Kültür ve sınıf mücadelesi - III

Kültür ve sınıf mücadelesi - III

Sınıf bilinci, sınıfın tarih bilincine ihtiyaç duyar. Egemenlerin mistifiye edilmiş (ulusal veya uluslararası) tarih anlatılarını kıracak, ezilenlerin, aşağıdakilerin deneyimleri, mağlubiyetleri ve kazanımlarına dayanan bir tarih anlayışının inşa edilmesi hegemonya mücadelesinin asli unsurlarından biri olmayı sürdürüyor.

Uraz Aydın

Yalnızca 20. yüzyılı değil, 21. yüzyılın krizler, isyanlar ve savaşlarla yüklü ve yine mağlubiyetler ve hayal kırıklıklarıyla örülü ilk yirmi yılını da geride bırakmışken proletaryanın siyasal iktidarına bir ön hazırlık olarak, diğer ezilen kesimler üzerindeki hegemonya arayışının bir güncelliği var mı?

Sınıf mücadeleleri tarihi bakımından çok avantajlı bir noktada bulunmadığımızı elbette teslim etmek gerekir. Bir toplumsal özgürleşme projesi olarak sosyalizmin arzulanabilir bir ütopya ve gerçekçi bir çözüm olarak görüldüğü daha elverişli dönemler yaşandı.

Öte yandan kapitalizmin hegemonyası ne denli kuşatıcı hale geldiyse de burada gedikler açmak, var olan gedikleri genişletmek, ezilenleri “düşünsel açıdan bağımsız kılmak” (Gramsci) bir ihtiyaç olarak duruyor. Bir siyasal-kültürel hegemonya inşasının diğer yüzü de hiç şüphesiz ki egemen sınıfın fikirleriyle örülmüş ideolojik cendereyi çatlatmaktır.

KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ VE ŞEYLEŞME

Bir çeşit kültürel aktivizmin, geniş anlamda solun ve radikal siyasetlerin değerlerinin taşıyıcılığını yapacak kültürel-sanatsal üretimin elbette bir anlamı vardır. Her şeyden önce fikirlerimizin, tarihimizin, kazanımlarımızın ve kaybettiklerimizin temsilinde bir süreklilik sağlama gibi bir manaya sahiptir. Bununla birlikte radikal fikirlerin mevcut kültürel düzenek içinde geniş kesimlere kimi zaman ulaşabiliyor olmasına kişisel olarak sevinmekte bir beis olmamakla birlikte bunun ne denli yıkıcı/sübversif bir ideolojik kazanım sayılabileceği de tartışmaya açık. Kültür endüstrisinin meşrulaştırıcı ve şeyleştirici işlevinin yanı sıra, silik ve çarpıtılmış olsa da ütopik itkiye karşılık gelen bir işlevi de söz konusudur. İnsanların toplumsal düzen karşısındaki endişelerini veya umutlarını yansıtarak, Fredric Jameson’un ifadesiyle “bir fantezi rüşveti olarak gerçek bir içerik dilimi” de sunar kitle kültürü bizlere.(1) Bu da, mesela dizi sektöründe, toplumsal çelişkilerin ve çatışmaların (örneğin madun etnik-cinsel-kültürel kimliklerin) piyasa ihtiyaçlarına göre belirlenmiş formlar altında olmakla birlikte temsil edilebilmesini sağlar.

Ayrıca bu çerçevede işçi sınıfın örgütlenmesinin gelişmesinin mekanik biçimde proletaryanın bir çeşit kültürel rönesansını getireceğini de elbette düşünmemek gerekiyor. Kültür ne üretim ilişkilerinin gelişimine ne de siyasal güçler ilişkisine indirgenebilecek bir göreli özerkliğe sahip olmuştur her daim. Maddi yaşamın etkilerinden elbette azade değildir ancak bir “yansıtma” işleviyle sınırlı görülemeyecek, kendi yasalarına, kendi yöntemine, kendi iç dinamiklerine sahip bir alandır. Bu çerçevede siyasetin emrine sokulabilecek, “partinin” komuta edebileceği bir alan olmaktan uzak, politikayla gerilimli bir ilişki içindedir. 

Öte yandan burjuvazinin ideolojik hakimiyetinin yalnızca kültürel alan üzerinden değil kapitalist sistemin tüm kurumlarıyla (hukuk sisteminden parlamenter demokrasiye) birlikte işleyişi tarafından sağlandığını göz önünde bulundurursak, asli hedef bu sistemin varlığıyla emekçilerin çıkarları arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın idraki, yani proletaryanın tüm parçalanmışlığının üstesinden gelebilecek biçimde sınıf bilincinin yeniden inşası olmalıdır. Bu da ancak ayağımızı gündelik mücadelelere, işçi direnişlerine, kitle hareketlerine basmaktan geçer. Bilinç hareket içinde uyanır, deneyimle şekillenir.

