‘Kırk sekiz numaralı hücre’deki Filistin

Külleri anlattın. Külleri ve atlası anlattın. Şakağında çınıldayan yara izini fesleğenin dalında bıraktın. Ve şatilla ölülerinin on yedi yarası için yazılmış on yedi şiiri saçlarındaki yıldız ırmağına katıp gittin sonra.

 İlk kez 1988’de, Varlık dergisinin Filistin sayısında yayınlanmıştı. O günden beri aklımdan çıkmaz; ne zaman Filistin yerleşim birimlerinin üzerine bombalar yağsa ve ne zaman çocuğunun cansız bedenini kucaklayan bir baba görsem “Kırk Sekiz Numaralı Hücre” şiirini hatırlarım. (1)

Orda, kırk haneli bir köyün enkazı üstünde sahra gecesi kadar siyah kanatlarıyla bir kartal uçuyordu.

Çağımızın kanayan yaralarından biri Filistin.

Nereden ve nasıl bakıldığına göre yapılan değerlendirmelerin değiştiği bu sorun, İsrail’in dünyanın gözü önünde gerçekleştirdiği katliam nedeniyle yeniden gündemde.

Yüreklerin kulakları sağır. Filistin yerleşim birimleri gece ve gündüz taş üstünde taş kalmamacasına bombalanıyor. Hastanelerde, okullarda her yerde en çok çocuklar ölüyor, tıpkı Deir Yasin’de, Sabra ve Şatilla’da (2) ve yıllar önce “Dökme Kurşun Harekâtı” sonrası Gazze’de olduğu gibi. (3)

Katliam kurbanlarını anma gecesi bitmiş, hücrelerin ışıkları sönmüş, tutsaklar uykuya çekilmişti.

Gerek Orta Doğu ve Arap coğrafyası gerek uluslararası toplum nezdinde tarihsel yerleşikliği sürekli tahrip edilen ve her seferinde sınırları yeniden çizilen bu ülke geçmişte bu kadar yalnız değildi. Emperyalist propaganda mekanizmasının şeytanlaştırma politikasına bu kadar ağır bir şekilde maruz bırakılmadan önce Filistin, belli bir meşruiyeti olan ve haklı mücadelesi uluslararası toplumun hatırı sayılır bir kesiminde kabul gören bir ülkeydi.

Filistin sorunu, Huntington’un ünlü “Medeniyetler Çatışması” tezinin sahneye konmasından sonra daha da ağırlaştı. Filistinli on yıllardır kendi topraklarında sürgündü zaten. İsrail’in uyguladığı yerleşimci sömürgecilik politikası nedeniyle sorun katmerlenerek büyüdü ve adım adım iki devletli çözüm ihtimalinden uzaklaşıldı. Tarafların siyasal İslamcı HAMAS ve Siyonist İsrail Devleti olarak belirginleştiği bir uzlaşmazlık hâli içinde Filistin, “muallaktaki ülke” durumuna düşürüldü. (4)

Günümüzde daha çok HAMAS’la birlikte anılan Filistin direnişi değişik dönemlerden geçerek bugüne geldi. Çok değil bundan elli altmış yıl önce Filistin direnişinin temsilcileri de farklıydı onu sahiplenenler de. Başka bir Filistin mücadelesi ve başka türlü bir dayanışma vardı. “Din kardeşliği savunusu”ndan beslenen bir yaklaşımın esamesi bile yoktu o zaman ortada. Dayanışmanın mazlum halkların kurtuluş mücadelesine destek olmak biçiminde belirginleştiği bu dönemi biz Denizlerin El Fetih’e kayıtlı kimlik kartından, A. Kadir ve Afşar Timuçin gibi aydınların Türkçeye kazandırdığı “Filistin şiiri” çevirilerinden biliyoruz. Mahmud Derviş’i, Samih el-Kasım’ı, İbrahim Tukan’ı, Abu Salma’yı onlar sayesinde tanıdık. Eğer söz konusu olan bağımsızlıksa şiirin etkili bir silah olarak nasıl kullanılabileceğini onlardan öğrendik. Sonra, yıllar sonra o fotoğrafı gördüğümüzde, Edward Said’in işgalciye attığı taşın şiirin savunduğu taş olduğunu ve Mahmud Derviş’in bir şiirinde geçtiğini hatırladık. Göçmen bir kartaldı Filistin, Celile’de kuşlar ölüyordu ve upuzun gölgesiyle çöl rüzgârında Hümeyrad. (5) Aldık ve umut adına, direnç adına ne varsa hepsini, 12 Eylül’ün zindanlarında direncimizi harlayan şiirimizin harcına kattık.

