Bir umuttur yaşamak

Ülkemizde yaşanan her bir garip olayın ardından ‘sözün bittiği yer’, ’artık tuz koktu’, ’bu kadarını da kimse tahmin edemezdi’ gibi ifadeleri yaklaşık on yıldır işitmekteyiz. Doğrusu ben de, biraz düşünme ve irdeleme yetisi olan herkes gibi hayretler içerisindeyim. Bu ülke insanının önemli bir kesiminin bu kadar ahlaksızlığa, yolsuzluğa, hırsızlığa rağmen nasıl bu kadar aymaz olabildiğine inanamıyorum. Kişisel menfaatleri nedeniyle cuma öğlen namaza gidip akşam viski içenleri bir nebze anlıyorum da, yoksul halkın bu kadar ezilmişliğe rağmen ezenlere verdiği bu desteği ve arkasında yatan sosyolojik nedenleri anlayamıyorum.

Çok partili düzene erken geçişimiz ve bu sayede muhafazakar toplumumuzun dindarlığını kullanarak iktidarı ele geçiren sağcıların halkın cahil bırakılmışlığından da yararlanarak kutsallarını sömürmesi elbette önemli bir unsur. Aynı dönemlerde Dünya’da ivme kazanan ABD öncülüğündeki anti-komünizm propagandalarının bizim gibi kendini emperyalizmin kucağına atan ülkelerde yurtseverlik çerçevesinde bir araya gelinebilmesine köstek vurması da bir diğeri. Emperyalizm, sömürdüğü ülke insanlarının ortak bir paydada birleşmelerini engellemek bir yana, onları ayrıştırmak, bölmek ve hükümranlığını buna dayandırmak amacında olduğundan dinsel, etnik ve benzer bütün farklılıkları da ustaca kullanır ve ülkemizde iyice derinleştirerek kullanmaya devam etmektedir. Bunun altyapısı olarak da cehaleti ve eğitimsizliği hedefler.

Bu ahlak ve karakter erozyonuna ulaşmamıza yukarıda değindiğim konuların etkisini yadsımamakla birlikte tarihsel olarak biraz daha önceye gidip nedeni başka bir başlangıç noktasına yükleyeceğim. Bu benim naçizane kişisel görüşüm; ve ifade edeyim ki hiçbir bilimsel temele, araştırmaya dayanmıyor: Keşke ikinci paylaşım savaşına Sovyet tarafıyla birlikte girseydik! Evet milyonlar ölecekti, belki ben doğmayacaktım, ülke çok yoksuldu iyice dibe vuracaktı (Sovyet halkları çok mu zengindi sanki); çocuklar ana-babasız, büyükler çocuksuz kalacaktı, Ama acılarla yoğrulmuş ülke insanları dünya için çok stratejik bu bölgede yurtseverlik bilinciyle tek vücut olup, emperyalizmle mücadele edebilecek bir güç haline gelebilirdi. Bedelini ödemeden kazanımlar elde etmek hiçbir zaman mümkün olmamıştır, tarih buna şahittir.

Gelelim bugünlere. Herkes kurtuluş için 2023 seçimlerini bekliyor. “Millet İttifakı seçimleri kazanacak ve bu yönetsel anlayıştan kurtulup düzlüğe çıkacağız.” Ne aymazlık ve ne büyük yanılgı! Seçimleri kaybetseler bile gitmemek için her şeyi yapabilecek olan bir anlayışı anlayamamak nasıl bir muhalefettir? Meclis’te grup sahibi olan parti başkan vekillerinin veya sözcülerinin yaptığı hamasi konuşmaları alkışlayan ve ‘vay be ne güzel konuştular’, ‘işte şimdi yandılar’, ‘fena laf soktular, helal olsun’ türü tesellilerle avunanlar daha çoook beklerler diye düşünüyorum. Peki ne yapmak mı lazım: Muhalefet milletvekillerinin tamamı Saray’a yürüyüp başkanı istifaya davet etmeliler, polis içeri sokmuyor mu, direnmeliler; ateş açmakla mı tehdit ediyorlar, ateş açtırasıya kadar direnmeliler. İçlerinde ölenler, yaralananlar olmalı; bakın dünyada ve Türkiye’de yer yerinden oynuyor mu, oynamıyor mu…

                                               *******

Bir şarkıda geçiyordu, “Benim balonlarım vardı, onları kimler aldı”. Beyaz yakalı siyah önlüklerimizle okul bahçesinde kızlı oğlanlı koşuşurken bizim de balonlarımız, leblebi tozumuz ve rengarenk macunlarımız vardı.

Balonlarımızı patlattılar ama yine de umutlar yeşerttik içimizde geleceğe dair. Büyüyüp adam olacaktık. Bir ağaç gibi tek ve hür yaşayacaktık. İnsanlık onurunu devrilmeden ve yaşam sürecimizde evrilmeden duyumsayacaktık bir orman gibi kardeşçesine.

Hayaller ! Hayallerimiz ! 

Ya gerçek olacaklar ya da

biz bu inançla öleceğiz

olsun, ikisi de güzel

Umut yaşatır, sevgiyle, dostlukla…