Kostak Ali Zeybeği, Nataraja’nın Tandava’sı ve Ölüm Dansı

Dans, her türlü iktidara karşı bir duruştur çünkü her dans yıkımın ve yeniden oluşumun bir simgesidir. Nataraja’nın, Kostak Ali’nin, Kıbrıs’taki ölüm ritimleriyle varız.

İzmir’in Harmandalı köyünde kız kardeşinin düğününe giderken hasımları tarafından yaralanır Kostak Ali Efe. Yine de düğüne gider, kardeşinin isteği üzerine de zeybek oynamaya kalkar. Adımları aksaktır, eli zaman zaman kalçasındaki yarasına gider, kolları kartallar gibi yükselir ama ayakta durmakta zorlandığı için dizleri üzerine çöker, zorlansa da yeniden kalkar. Dansını bitiren efe düğünden ayrılır ve ölür. Bu dans yıllarca efenin ailesi tarafından yerelde oynanmış, sonraki yıllarda da çevreye yayılmıştır. Şüphesiz bu topraklarda oynanan en güzel danstır ki insan ancak ölmeden önce böylesine etkili bir dans ortaya çıkabilir.

İngilizler Hindistan’ı sömürgeleştirmeye başladıklarında ilk yaptıkları işlerden biri dansı yasaklamak oldu. İngiliz püriten ve Protestan çalışma ahlakına göre dans şehvete, cinselliğe, dolayısıyla da ahlaksızlığa bir davetti. Oysa dans bir ifadedir. Çıkışı dilden, konuşmadan da öncedir. İnsanın toprakla, göksel varlıklarla, ruhlarla, kendisiyle aracısız olarak bağ kurabilmesinin yegâne yoludur. Bu bağ kurmanın, ifade etmenin araçları on binlerce yıl içinde değişse de dans (hangi tarz olursa olsun) öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Yerküre üzerinde dans etmeyen insan topluluğu neredeyse yoktur. Mezopotamya’da ya da Hitit kabartmalarında yan yana gelmiş halaya duran insanlar, Asya ya da Avrupa’da İÖ 9000’lere tarihlenen mağara resimleri, şamanların günümüze kadar ulaşmış sihirli ritimleri dansın, bugünkü kelime anlamından çok daha ötelerde bir kapsama alanında olduğunu gösterir. Farklı kültürlerin Diyonisoslarını, dans tanrılarını / tanrıçalarını sıralamaya kalksak sayfalar tutar.

Mayıs 2023 seçimlerinden sonra sosyal medyada gündeme gelen bir videoda iktidar yanlısı bir kişinin dansından dolayı özür dilemesi de üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Bu kişi “Allah beni affetsin” diyordu, oysa kazanılan seçim coşkusuyla en içgüdüsel, en doğal edimini gerçekleştirmekteydi. Dans ettiği anda tüm insani varlığıylaydı, özür dileğindeyse koşullanmış, koşullandırılmış varlığıyla. Dansın yasak ya da günah olması toplum üzerinde hegemonya kuran iktidarların işidir. Bu temel içgüdüsel edim insanı insanlıktan çıkarma amacındaki farklı dinlerde, ideolojilerde kendini gösterir. Örneğin, Emma Goldman’a atfedilen “Dans edemediğim devrim, devrim değildir” sözü üzerine değerli düşünür Metin Çulhaoğlu’nun bir yazısından aktararak söylersek “Danslı bir toplantı sırasında dönemin önemli anarşist liderlerinden Alexander (Sasha) Berkman’ın kuzeni olan bir genç, dans etmeye fazla düşkün bulduğu Goldman’ın yanına gelip dans etmenin onun gibi bir ajitatöre yakışmayacağını fısıldıyor. Emma Goldman da tepkisini şöyle ifade ediyor: Davamız, benden bir rahibe gibi davranmamı beklememeli, hareketimiz de bir manastıra dönüşmemeli. Böyle olacaksa, istemem kalsın” demiştir. (Living My Life, s. 53).

Dans, az önce de vurguladığımız gibi sadece zafer coşkusu, düğün, dernek, eğlence, ibadet değil bütün bunları ötesidir. Dildir, ezgidir, konuşmadır, erotizmdir, şiirdir, kısacası yaşamda ne varsa dansta, dansta ne varsa yaşamda vardır. Destansı film Rebetika’nın son sahnesinde İzmirli Marika’nın defnedildikten sonra arkadaşlarının durduğu dans da varlığa ve anlama en derin yerinden bağlanır.

Dans üzerine ilk yazılı metinler Hindistan yazıldı. Natya Sastra, dans bilgisi demek. Tarihlemesi İÖ 500’lerden İS 500’lere kadar uzanan bir zaman dilimi. Nataraja ise yine Hindistan’da dönüşümün kişileştirilmiş hali diyebileceğimiz Şiva’nın dans ederken aldığı ad. Hint inanç sistemlerinde dans tanrısallığın, kısacası kutsallığın bir aracı. Natya Sastra Hindistan’daki bütün gösteri sanatlarını, tiyatroyu, baleyi, ve elbette sesi, müziği de içerir. Ayrıca, dans platformunun, mekanının, tapınağının kurulması da kendi içinde bir teknolojidir. İnsanın bedeniyle yaptığı dans bütün bir kültürel ve teknolojik üretime, yaratıma da yansır. Hindistan’ın kadın dansçıları bayadereler modern baleye de ilham vermiş, 1800’lü yıllarda tasarımlanan La Bayadere balesi birçok ülkede popülerliğini hâlâ daha korumaktadır.

Nataraja’nın tandava dansıysa iki şekilde icra edilir: Dans neşeliyse Ananda Tandava, öfkeliyse Rudra Tandava’dır. Nitekim dönüşüm demek yıkım ve yaratımdır. Bu dans da tüm danslar gibi yıkım ve yaratımın dansıdır.

Yönümüzü Akdeniz’e çevirelim. Tarihler 1926 yılını gösterirken Kıbrıs İngiliz yönetimindedir. Süveyş Kanalı açılınca kıymete binen Doğu Akdeniz’de ne yapacağını bilemeyen Osmanlı padişahı, Kıbrıs’ı İngilizlere para karşılığında vermiştir. Üç Kıbrıslı İngiliz yasalarına göre ölüme mahkûm edilir. Son arzuları sorulduğunda içlerinden biri dans etmek istediğini söyler. Mahkûm asılmadan önce dans ederek bu dünya, bu yaşam ile hesaplaşmasını yerine getirmiştir. Artık hiçbir şey kalmamıştır geriye, sadece bu yazıda yer bularak yaratıcılığına devam eder.

Dans, her türlü iktidara karşı bir duruştur çünkü her dans yıkımın ve yeniden oluşumun bir simgesidir. Nataraja’nın, Kostak Ali’nin, Kıbrıs’taki ölüm ritimleriyle varız.

İş bu kısa yazı Levent’e ithaf edilmiştir. Levent’in varlığı bir danstır.