Gecenin şafağa koşan vaktiydi. Ranzada kırk sekiz numaralı ölü, yüreğinin ortasında karanfiller ve ayışığıyla upuzun yatıyordu.

Biz hep ordaydık, şafağın sökmesinin hep geciktiği Sahra gecelerinde ve Gazze kıyılarının serinlik vaat etmediği yaz akşamlarında ordaydık. Bu toprakların devrimcileri ve aydınları hemen her dönemde Filistin direnişinin yanında yer aldılar, Filistin halkının özgürlük mücadelesini kendi mücadelesi olarak gördüler ve onların kavga şiirlerini kendi şiirleri olarak sahiplendiler. İsrail’e karşı cephede çarpışırken ölenler de oldu, cezaevinde, bir özdeşleşme hâli içinde, “her şafak saat beşte öldürün beni” diye şiir yazanlar da.

Kayda geçsin, bilinsin!

Tılsımdır, şiirin anlattığıdır; yanmış yıkılmış bir ülkenin küllerinden bir ateş kartalı havalanırken devrimciler ordaydı, Filistin’deydi, Filistin’leydi:

 

KIRK SEKİZ NUMARALI HÜCRE’

 

Askeri Cezaevi. Saat sıfır kırk beş.

Türkülerin yankısına güz yağmuru değince geldin.

Uzun anma gecesi’ne yıldız ırmakları taşıyan ilk damlayı saçlarına düşürerek geldin. Kuledeki nöbetçi saçlarındaki ırmağı görmüştü. Senin, bu yağmurlu güz gecesinin görebileceği en korkunç firari olduğunu bütün çığlığıyla haykırarak diğer kulelerdeki askerlere duyurdu. Projektör ışıkları mülteci gölgeni duvar diplerinde ararken sen gömleğinin yakasında yorgun gözkapaklarıyla uyuyan nöbetçinin uykusuna parolayı fısıldadın: Ölümün ve Yaseminin Kur’anı!

 

Ölümün ve yaseminin bütün parolaların direncini kıran tılsımıyla geldin.

Projektör ışıkları penceremin iki çenesi arasına çakılmış demir parmaklıkları yalayıp geçti. Kaşlarından şakaklarına uzanan yara izindeki kum tanesiyle geldin. Ellerinin ayası denizaltı rüzgârlarını barındıran turuncu duvarlı bir dip kayasıydı. Parmaklığa sımsıkı tutundun. Merhaba dedin. Uzak ateşlerden geliyorum dedin, türkülerinizi duydum, bir solukluk konaklayacağım dedin. Katliam kurbanlarını anma gecesi bitmiş, hücrelerin ışıkları sönmüş, tutsaklar uykuya çekilmişti. Kendi uykusunun kırlarında koşan bir fısıltı havalandırma duvarlarına çarpıp pencereme kadar ulaştığında, pervazın kıyısından yüzüne uzanan yeşil dalı gördün: Fesleğen!

 

Duvar içre bir fesleğenin kışkırtıcı gizemiyle geldin.

Saksı pervazın kıyısında duruyordu. Beyazı sararmış küçük bir yoğurt kabı. Kabın içindeki ekmek ufaklarını, çay artıklarından oluşmuş küçük tepecikleri gördün. Fesleğen bu tepecikler arasında açan dev bir ağaçtır ve dalına kuşlar konar dedin. Şakağındaki yara izinde ışıldayan kum tanesi usulca kayarak fesleğenin dalına kondu. İşte o an ranza demirine alnını yaslayarak gözlerini uzun bir şiirin küllerine fırlatan tutsağı gördün. Ranzada kırk sekiz numaralı ölü, yüreğinin ortasında karanfiller ve ay ışığıyla upuzun yatıyordu. Ölünün gözlerinden uçan yanardağ dumanına ince göç yolları çizdin. Bütün tutsakların uyuduğu vakitti. Dönüp göç yollarına baktın. Her bir tutsağın ayrı bir kuşu vardır dedin, ırmak boylarında sazanların solungaçlarına kanat değdirerek uçarlar ve ağaçlar dal uçlarındaki çiçek tozlarını ürküterek geçmelerine ses çıkarmaz. Bunu sadece ölünün gözlerindeki duman duydu.