SINIF BİLİNCİNİN YENİDEN İNŞASI

Bu çerçevede Komünist Enternasyonal’in ilk (ve Lenin’in son) yıllarının stratejik “nasihatlerine” tekrar başvurmakta fayda var: İşçi sınıfının geniş kesimlerini kapsayacak zeminleri geliştirmek; birleşik işçi cephesinin farklı, güncel ve yaratıcı biçimlerini hayata geçirmek; emekçilerin kendi özeylemliliklerinin ve özörgütlenmelerinin kışkırtılması için hem işyeri ve sektör temelli hem de daha kapsayıcı ve bütünleştirici talepleri temel alan hareketlerin oluşumuna önayak olmak… Bu bakımdan acil ve demokratik taleplerle, geçişsel nitelikteki, yani emekçiler tarafından kendi sorunlarına bir çözüm olarak görülen ancak kapitalizmin olağan işleyişi içinde gerçekleştirilmesi zor olan, dolayısıyla gündelik ihtiyaçlar ile sosyalizm arasında bir köprü görevi görerek sınıf bilincinde sıçramalar yaşatabilecek türden taleplerin birlikte formüle edilmesi önemlidir.

“Stratejik düşünmek tarihsel düşünmektir” diyordu Marksist “militan-düşünür” Daniel Bensaïd.(2) Sınıf bilincinin inşasının temel koşulu bugünün mücadelelerine kök salmaktan geçiyorsa da, geçmiş ve gelecek kategorilerinin de stratejik ufkumuzun beslenmesi için vazgeçilmez olduğunu es geçememek gerekir. Sınıf bilinci, sınıfın tarih bilincine ihtiyaç duyar. Egemenlerin mistifiye edilmiş (ulusal veya uluslararası) tarih anlatılarını kıracak, ezilenlerin, aşağıdakilerin deneyimleri, mağlubiyetleri ve kazanımlarına dayanan bir tarih anlayışının inşa edilmesi hegemonya mücadelesinin asli unsurlarından biri olmayı sürdürüyor. Aynı şekilde gelecek tasavvurumuzun da, sosyalizm adına yaşanmış deneyimlerin hakkaniyetli bir eleştirel değerlendirmesine dayanarak eşitliğin yanında özgürlüğün de hakim olduğu, kitlelerin kendi kendilerini yönetmeleri perspektifini, “en geniş ve en sınırsız demokrasiyi” (Rosa Luxemburg) esas alacak biçimde yeniden şekillendirilmesi elzemdir. 

Sınıf mücadelesinden farklı radikalleşme ve siyasallaşma dinamikleriyle de karşı karşıyayız. Bunların meydan okuduğu ezme-ezilme ilişkilerinin bir kısmı kapitalizmden önce var olmakla birlikte (eril tahakküm, ırkçılık) kapitalist üretim biçimi altında yeniden şekillendirilmiş, tabiri caizse işlevlendirilmiş durumda. Öte yandan bu tahakküm biçimlerinin ezilenleri de çok büyük ağırlıkta emekçiler arasında bulunuyor. Bu çeşitli egemenlik türleri iç içe geçerek, bileşerek deneyimleniyor. İşçi hareketi ve siyasal özneleri kâr arayışına dayalı bu sistemin kurbanı olan ve hatta daha da kapsayıcı bir ifadeyle, kapitalizmden çıkarı olmayan en geniş kesimleri antikapitalist bir zeminde, bütünlüklü bir siyasal-toplumsal alternatif etrafında bir araya getirme göreviyle karşı karşıya. Bugün iklim krizinin dayattığı aciliyet karşısında ekolojik bilincin gelişmesi önemli ve belki de şimdiye dek görülmemiş çapta (aslında tehdidin çapıyla doğru orantılı) bir imkân. Var olan ve giderek geniş kesimlere sirayet eden bu hassasiyeti antikapitalist bir stratejinin unsuru haline getirmek elzem. “Ayın sonunu getirme” mücadelesiyle “dünyanın sonunu engelleme” kavgasının eklemlenmesi bir dizi zorluk ihtiva etmekle birlikte sosyalist hareketin tüm kapasitesiyle cebelleşmesi gereken bir mesele. Toplumsal özgürleşimi hedefleyen bir kültürel strateji bu mücadeleleri ve değerleri içermek durumunda. 

Kitle mücadelelerinin kendiliğindenliğinin içinde barındırdığı yaratıcı (ve yıkıcı-sübversif) potansiyeli göz ardı etmeden ve karşımıza çıkarabileceği yeni ve alışıldık olmayan örgütlenme, eylem ve kültürel ifade biçimlerine hazırlıklı olmakla birlikte, mücadele deneyimlerinin hafızasını, sınıf bilincinin kazandığı mevzileri ve kültürel özgürleşmeyi de kapsayan bütünlüklü bir devrimci projeyi taşıyacak bir birleşik siyasal öznenin inşası ise tüm bu evreleri kat etmek için vazgeçilmez bir ihtiyaç olmaya devam ediyor. Meşakkatli bir yol bu elbette, ama hayatla sanatın bütünleştiği bir medeniyeti inşa etmenin kolay olduğunu da kimse iddia etmemişti. 


(1) Fredric Jameson, “Kitle Kültüründe Şeyleşme ve Ütopya”, Kitle İletişim Kuramları, der. ve çev. Erol Mutlu, Ütopya yay., Ankara, 2005, b. 250-284.

(2) Bkz. Daniel Bensaïd, Köstebek ve Lokomotif. Tarih, Devrim ve Strateji Üzerine Denemeler, Yazın yayıncılık, 2006.

DAHA FAZLA