HDP'nin masası

Fiili Başkan’ın ani bir manevrayla askerlere yanaşarak çözüm masasını devirmesi, tam da baraja yaklaştığı sırada HDP’yi zor durumda bıraktı. Emin olamıyorlar. Sırrı Süreyya “Ortada bir masa var, fakat koltuklar boş,” dedi. 

Birkaç olasılık var: oyları azalan AKP milliyetçi oylara göz kırpıyor, Orta Anadolu’daki oylarının MHP’ye akmasını engellemeye çalışıyor; ya da HDP’nin güçlenmesi TSK’yı tedirgin etti, AKP askerleri yatıştırmak için manevra yapıyor; ya da  HDP’nin önünü kesmek için partiyi Kandil’le karşı karşıya getirmek istiyor, seçimlerden sonra PKK’ye karşı harekât başlatmayı planlıyor.  

Bunların biri ağır basıyor olabilir, ama her biri geçerli de olabilir; ya da bunlar ardışık olabilir.

HDP sözcüsü, Fiili Başkan’ın “Masa da yok, taraf da yok” sözüne yanıt olarak, “Bu masayı tekmelerseniz, başka bir masa devreye girer ve bunun faturasını kimse ödeyemez” derken, aslında bir açmazı ifade ediyor.

“Çözüm süreci” boyunca HDP, AKP’nin açtığı yoldan ilerledi.  AKP bir adım attığında onlar üç adım attılar. Gerçi, İmralı’nın iyimserliği ile Kandil’in kötümserliğini tutarlı bir söylemle bağdaştıramadılar, fakat hükümetin “açılım”ı destekleyen sözleri, Dolmabahçe mutabakatı vs  bu partinin umutlarını artırdı.  İşte tam bu noktada Fiili Başkan’ın “Kürt sorunu yoktur” sözüyle başlayan, TSK’nın bölgede hareketlenmesi ve mevzilenmesiyle devam eden süreç, HDP’yi kendi imkân ve kabiliyetlerinin çok ötesine geçen bir konumda, gerçekten de çok radikal bir söylemle, deyim yerindeyse, “ortada” bıraktı.

“Masa da yok, taraf da yok” noktasına gelindiğinde HDP, kendi taraftarlarına, seçimlerden sonra her durumda (barajı geçmiş olsa da olmasa da) “radikal özerlik” denilen  yönetim biçimini, en azından elindeki belediye sınırları içinde ilan ederek fiilen uygulamayı vaat etmiş durumdaydı. 

Öcalan’ın, anarko-ekolojist Murray Bookchin okumalarından hareketle geliştirdiği ve Ortadoğu halklarının tarihinde doğal olarak var olduğunu öne sürdüğü; bölgedeki kabile, aşiret ve tarikatların tarihsel olarak gevşek yapılarına uygun bulduğu “demokratik konfederal” yapının, CHP ve AKP’nin kabul ettiği “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” açısından da açıklanmaya uygun olduğunu, feodal yapıların kaldırılmasına ya da toprak reformuna dair programatik maddeler içermediğini belirtmekle yetinelim.  Bu anlayış bazı arkadaşlar tarafından “sosyalist” ya da olumlu anlamda “post-marksist” olarak değerlendiriliyor.  

Çok maksatlı bir siyasi alet düşünün: Bir yüzünü sosyalistlere çevirdiğinizde gerçekten radikal demokratik, hatta sosyalizan; öteki yüzünü Avrupa burjuvazisine ve Türkiye’deki düzen partilerine çevirdiğinizde, “yerel yönetimler özerklik şartı”na uygun; kendi taraftarlarınıza çevirdiğinizde, Kürdistan’ın kuruluşu yönünde büyük bir adım. Yani “demokratik özerklik” denilen şeyi bu üç şekilde üç ayrı yöne doğru savunmak mümkün. Bunun, taktik amaçlara uygun bir teorik eklektisizm, her türlü demagojiye imkân veren bir anakronizm olduğunu söyleyebiliriz.

Elbette, bölgesel özerklik için devletin yönetim teşkilatını baştan sona değiştiren bir Anayasa gerekli. CHP’nin ve AKP’nin böyle bir Anayasa üzerinde mutabık kalabilecekleri öteden beri biliniyor.

Ancak AKP’nin, belki de TSK’nın baskıları ve potansiyel tehdidi yüzünden, böyle bir  anayasal değişim için PKK’nin silahlı güçlerinin tamamen tasfiyesini öngörüyor olması da bir olasılık olarak hesaba katılmalı.

Kürt hareketinin, Kandil-İmralı-HDP şeklinde dizilen hiyerarşik yapısına bakıldığında, barajı aşıp aşmama sorunu bir yana, seçimlerden sonra bu sorunun, bağlamını anayasa krizinin oluşturacağı, aşılması çok zor bir dönemece gelip dayanacağı görülüyor.

 

yalogan@gmail.com