 

Kırk sekiz numaralı ölünün yüreğindeki karanfiller ve ay ışığıyla geldin.

Ay ışığının bütün tutsakların uykusuna sızdığı vakitti, yağmur durmuştu. Bütün tutsakların kuşlarını ölünün gözlerinde uçaduran dumanın yamaçlarına gönderdin. O kendi ayak izleriyle yaralı göç yollarına baktın yeniden. Orda, kırk haneli bir köyün enkazı üstünde sahra gecesi kadar siyah kanatlarıyla bir kartal uçuyordu. Bu kartal bütün katliam kurbanlarının yumruklaşmış yüreğidir dedin, kanatları zalimin böğrüne kızgın bir mızrak olarak saplanabilir. Sonra mızrağın ucundaki kıvılcımı alıp demir parmaklıkların arasından geçtin. Ölünün gözlerindeki göç yollarına uzun ateşler yaktın. İyi yürekli tutsaklar kuşlarının yanardağ dumanının yamaçlarına gönderilmesini ve yakılmış bir köyün küllerinden kalkan kartalla değiştirilmesini düşlerinde gülümseyerek onayladılar.

 

Ateş kartalının uçuşuna bir halkın uzun yürüyüşünü sığdırarak geldin.

Ranza demirinden alnını çekti tutsak. Sokakları şehit adlarıyla anılan bir kenti boydan boya tutuşturan yangının kırbacını bıraktı alnını çektiği yerde. Külü ve enkazı, kavı ve kıvılcımı bıraktı. İşte o uzak ateşten geliyorum dedin. Ölümün ısrarı kışkırttığı, ısrarın isyanı biriktirdiği topraktan. Oradan geliyorum ve gece boyunca söylediğiniz türküleri kartalımın pençelerine çakarak götüreceğim. Bütün tutsakların uyuduğu vakitti. Yalnızca kırk sekiz numaralı ölünün yüreğindeki karanfiller duydu seni. Karanfillere deniz’i anlattın. (6) Deniz bu türkülere çok sevinecek dedin, o’nu son gördüğümde şatilla gecesiydi, yoldaş kanafani’nin (7) on yedi yarasını avuçlarına almış, kireç badanalı bir evin duvarları dibinde yatan on yedi şibil’in (8) çatkısına tek tek iliştiriyordu dedin.

 

Avuçlarında on yedi ölüm yarasıyla geldin.

Gecenin şafağa koşan vaktiydi. Sen şatilla’nın süngülenmiş lâciverdinde bir şefkat ve öfke çığlığı halinde dolaşan deniz’den ve hassan kanafani’den söz edince uyandılar. Kırk sekiz numaralı ölü, o’nun gözlerindeki dumana şiir okuyan tutsak ve hücre bloklarındaki bütün tutsaklar. Birdenbire havalandırmadaki su gölcüklerine düşen gölgelerini görünce senin baştan beri anlattığın her şeyi duymuş olduklarını şaşırarak anladın. Yağmur yeniden atıştırmaya başlamıştı. İki blok çatısı arasında gerilmiş demir örümcek ağından süzülen damlalar havalandırmanın duvarına sürtünerek geçen projektör ışıklarında parıldayıp söndü. Dipteki kör hücrede bir kitabın sayfalarının usulca çevrildiğini duydun. Sayfaların kıyısına düşülmüş dipnot acının iki çizgi halinde kaşlarının arasından alnına doğru uzadığını gördü. Duvarımın en pürüzsüz yerine kırk sekiz numaralı ölünün astığı kız çocuğu fotoğrafına bakıyordun. Bu kızı bana uzun bir işkence gecesinin sabahında gayrettepe’de yedigöl’lerin uykusu anlattı dedin, beyninin derinliklerinde yüzdürdüğü çocuk gözlerini kazıyarak çıkarmaya çalışıyordu işkenceci. (9)

 

Bir vahşetin suratına uzun susmaların türküsünü çakarak geldin.

