Kelimelerin ‘görünmez’ ağırlıkları vardır

Şiddet, üstüne konuşulması zor; insanların duygularını zorlayıcı hatta insanları bambaşka korkulara sürükleyebilecek bir konu. Birçok alt başlığı bulunmakla birlikte –maalesef- herkes hayatında “şiddet”in farklı türlerine çeşitli biçimlerde maruz kalıyor. Şiddet biçimleri, bireylerin yaşamlarında onarılmaz yaralar bırakıyor, hiç beklenilmeyen anlarda farklı korkularla kişilerin karşısına dikiliyor veya şiddetin arkasındaki tahribatı ortadan kaldırmak ve bu süreçte karşılaşılan farklı şiddet türleriyle aynı anda mücadele edebilmek bireyleri oldukça derinden etkiliyor.

Şiddetin nedenleri, süreçleri, oluşma biçimleri ve etkileri bir yazının kısa bir paragrafı olamayacak kadar uzun bir biçimde sıralanıyor. Fakat tüm bunları konuşurken, özellikle farkında olmadan yaşamlarımıza giren, varlığını farklı kaynaklardan beslenerek sürdüren, direkt olarak gözlemlenebilir olmadığı için baş edilmesi çok da kolay olmayan noktaları işaret etmek ve bunun karşısında konumlandırabileceğimiz alternatifleri aramak; “şiddet”in karşısında her alanda konumlanabilmek adına ön açıcı olacaktır.

Şiddetin etkilerini direkt olarak hissettiğimiz biçimleriyle baş edebilmek görece daha az zorlayıcı. Asıl zorlayıcı olan, bir görselin içinde, bir yazının kelimelerinde, bir şakanın içinde barınabilen ve fark edilmesi zor halidir. Çünkü açık seçik bir biçimde karşılaşılmadığı anda herhangi bir biçimde tepki verilmesi de güçleşecektir. Bilinmezliğin belirsizliğinde kişi savrulacaktır. Belki de üstüne bambaşka şeyler daha eklenecek ve yaşanılan durum, hissedilen duygu içinden çıkılmaz bir hal alarak bireylerin yaşamlarının tam da orta yerine kendini yerleştiriverecektir.

Yetişkinler, şiddetin görünmeyen belli bir halinden sonra fark edebilirler. Peki ya çocuklar? Etrafında gelişen olayları, sözcüklerin telaffuz edilenin dışındaki anlamlarını, duygularının isimlerini dahi tam anlamıyla kavrayamadıkları dönemlerinde, bu görünmeyen tarafı nasıl fark edip başa çıkacaklar? Ve asıl mesele elbette ki çocuklardan şiddetle, baş etmelerine dair yollar bulmalarını bekleyemeyeceğimizdir. Yetişkinler olarak onlara kendilerini güvende hissettikleri alanlar sunmak, çevre koşullarını bu güvenli alan doğrultusunda düzenlemek ve en önemlisi onları korumak zorundayız. Bunu salt bir görev şeklinde yürütmekten ziyade, ilerleyen zamanın sağlıklı yetişkinleri olabilmeleri için, yani yaşanabilir bir dünya için sağlamak durumundayız.

Çocukları şiddetten nasıl koruruz? Sorusunun ardına elbette birçok cevap diziliyor. Bizim bu yazıda odaklanacağımız nokta ise kitapların dilinin nasıl olacağı sorusu. Çocuk kitapları, “çocuğa görelik” ilkesiyle birlikte onların dünyalarına, yaşamı anlama biçimlerine, düş dünyalarını genişletmeye olanak sağlayacak şekilde doğal ve samimi bir biçimde hazırlanır. Çocuk edebiyatına kıyısından köşesinden dahil olmuş herkes bu ilke doğrultusunda cümlelerini dizer sayfalarına, dizmelidirler. “Çocuğa görelik” ilkesiyle birlikte hazırlanan her eser, onların duygularına tercüman olup, onları bambaşka yolculuklara çıkarırken; yaşamın henüz karşılaşmadıkları tarafıyla tanıştırıp onları yaşama hazırlar. Bu ilke göz ardı edildiği zaman ise çocukların okuduklarıyla birlikte şekillenen duygu ve düşüncelerinin tahrip olması kaçınılmazdır. İçinde şiddete, korkuya, baş edemeyecekleri durumlara yer veren kitaplar verilmek istenen mesaj ne olursa olsun çocuklarda yaralar açacaktır.

İlerleyen zamanla birlikte her alandaki kontrolsüzlük elbette ki çocuk kitaplarına da yansıyor. Kitaplarda sorun çözme yöntemi olarak şiddete rastlayabiliyor, bir cümlenin duygusal ağırlığı altında ezilebiliyor veya olumsuz duygu veya davranış örnekleriyle karşılaşabiliyoruz. Bu saydıklarımız, çocukların dünyalarına yerleşiyor, duygularını darmadağın edebiliyor ve bilinçaltlarında yer edebiliyor. Tüm bunları her ne kadar yaşamlarımızdan uzak tutmaya çalışsak da az önce bahsettiğimiz kontrolsüzlükle birlikte çocuklarımızın dünyalarına girebiliyorlar. Bu sebeple çocuklarla birlikte okuduğumuz her kitapta, birlikte incelediğimiz her görselde, onlara kurduğumuz her cümlede, verilenin alt mesajında “şiddet”in barınmadığından, emin olmak durumundayız.

Nitelikli Çocuk Edebiyatı” kavramını son zamanlarda sık sık telaffuz ederken, çocuk edebiyatı alanındaki olumsuz örneklerin kontrol edilemezliğini göz önünde bulundurduğumuzda, bu kavramın ne derece hayati olduğunu görebiliyoruz. “Nitelikli Çocuk Edebiyatı”nın çocukların yaşamlarına dokunan edebiyatın, birçok farklı boyutlarıyla ilgilenmekle birlikte en çok sarılabileceğimiz ve bu vasıtayla çocukları sarabileceğimiz yönü bu olsa gerek. Evrensel değerleri, gerçeğin yeryüzüne basan adımlarını, bambaşka bir yaşamın düşlerini anlatırken; şiddetten uzak kelimeleriyle ve çözümleriyle birlikte çocukların ve dolayısıyla herkesin yaşamında yer ediniyor.

Şiddet tarihten bu yana olağanca korkunçluğuyla varlığını sürdürürken ve bu sarmaldan çıkmak, içinde bulunulan koşulların ötesinde birçok gerekliliği içinde barındırırken, edebiyatın –yine- sarmalayan, koruyan ve iyileştiren yönüne sarılmamız gerekiyor. Tıpkı hayatımız gibi cümlelerin içine sinsice yerleşmiş olanları çıkarıp ayıklamak; yerine güveni ve sevgiyi koymak durumundayız.

Zaman, olağanca hızıyla durmaz, ilerlerken, bir gün -evet, elbet bir gün!- şiddeti değil, sadece ve sadece kelimelerin renklerini konuşacağız…