Kod adı Zilli Kurt

İktidarın kapsama alanı içine girmeyen her muhalif yalnızlaştıkça ve siyasi iddia sahibi olarak etkisizleştikçe hegemonya sahibinin üzerine yapıştırdığı yafta bir deli gömleğine, bukağıya dönüşür. Egemen ideolojinin etkisinde kalan yığınlar, onlara daha iyi bir gelecek vaat edenleri bile devlet ve millet düşmanı birer Zilli Kurt olarak görebilir. 

Her topluluğun bir Yahudisi vardır!

Farklı siyasi gelenekten katılımcıların yer aldığı bir toplantıda merkezi kampanyayla ilgili değerlendirmeyi paylaşmak ve moderasyonu yapmakla görevlendirilmiştim. Nihayetinde yaptığım sunum mutabakata varılmış bir metnin aktarılmasıydı ve ilgili kurulda salonda yer alan katılımcıların temsilcileri de bulunuyordu. Değerlendirmeyle ilgili söz alanlardan bazıları işi kişiselleştirip eleştirinin dozunu kaçıracak tarzda kürsüyü hedef alan bir üslupla konuşmaya başlayınca 68’li abilerimizden biri söz istedi. Her zamanki gibi not kağıtlarıyla birlikte kürsüye geldi ve sözlerine başlamadan önce bana dönüp ilk defa o zaman duyduğum şu cümleyi söyledi: “Her topluluğun bir Yahudisi vardır ve neyleyelim ki bu meclisin Yahudisi de sensin!”

Gerilimi azaltmak amacıyla söylenmiş olsa da ve her ne kadar kendisi kişisel olarak öyle düşünmese de anlatılmak istenen belliydi: İşler istenildiği gibi gitmediğinde çarmıha gerilecek biri aranırdı ve genellikle de o kişi en çok göz önünde olan, diğer grup ve kişilere kıyasla arkasız olan olurdu.

Kararların kolektif bir şekilde alındığını bilen biri olarak abimizin söylediğini üzerime alınmadım tabii ama bu nükteli sataşma, topluma egemen olan davranış biçimlerinin onu değiştirmek isteyenler için de geçerli olabileceğini daha çok düşünmeme neden oldu.

***

Tarihin çarmıhı, makro ya da mikro iktidarlarını sürdürmek için verili anlayış dışında davrananı günahkar, suçlu ilan eden sayısız örnekle dolu. 

Duruma ve coğrafyaya göre “kötülüğün kaynağı” bazen Yahudiler olmuş bazen çingeneler bazen de aynı dinden, mezhepten ya da siyasi görüşten olsa da davaya ihanet ettiği varsayılan “hain”ler.

Yahudiliğin topluma zararlı bir “öteki”, dahası bir “nefret objesi” olarak görülmesinin tarihsel kökleri var. Semavi dinler üzerinden kurulan ilk dinsel iktidarı temsil ettiklerinden olsa gerek kendisinden sonra gelen din otoriteleri tarafından egemenliklerine yönelik bir tehdit olarak algılanmış Yahudiler; zaman içinde çingeneler ve komünistlerle birlikte tecrit politikasının öznesi olarak görülüp kara propagandanın vazgeçilmez ögelerinden birine dönüşmüşler.

Kara propagandanın gücü, bir kişi ya da görüşü kötü, lanetli ilan edip hızla dışlaştırabilme kapasitesinde saklıdır. Tehlikeli olan aynı zamanda şeytani olandır. Birinci dünya savaşından yenik çıkmış yokluk yoksunluk içindeki Almanya’nın nefret objesi Yahudiler iken XXI.  yüzyılda Yahudilerin yerini başta Türkler olmak üzere göçmen işçiler, mülteciler alır. Nazi döneminde Yahudilerin yakalarına ya da kollarına takmak zorunda oldukları “sarı yıldız” Türk ya da Orta Doğuluyu imleyen “kara kafa” ile yer değiştirir. Amerikalı bir ırkçı için Afro Amerikalılar beyaz ırkın saflığını tehdit eden en büyük tehlikedir. “En iyi kızılderili ölü kızılderili”nin güncellenmiş hali “En iyi zenci, ölü zencidir” ibaresidir.

Çoğaltılabilir...

***

Bir kişi ya da topluluğu şeytanileştirerek hedef tahtası haline getirmenin en çarpıcı tanımlamalarından biri “Zilli Kurt”tur. Bu topraklara özgüdür ve literatüre kazandıran büyük yazarımız Yaşar Kemal’dir.

