Yıkıntıların arasında bir hayatın tamiri

Yıkıntıların arasında bir hayatın tamiri

Sessizlik Oteli; intihara meyilli bir adamın etrafı tamir ederken aslında içten içe kendisini tamir etmesini hüzünlü ama mizahi bir dille ele alıyor.

Doğa Uğurel

Jonas Ebeneser 40’lı yaşlarının sonlarında karısı tarafından terk edilmiş, 26 yaşındaki kızının biyolojik babası olmadığını öğrenmiş, annesi demansın derinliklerinde bir adam. Hayatın çıkmaz yollarına giren ve bir türlü çıkış yolu bulamayan Jonas, intihar etmeyi düşünür; ancak bunu kızını etkilememek için yurtdışında yapmaya karar verir.

Bir şeyleri tamir etmede oldukça usta olan Jonas, kendi intiharı için hazırlayacağı düzeneği kurabilmek için alet çantasını da yanına alarak savaş sonrası yıkıntılarla dolu isimsiz bir kasabaya ve bu kasabadaki Sessizlik Oteli’ne gider.

Yıkıntılar arasında kendi yıkıntısı içinde bir adam

Mayınlarla döşeli, savaşın izlerinin halen çok taze olduğu, insanların çoğunun öldüğü hayatta kalanların ise büyük oranda sakat kaldığı ama her şeye rağmen yaşama tutunan ve hayatta kalmaya çalışan insanların yaşadığı bu kasabadaki Sessizlik Oteli de insanlar gibi devam etmeye ve hayatta kalmaya çalışır. Otel, oldukça eski ve kötü durumdadır. Jonas da gelip bu otele yerleşir ve yanında alet çantası olmasının avantajı ile ilk kendi odasında gördüğü eksiklikleri tamir etmeye başlar. Otel işletmecisi kardeşler Fifi ve Mayıs bu durumu fark eder ve ondan oteli tamir etmesi için yardım isterler. Mayıs ve Mayıs’ın oğlu Adam ile zaman içinde duygusal bağ kuran Jonas bu yardım isteğini kabul eder ve zamanla otelin çalışanı olur. İntihar fikri ilk başta kuvvetli olsa da Jonas bir anda kendisini ciddi bir mesainin içinde bulur. Şehirdeki herkes tamirat için kendisine ricada bulunur. Jonas özellikle kadınlara bu konuda yardım eder. Şehrin tek lokantasının sahibi de yardım karşılığında ücretsiz yemek verir. Jonas kendi iç dünyasını tamir edemediği için geldiği bu kasabada insanlar için bir umut olmaya başlar.  

İkinci bir şans ya da dönüşüm

Savaşın bıraktığı yıkım tartışmasız çok zor ve büyük. Peki, bu yıkımdan insan nasıl hâlâ umutla hayata bakabilir de bir adam sadece içinde yaşadığı bunalımı üstünden atamayarak ölmeye karar verebilir? İç sıkıntılarını aşması bu denli zor mudur? Ölmekten korkan ve ölmemek için direnen ve her şeyini kaybedip yeniden tamir etmeye çalışan bu insanların yanında kendi ölümünden bahsetmek ne derece kolaydır? İnsanın kendini tamir etmesi bu kadar mı zordur? Sessizlik Oteli; okurken bana tüm bu soruları sordurdu. Kasabada geçirdiği bu kısa zaman diliminde gördüğü ve tanıklık ettiği bu yıkım tahminen Jonas Ebeneser için de bir dönüşüme vesile olur ve ikinci bir şans için şehirden, şehre geldiği taksi ve elinde tamir çantası ile ayrılır.

“Hala varım.”

“Ben hala buradayım.”

Sessizlik Oteli bana yer yer Ricky Gervais’in oynadığı After Life dizisini hatırlattı. Benzer bir hüzünlü hava, ama bu hüznü zaman zaman dağıtan incelikli mizah Olafsdottir’in de kalemine yansımış. Okurken Jonas’ın dünyasını anlamakla birlikte bu yıkıntılarla dolu dünyada yaşamaya çalışan insanlarla daha çok özdeşlik kuruyorsunuz. Sonuçta biz de henüz gerçek anlamda olmasa da soyut bir yıkıntının içerisinde her şeye rağmen umutla yaşamaya çalışmıyor muyuz?

KÜNYE: Sessizlik Oteli, Audur Ava Olafsdottir, Çev. Esra Birkan, Nebula, 184 sayfa.

DAHA FAZLA