Hümanizm’den mizantropiye

Hümanizm, genel anlamıyla insancıl, insan odaklı, insanı merkeze alan ve çoğu kavramı bu çerçevede değerlendiren bir anlayışı tanımlar. Bu nedenle seküler hümanizm, insanoğlunun bir tanrı veya din olmaksızın etik ve ahlaklı olabileceğini savlar. Hümanist yaklaşım -Pollyanna kadar olmasa da – iyimser bir bakış açısına sahiptir ; insanları özünde iyi veya nötr olarak değerlendirir ve gelişme potansiyellerinin bulunduğunu kabul eder. Bu bağlamda da tanrı merkezciliği geri plana atan ve insan merkezciliği esas alan felsefi bir anlayışı temsil eder. Hümanizmin amacı insanın gelişimini sağlayarak onlar için daha yaşanılır bir hayat ve geleceğe daha iyi bir dünya bırakmaktır. Bu çerçevede de temel ilgi alanları özgürlük, insan onuru, sevgi, umut, yaşamın anlamı, iyimserlik, affedicilik, yaratıcılık ve sosyal zekadır. Bu kadar kavram, felsefi açıdan ele alındığında, kuşkusuz farklı görüşlere, değerlendirmelere, amaç dışı sızmalara ve oluşumlara maruz kalacaktır. Nitekim, “Evrimsel Hümanizm” olarak nitelenen bir anlayışın en ünlü temsilcileri nazilerdir. Onların hümanist (!) anlayışına göre insanlık, evrim geçirip bozulabilecek bir şeydi. Bu yüzden “üstün insan”, “alt insan” gibi tanımlamalar yapmak mümkündü. İnsanlığın bozulmasını önlemek ve hepsini “üstün insan” yapmak temel hedefti. Bu nedenle yahudi, çingene, engelli, eşcinsel kişiler yok edilmeli, insanlık bu unsurlardan ayıklanmalıydı. 1945’den bu yana yapılan bilimsel çalışmalar ile biyolog ve genetikçiler sapkınlıklarına kılıf oluşturan nazilerin bu anlayışını yok ettiler.

Son örneklemem ile nazilerin ortaya çıkışını hümanizme bağladığım gibi bir sonuç çıkmasın. Demek istediğim, kapsamı bu denli genişletilmiş bir kavramdan insanoğlunun – kaynağı başka yerlerde aranması gereken – olumsuzluklar da yaratabileceğidir (Hümanizmin gerçek amacı doğrultusunda değerlendirildiğinde ciddi bir paradoks olsa bile ).

Nitekim bu fikirler, “Sosyalist Hümanizm” olarak nitelenen bir başka hümanizme de kaynak olmuştur. Sosyalizmin en yüce ilkesi insanın eşyadan, yaşamın mülkten ve emeğin sermayeden önce gelmesidir. Hümanist sosyalizm, savaşa ve şiddete tümüyle karşıdır. Bu tür eylemleri ahlaksızlık ve insanlık düşmanlığı olarak niteler. Barışı yalnızca savaşın olmadığı bir durum olarak değil, bütün insanlığın ortak ve özgürce yardımlaşabildikleri, dayanışabildikleri ve işbirliği yapabildikleri bir durum olarak niteler. Sosyalist Hümanizm insanın sermayeye hükmettiği bir rejime işaret eder. Bu rejimde toplumun bileşenleri üretim gereksinimlerini ve planlamalarını birlikte yapacak, bunların piyasa ve sermaye kurallarına göre düzenlenmesine izin verilmeyecektir.

Her şeyin geliştiği ve değiştiği zaman sürecinde hümanizmin ruhu da bundan nasibini almış, ve evrendeki canlı cansız her şeyi kapsayacak şekilde genişletilmesi tartışılır olmuştur. Neo-hümanizm denilen bu görüş, hümanizmi evrendeki bütün varlıklara sevgi duyulan evrensel bir boyuta taşımayı hedeflemiştir (Sarkar,Prabhat Ranjan (1982). The Liberation of Intellect : Neohumanizm. Ananda Marga Publications).

Ancak, Emperyalizm ve Tek Tanrılı Dinler, Hümanizmin de canına okumuştur. Tüm dünyanın ve insanlığın canına okuduğu gibi. Mutsuzluk, çaresizlik, yoksulluk, sömürü, bunlara neden olanlara karşılık verememenin artırdığı katmerlenmiş acı, yaşama bir kez gelmiş ve insanca yaşayamadan, yaşatamadan gidiyor olmanın verdiği hüzün ve kaygı…

* * * * *

Bu ve bunlara benzer birçok faktör, farkında olunmadan yeni bir oluşumu tetikliyor: Mizantropi. Sözlük anlamıyla “insanlardan nefret etmek, ürkmek veya sevmemek” anlamlarında yunanca kökenli bir kelime. Aşağıdaki durumları kendinizce değerlendirin:

-Hemen hemen her zaman herkesden sıkılıyorsun.

-Kişisel bazda olmasa da genellikle tüm insanlardan bıkmış vaziyettesin.

-Yüzünde sahte bir gülümseme ile geziyorsun.

-Her “nasılsın” diyeni “iyiyim” diye geçiştiriyorsun.

-İstemeden bir sohbete girdiğinde bir an önce bitmesini istiyorsun.

-Görüşmeleri az göz teması ve mimikle atlatmayı düşünüyorsun.

-Yalnızlığını dost sohbetine tercih ediyorsun.

-Çevrende olan bitene karşı duyarsız kalıyorsun; hiç kimse seni ilgilendirmiyor.

-Sadece mecburen yapman gerekenlere odaklanıyorsun. Gerisi umurunda değil.

-Karşındakinin duygularını anlama isteğini ve niyetini kaybediyorsun.


Bunların yarıdan çoğu sende varsa Mizantropi yolundasın demektir. Aslında ben bunun bir ileri aşamasının daha olduğu inancındayım : “Kendi görüşünde ve inançlarında olmayanlardan nefret etmek ve onları yok etmek istemek!”. Bunu da bir başka yazının konusu olarak ele alabiliriz.

Şimdilik diyeceğim şudur: Zaman zaman mizantropi durumundakine uyan duyguları hissetsek de Dünyayı güzellik kurtaracak ve bir canlıyı sevmekle başlayacak her şey, sevmekten vazgeçmeyelim.