Cahil bırakılmışlık

K12 okulları yönetim ve işletme danışmanı Mehmet Asal tarafından yazılan ve rakamsal verilerin TÜİK resmi internet sitesinden alındığı ifade edilen bir metin geçenlerde elime ulaştı. Buna göre 2020 itibariyle (toplam nüfusun 82 milyon olduğu varsayımıyla) ülkemizde,

Okuma yazma bilmeyen     2 024 979           (%3)

İlkokul mezunu (5 yıllık)      17 579 747               (%24)

Okuma yazma bilip okul mezunu olmayan    7 782 603           (%11)

Diplomasız İlköğretim mezunu (8 yıllık)         5 678 694           (%8)

Diplomalı Ortaokul ve dengi meslek okulu     13 365 564         (%18)

Diplomalı bilinmeyen       620 860             (%1)

Toplam                         47 052 447         (% 63) 

cahil sayılabilecek kesim bulunmaktadır. Bunun üzerinde eğitim almiş kişilerin dökümü de şu şekildedir:

Lise ve dengi meslek okulu mezunu            15 426 019         (%21)

Yüksek okul/Fakülte mezunu                       10 257 791         (%14)

Yüksek lisans ve 5/6 yıllık okul mezunu       1 083 331           (%1.5)

Doktora yapmış         211 581       % 0.5

Bu sayılara 6 yaş altındakiler dahil değildir. Yazarın, bu rakamlar üzerinden yaptığı genel durum değerlendirmesinde kendisinin de belirttiği üzere sadece niceliksel durum ele alınmakta, eğitimin niteliği konusunda herhangi bir değerlendirmede bulunulmamaktadır. Biz de gelin konuyu eskiye büyük bir hayranlık duymamakla birlikte, eski-yeni kıyaslaması üzerinden değerlendirelim ve bu hallere nasıl düştüğümüz ya da nasıl getirildiğimiz konusunda bir düşünme zemini yaratalım.

ABD halkı tarafından Türk milletine armağan edilen süt tozlarını içtiğimiz zamanlara dayanır tamamen teslim oluşumuzun ilk dönemleri. Ancak o zamanlarda bile tek tip önlükle giderdik ilkokula, genel müdürün kızı da o önlüğü giyerdi, kapıcının oğlu da. Yurttaşlık bilgisi diye bir ders vardı.

Devletin kurumlarını ve idari yapıyı anlatır, temel haklar ve yasalar hakkında bilgiler verir, resmi işleyiş esaslarını öğretirdi. Kurumsal yapının sürekli ve belirsiz değiştiği günümüzde böyle bir ders olması düşünülemez bile, yıl içinde birkaç sürümünü yapmak lazım ki, buna can dayanmaz.

“Hal ve gidiş” diye bir ders vardı, kişilerin birbirlerine nasıl davranmaları gerektiği anlatılırdı, bu dersten 5 üzerinden 5 alamadıysanız haylaz, kötü huylu, sorumsuz , disiplinsiz olarak yaftalanırdınız. Öğrencilerin sınıfta öğretmen dövdükleri dönemlerin başlamasına daha çok vardı.

“Elişi” diye bir ders vardı; yama yapma, fermuar ve düğme dikme, el aletlerini kullanma, süs eşyaları üretme gibi beceriler kazandırılırdı. Cep telefonu, kopyala-yapıştır, çal-çırp, yapabileceğin işleri başkasına yaptır yöntemleri henüz icat edilmemişti.

Lisede (hele fen ağırlıklı bir liseyse) 10 üzerinden 8,9 almak her babayiğidin harcı değildi. Şimdiki gibi ölmeden sınıfını geçen herkese teşekkür belgesi vermek nerede, iftihar listesine 1-2 kişi girer, 3-5 kişi de hafif ezik bir şekilde teşekkür belgelerini alırdı. Sosyoloji diye bir ders vardı. Benim gibi şanslı öğrencilerin bu dersine zamanın TÖBDER başkanı Binali Seferoğlu’nun girmişliği vardı. Her hafta münazaralar düzenleyip adam olmayı öğrenmeye çabalardık. Astronomi ve Jeoloji dersleri vardı (bu arada militarist yanımızı unutmayalım ve ondan vazgeçmeyelim diye Milli Güvenlik ! dersleri de vardı); genellikle bir teğmen veya üsteğmen derse gelir, kapıda nöbetçi öğrencinin “hazır ol “komutuyla esas duruşta karşılanırdı. Sınıftaki kızların en sevdiği öğretmenler onlardı. Lise son sınıftaki Geometri dersi Analitik, Sentetik ve Trigonometri olarak üç kısma ayrılırdı. Hele sentetik, teorem ve ispat üzerine dayalı çok ağır bir dersti (sanırım şimdilerde olsa olsa matematik lisans programlarında yer alıyordur). Bir de “Din ve Ahlak Bilgisi” dersi vardı, sınavlarda hoca gelmeden sınıf defterinin arasına modern gazete (70’lerde çıkan erotik bir gazete, şimdikilerin yanında duygusal kalır) koyar hoca onu incelerken biz de kopyamızı çekerdik.

Günümüzde sokak röportajında sunucu, lisede okuduğunu övünerek söyleyen öğrenciye soruyor : “Türkiye’nin dört komşusunu sayar mısınız ?” O da yanıtlıyor : Amerika, Kanada, Paris…

Bence bu ülkenin en büyük sorunu cahillik ve cahil bırakılmışlıktır. Ekonomik sıkıntılar, sömürgecilerin ve yerli ortaklarının bu cahillikten beslendiği ikincil sorunlardır; sonunda yaratılan bu sıkıntı ortamı onların da başını yiyecektir ama cahillikten kurtulamazsak her toplumsal düzelme görüntüsü geçici kalmaya mahkum olacaktır.

Lisans ve Lisansüstü eğitimin niteliği üzerine de bir şeyler karalamak niyetindeydim, ancak yazı biraz uzadı, bunu bir daha ki sefere bırakıyorum.

Sevgiyle ve dostlukla.