2011 yılının Aralık ayında, kendisine Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi tarafından “onursal doktora” verilmesi vesilesiyle yaptığı konuşmasına, “Biz sanatın gücüne ve sanatçının sorumluluğuna inanan bir kuşaktık. İnatla bu topraklarda yaşanan acıların, duyulan özlemlerin sesi olmaya uğraştık. Bunun için de çoğumuz bedel ödedik.” diye başlayan Yaşar Kemal, şöyle devam eder: “Zilli Kurt diye çok anlattığım, yazdığım bir gerçek vardır. Doğu Anadoluda kurtlar bir beladır. Bir kurt bir koyun veya keçi sürüsüne dalar, bütün sürüyü parçalar. Kurt dalmış sürüden artık hayır yoktur. Ve koyundan, keçiden başka geçimi olmayan Doğu Anadolu halkı, sürüsüne kurt girmişse çöker, biter, açlıkla karşı karşıya kalır. Bu durumda köylü, kurttan öcünü almak ister. Atlanırlar, köpeklerini, iplerini alırlar. Kurt avına çıkarlar. Kurtları diri yakalamaktır en büyük amaçları. Usulünü bilirler, kurtları diri yakalarlar. Kin bağladıkları, öç almak istedikleri kurda bir fiske bile vurmazlar. Kurdu hiç incitmezler. Yalnız sağlam bir telle ya da kirişle kurdun boğazına bir zil takarlar ve kurdu salıverirler. Boğazı zilli kurt, hiçbir canlıya yaklaşamaz. Boğazında zil, bozkırlar boyunca, dağlar boyunca koşar durur ve bir gün açlıktan ölür. Bu, insan aklına gelen işkencelerin, zulümlerin en korkunçlarından biridir. Türkiye’de pek çok yazar bu bedeli Zilli Kurt olarak ödemiştir.”

“Teşbihte hata olmaz” denir, öyle anlaşılsın, öyle kabul edilsin.

“Zilli Kurt” yakıştırması ve pratiği ile yad, yabancı, öteki gibi kavramlar arasında nedensellik bağı var. Yabancı nasıl davranacağı kestirilemeyen, mevcut topluluğa ait olmayan ve bilinemezlik vasfı nedeniyle zarar verme potansiyeli taşıyan kişidir. Ötekileştirilerek “yabancı” konumuna itilen kişi ya da kişiler hızla Zilli Kurt olarak damgalanır, bir cüzamlı gibi toplum dışına itilir.

Her dönemin Zilli Kurt’u, öne çıkarılanı farklıdır. İktidarın dili ihtiyaç duyduğu hasımlık üzerinden Zilli Kurt’u tarif eder. Kimin ne zaman nasıl Zilli Kurt olacağını siyasi hegemonya belirler. Kâh kökü dışarıda din düşmanı kuyruklu bir zındık olur Zilli Kurt, kâh Kürt, kâh Alevi.

Yaşar Kemal’in yazarlığa başladığı ilk yılların Zilli Kurt’u komünistlerdi. Rejim karşıtları uzun mahpusluk yıllarından sonra ücralara sürgün edildi. Kendilerinden önce dosyaları gitti bürokrasinin ilgili mercilerine, taşra kahvehaneleri kuşkulu bir mesafe ile karşıladı ne idüğü belirsiz “vatan hainleri”ni. Aynı yıllarda Nâzım Hikmet’in Sabahattin Ali’nin görünmez bir korku halesiyle çevrilmiş isimleri ev içi sohbetlerde bile fısıltıyla anıldı. 12 Mart ve 12 Eylül’ün yarattığı büyük tahribatı geçiyorum belki de en kötüsü Gezi sonrası yaşandı. Milyonların meşru talepleri üzerinde yükselen Gezi direnişinin savunucuları üzerinden on yıl bile geçmeden hedef haline getirildi, yalnızlaştırıldı.

Öyledir: 

İktidarın kapsama alanı içine girmeyen her muhalif yalnızlaştıkça ve siyasi iddia sahibi olarak etkisizleştikçe hegemonya sahibinin üzerine yapıştırdığı yafta bir deli gömleğine, bukağıya dönüşür. Egemen ideolojinin etkisinde kalan yığınlar, onlara daha iyi bir gelecek vaat edenleri bile devlet ve millet düşmanı birer Zilli Kurt olarak görebilir. 

İktidar bir kişi ya da zümreyi, topluluk ya da örgütü bir kere “kötü” ve “zararlı” üzerinden yaftalayıp onu Zilli Kurt ilan etmesin yargı sopasının başat aktör olduğu bir siyasi, sosyal, iktisadi ve kültürel mekanizmanın çarkları acımasız bir şekilde harekete geçer. Ezkaza yanında duran, destek veren, yasaların uygulanmasında çifte standart olmasın diyen de Zilli Kurt ilan edilenle birlikte yaftalanır, tecrit mekanizmasının çarkları bu kez onun için dönmeye başlar. Ve bu böyle devam eder, gider...

***

“Köprüden önce son çıkış” olarak tarif edilip hayatiyet atfedilen seçimler de kaybedildi. Batı cephesinde yeni bir şey yok! Olasılıkla yine hayatiyet atfedilecek yeni bir seçimin arifesindeyiz. Muhalefet güçleri parçalı, dağınık. “Milli ve yerli” olmayan televizyon programları ve konserler yine yasaklanıyor, Cumartesi Anneleri her hafta yine gözaltına alınıyor ve gazeteciler “suçu ve suçluyu övme” isnadıyla yine tutuklanıyor. 

Halkın oylarıyla seçilmiş olmasına rağmen cezaevinde tutulan vekillere yenilere ekleniyor. LGBTİQ+’lar her daim topun ağzında zaten.

Görüldü ki yalnız bırakanın kendisi de bir süre sonra yalnızlaşıyor.

Kod adı “Zilli Kurt”!

İlk kim kimi neden yalnız bıraktı?..