığı, toplumsal direnç odaklarının ülke sathında ses verdiği, işçi sınıfının fiili grevlerle kendini gösterdiği, sermaye düzeninin sıkıştığı bir tabloyu gözümüzün önüne getirelim.
İşçi sınıfı hareketi, özelleştirme süreçlerine tepkiden bugün başka bir zemin üzerinden yükselmektedir. Birinci cumhuriyetin yıkılmasına dönük toplumsal direnç, bugün başka bir gelecek beklentisine ve arayışına kapılarını açmıştır.
Sermaye düzeninin toplumu taşıyacak bir gelecek projeksiyonu ideolojik açıdan şekillenemiyor, kapıda duran ekonomik krizin yeni bir siyasal krize evrilme olasılığı uzak değil.
Birinci cumhuriyetten ikinci cumhuriyete geçiş sancılarının yarattığı fay hatları, sermaye düzeni açısından yeniden yapılanmanın baskısı olarak görülmekle beraber, toplumda belirgin izlerini sürdürüyor.
Sosyalist hareketin, yükseleceği zemin işte bu fay hatlarıdır: “Yarılacak nesnellik” bu fay hatları üzerinden şekillenecek.
Sermaye düzeninin, yeni bir yapılanma arayışı içinde olduğu herkesin malumu. Bu sürecin, sermaye düzeni açısından başarılı olup olmayacağı biz sosyalistler açısından bir analiz konusu değil, bir mücadele alanı görülmelidir. Aynı zamanda bugün sermaye düzeninin yeniden yapılanma ihtiyacının yapısal sınırları bulunduğunu akıldan çıkarmayalım.
Yeniden yapılanmayı deneyecekler, sağından solundan çekiştirecekler, düzenin devamı ve istikrarı için her türlü pragmatizm örneği karşımıza çıkacak. Bugünden sermaye düzeninin bütün aktörlerinin durdukları yerde kalacakları gibi bir statik bakış içinde olmayalım.
İlk omurga buraya çakılmalıdır. Sosyalist hareketi müzmin muhalefet konumundan çıkartacak ve emekçileri sarmalayacak bir toplumsal hedef ve misyon “sosyalist cumhuriyet” tezi ile dillendirilmelidir. Bugün toplumun güncel sorun ve tepkilerine karşılık olarak değil, bu güncel tepkilere ve arayışa bir tutamak noktası olması açısından. Bugün düzenin ideolojik krizi ve arayışının karşısına sosyalistler sözünü açık olarak ortaya koymalıdır.
İkinci omurga, emekçilerin güncel talep ve tepkilerini sadeleştirerek toparlayacak ve birleştirecek bir “mücadele programının” şekillendirilmesidir. Bu mücadele programının geniş halk yığınları içerisinde propagandası ve halk örgütlenmesine dönüştürülmesi pratik mücadelenin temel omurgası olacak.
Yüzeyel bir seslenme, propaganda ve tepkisel eylemliliklerden öte toplumsal dinamiklere yaslanan ve derinleşen, bu dinamikler içesinde kök salan bir mücadele hattından asla taviz verilmemelidir. Başka bir deyişle, tepkisel eylemliliklerden ibaret bir mücadele yanılsamasına kapılmak yapılacak en büyük hatadır. Bugünün sermaye düzeni ile kan uyuşmazlığı bulunan toplumsal dinamikler ile kurulacak bağ böylesi bir perspektifle ve pratikle sürdürülmelidir. Omurga çakılmalı ve sağlam tutulmalıdır.
Sermaye düzeninin “fay hatlarında” biriken tepkilere dönük örgütlenmelerin yanı sıra, bunlarla beraber, bu mücadelenin merkezine “işçi sınıfı örgütlenmesi” omurgası çakılmalıdır. Hem ideolojik, hem siyasi hem de fiili olarak... Bugün sanayi proletaryasının, metal işçilerinin ayağa kalkması bu alanda da olanakları ve olasılıkları yeterince gösteriyor.
Son olarak, işçi sınıfının öncü gücünü yerleştirmek kalıyor.
İsterseniz bunu başa yazınız...