'İyi de birader kaynak nerede?': Kamucu bir ekonominin yol taşları

Başlığın ilk cümlesi çok tanıdık. Yıllar boyunca  bir şey vadettiğinizde hemen karşınıza çıkar.

Halka verilen kaynakların, kaynağı olmadan bunu dağıtmayı vadetmek “popülist” bir söylem olarak lanse edilir. Neoliberal yılların, halka yönelik kaynak aktarım politikalarını “aekonomi“ olarak (ekonomi olmayan) damgalaması başarıya ulaşmıştır.

Gitseniz yoksul bir kenar mahalleye, karşınızda duran 1500 TL emekli maaşı alan insanın size soracağı ilk soru nedense bu olur.

Aslında neoliberal yıllar “her şey piyasa” derken epey yalan söyledi.

“Tersten kamuculuk” politikalarının işlediği yıllar oldu. “Biz sermayeye teşvik verelim, o yatırım yapsın, istihdam yaratsın, vergi versin (ama az versin); ekonomik olarak büyürüz” yaklaşımı egemen oldu. Kimse sermayeye teşvik verirken “kaynak nerede” sorusunu sormadı.

Adım adım belki de bir yazı serisi olacak bir başlangıçla hem bu alanı biraz ifşa edelim hem de başlığın ikinci cümlesi için yol taşlarını örmeye çabalayayım.

18 YILDA 1,5 TRİLYON TL TEŞVİK DAĞITILDI

2019 yılında yaptığım bir hesaba göre iktidar 2003-2019 arasında güncel fiyatlarla 1 trilyon 100 milyar TL teşvik dağıttı. Özellikle pandemi dönemi ve hemen öncesinde 19 firmaya verilen “süper teşvik” tutarlarını da eklersek tutarın 1,5 trilyon TL’ye ulaştığını görebiliriz.

Yani aslında “devlet gölge etmesin yeter” tamamen yalandan bir söylem. “Devlet üstümüze yağmur, güneş, kar geçirmeyen branda yapsın, içine kış için ısıtma, yaz için klima koysun” anlayışı aslında doğru olan. Bu anlamda sermaye için devlet gerçekten devlet gibi çalışıyor, onu ana kucağı sıcaklığında koruyor.

Peki bu teşvikler nereden geliyor? Bunlar kaynak değil mi? Aslında yaşanan göz yanılgısının bir nedeni de bu.

İktidar teşvik için birçok alanı aynı anda kullanıyor. Bu teşviklerin 1 yıllık olanı da var 49 yıla yayılanı da.

Örneğin Erdemoğlu grubunun yeni akrilik fabrikası için aldığı 11,3 milyarlık yatırım teşvikini inceleyelim.

SGK pirimi 1400 işçiden 10 yıl boyunca alınmayacak, hem işçi payı hem işveren payı...

Bu fabrika 10 yıl boyunca elektrik faturasının sadece yüzde 50’sini ödeyecek.

Dahası var, 10 yıl boyunca kullanacağı ham maddeyi yurt dışından aldığında gümrük vergisi, yurt içinden aldığında KDV uygulanmayacak.

Nitelikli personelin yıllık 50 milyon ücretini devlet verecek.

10 yıl boyunca ne kurumlar vergisi ne gelir vergisi ödeyecek.

Yaptığım kaba ve iyimser hesaplara göre 11,3 milyarlık yatırımın 4,5 milyar TL’si devlet tarafından -alınmayan gelir- yöntemiyle sermayeye aktarılacak.

Misal birçok işletme yatırım yapınca SGK primlerini 10 yıl boyunca ödemekten muaf. Aslında bir para vermiyor ama devlet elde etmesi gereken gelirden vazgeçiyor. Tabii bu durum SGK gelirlerini düşürüyor, açık oluşuyor. Zaten açık var diyerek emeklilerin maaşları artırılmıyor ya da bazı sağlık katkı payları artırılıyor.

Misal elektrik indirimi. Oluşan kamu zararı elbette sizin elektriğinize yüzde 15 zam yapılarak kapatılacak.

Bu sadece tek bir fabrika için verilen örnek. Bu kadar büyük boyutta olmasa da 25 bin firmanın yatırım teşvik paketlerinden faydalandığını, iktidarın 18 yıl boyunca 150'nin üzerinde farklı alanda teşvik verdiğini hatırlatalım.

Ayrıca sadece özel bir teşvik değil, genel vergi politikaları da benzer şekilde. AKP iktidara geldiğinde kurumlar vergisi oranı yüzde 33’tü. Bu oran yüzde 20’ye düşürüldü. Sadece pandemi nedeniyle bu yıl yüzde 24 oldu ancak bunun önce 22’ye, 2023 yılında yine yüzde 20’ye düşeceğini Erdoğan müjdeledi.

Peki çalışanlar ne kadar vergi ödüyor? SGK primlerini dışarda tutarsak 2003 yılında ortalama ücretlerden yüzde 24 gelir vergisi alınırken bu şu anda yüzde 29’a çıktı (farklı gelirlerden farklı oranlar alındığı için ortalamayı yazıyorum).

Bu liberal cenahtan “ekonomiye kazandırılıyor” cümlesi gelebilir. En çok anlamadığım laf budur, “ekonomiye kazandırmak”… Sanki tüm gelirler “ekonomi” diye ortak bir havuza akıyor, tüm birikimleri de oradan eşit paylaşıyoruz algısı tam bir komedi.

Hayır kazanan kazandığı ile kalıyor. Eşit ve adil paylaşmıyoruz. Bunu gelir dağılımı eşitsizliğinde de Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) içerisindeki dağılımın bozulmasından da anlayabiliyoruz.

Misal Bankalardaki 220 milyar dolara varan döviz mevduatının yüzde 97’sinin toplam mevduat hesabı sayısının binde 5’ine ait olduğunu bilmek bile, birilerinin teşviklerle zenginleştiğini, geniş halk kesimlerinin ise bu refahtan pay alamadığını anlamak için yeterli

AKP: YÜZDE 7 BÜYÜDÜK. EMEKÇİLER: YÜZDE 8,7 KÜÇÜLDÜK

Yine bir örnekten gidelim. 2021 yılında Türkiye’de GSMH’nin yüzde 7 büyüdüğü açıklandı. İşgücü ödemelerinin cari fiyatlarla gayrisafi katma değer içindeki payı geçen yılın birinci çeyreğinde yüzde 39 iken bu oran yılın birinci çeyreğinde yüzde 35,5 oldu. Net işletme artığı/karma gelirin payı ise yüzde 41,9'dan yüzde 45,8'e çıktı. Bu milli gelirin içinde ücretlilerin payının giderek azaldığını gösteriyor.

Yani sadece emekçilerin durumuna bakarak bir büyüme oranı açıklansaydı ¨yüzde 7 büyüdük¨ yerine ¨yüzde 8,7 küçüldük¨ diyecektik. Sermayenin büyümesi için kaynak bol ama...

Çok uzatmadan dönelim ilk “kaynak nerede” sorusuna. İlk önce bu sorunun biçimini değiştireceğiz. “Var olan kaynakları kimin lehine kullanacağız?” Doğru olan soru bu.

Aslında ikinci sorunun ilk yol taşını da döşemiş olduk. Emekçiler ve genel halkın refahını artıracak vergi politikaları ve teşvik sistemleri uygulamak kamucu bir ekonomi anlayışının da ilk yol taşı.