Karlangaç’ın sözlerinden paslı bir çiviyle kazımaya çalıştıkları kız çocuğunun gözleri oradaydı dedin. (10) Sena mehdillah’ın bir yürek dolusu şarapnelle kendisini patlattığı yerde.(11) Bütün evecen kuşların öldürüldüğü, bütün çocukların mülteci olduğu bir vakitten, süngülenmiş bebeğinin kundağını cesetten sıyırıp kız kardeşinin ertesi gün doğacak bebeği için saklayan bir anadan söz ettin. Kundakta kuruyan kanın doğacak bebeğin kulağına fısıldanacak isim olabileceğini anlattın. Parçalanmış bir beşiğin ertesi sabah bir barikatta harç olarak dirilebileceğini, yarısı dişlenmiş bir hurmanın işgalci postallarının altında patlayarak yapabileceği tahribatı anlattın. Tılsımdır dedin, bir güvercin küle düşürdüğü kanatlarını arayabilir ve külden bir ateş kartalı havalanabilir. Ve vâkidir, bir ülke kendini en fırtınalı ucundan tutuşturan kızıl bir mendil olabilir ve limana çıkan yollar boyunca tarakaların çınıltısını yolcu edebilir.

 

Uzak göç yollarında dünya şarkısı söylenirken geldin.

Külleri anlattın. Külleri ve atlası anlattın. Şakağında çınıldayan yara izini fesleğenin dalında bıraktın. Ve şatilla ölülerinin on yedi yarası için yazılmış on yedi şiiri saçlarındaki yıldız ırmağına katıp gittin sonra.

 

Saat beş kırk beş. Kör hücrenin penceresine günışığının değdiği vakit. Şafak.”

 

                                                                                                                      Emirhan Oğuz

                                                                                                                      1988, İstanbul 

 

Dipnot:

  1.  https://www.nadirkitap.com/varlik-aylik-edebiyat-ve-sanat-dergisi-mayis-1988-sayi-968-filistin-direnisine-selam-dergi12739571.html
  2. Deir Yasin, Sabra, Şatilla: Katliama uğrayan Filistin yerleşim birimleri.
  3. Dökme Kurşun Harekâtı: İsrail'in 27 Aralık 2008'de abluka altındaki Gazze Şeridi'ne yönelik başlattığı, ağır bombardıman içerikli operasyon. “Gazze Savaşı” olarak da bilinir.
  4. “Muallaktaki Ülke” tanımlaması Filistinli şair Necvan Derviş’e aittir, şiirlerinden birinin adıdır.
  5. Hümeyrad: 1950 yılında idam edilerek öldürülen Filistinli halk şairi
  6. Deniz: Deniz Gezmiş.
  7. Kanafani: Gassan Fayiz Kenefânî. Filistinli gazeteci, yazar, siyasetçi. 8 Temmuz 1972 tarihinde, Beyrut’ta aracına konulan bombayla öldürüldü. Marksist - Leninist bir programa sahip Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin kurucularından ve sözcülerindendir. Filistin edebiyatının önemli isimlerinden olan Kenefânî’nin Arap edebiyatının modernleşmesinde önemli bir etkisi olduğu kabul edilir.
  8. Şibil: Filistinli küçük savaşçılara verilen ad.
  9. Yedigöl: Nurettin Yedigöl. 12 Nisan 1981 yılında 12 Eylül cuntası tarafından gözaltına alındıktan sonra, Gayrettepe’deki İstanbul Siyasi Şube’de işkence edilerek katledildi. Öldürüldüğüne ilişkin tanıklıklara rağmen yetkililer gözaltına alındığını inkar ettiler. Mezarı belirsizdir.
  10. Karlangaç: Ahmet Karlangaç. İşkencede ser verip sır vermeyen devrimcilerdendi. 12 Ekim 1980’de, İstanbul Siyasi Şube’de gözaltında katledildi.
  11. Sena Mehdillah: Sanaa Mehaydali. 1985 yılında, İsrail ordusunun Güney Lübnanda yaptığı katliamlara tepki olarak bomba yüklü bir araçla İsrail karargâhına saldırı düzenleyen Filistin asıllı Lübnanlı genç kız.