Sosyalist siyasette yeni birliktelikler ve yol ayrımları

Sosyalist siyasette yeni birliktelikler ve yol ayrımları

Sosyalistler; Türk-İslamcı devlet terörüne karşı Kemalizm’le uzlaşmadan ve Kürt ulusuyla da dayanışmayı ilkesel hâle getirmiş bir mücadele birliği inşa edebilirler.

Kerem Yıldırım

“Haklı çıkmak isteyen haklı çıkar.”(1)

Faust, Goethe.

Klasik Alman felsefesinde, siyasetin ve hukukun burjuvaca kavranışı bir perspektif sunar: Güçlü olan haklıdır.

Burjuva siyaset ve hukuk kurumları her ne kadar insanlara yasal eşitlik ve özgürlük vadinde bulunsa da, burjuva toplumunun gerçekliği güçlünün haklı olduğu önermesini muntazam olarak onaylar. Örneğin milyonlarca Avrupalının katili olan Hitler, güçlü olanın haklı olduğunu açıkça ifade etmiştir.(2) Hitler Alman filozofların muhtelif yöntemlerle tartıştığı bu perspektifi, milyonları vahşice katlederek somutlaştırmıştır. Faşizm, burjuva toplumun en radikal ve gerici biçimi olması nedeniyle güçlünün haklı olduğu düsturunu gizlememiştir.

Adı koyulmaz, itiraf edilemez ama Türkiye başta olmak üzere, bütün burjuva toplumlarda, siyaset ve hukuk kurumları güçlü olanın haklı olduğu iddiasının sağlaması esasına dayanır.

Burjuva siyasetinde güçlü olmak haklı olmak için esastır, burası tamamdır. Ya devlet terörüne uğrayan demokratik siyasetle (Kürt dinamiği) işçi sınıfı siyaseti arasındaki ilişkide durum nedir? Yani bu zeminde siyaset hangi esaslara dayanır?

Teorik olarak; demokratik ve sosyalist siyasetin savaştığı ya da mücadele ettiği şeye benzememesi gerekiyor. Özellikle birlikte hareket edilen hususlarda, eylem birliklerinde ve ittifaklarda herkesin eşit ve özgür söz hakkı olması gerekiyor. Bir siyasetin diğer bir siyaseti mevcut niceliksel gücü üzerinden küçük görmemesi gerekiyor. Demokratik bir birliktelik inşa edilmişse, birlikteliğin bütün öznelerine karşı dostluk üslubunu korumak gerekiyor. Haklılığın; yalana ve hileye değil, eleştiriye ve gerçeğe bağlılığa dayanması gerekiyor. Haklılığı güç üzerinden değil, bilakis özgür düşünce ve tartışma ile belirlemek gerekiyor.

Mao Zedong’un, “şeylerin somut gelişmesine bağlı olarak ilk başta uzlaşmaz olmayan bazı çelişmeler uzlaşmaz çelişmelere dönüşür.”(3) dediği mesele, eşyanın doğasının bir niteliğidir. Farklı sınıfsal-siyasal eğilimlerin yarattığı çelişmeler karşıtlığa dönüşmeden, anlamsız bir düşmanlık oluşmadan, sosyalist ve demokratik siyaseti tehdit eden baş çelişmeye/faşist iktidara karşı yeniden pozisyon alınmalıdır.

Türkiye’de sosyalist ve demokratik siyasette uzun süredir devam eden, son yıllarda ise daha da açık hâle gelen güçlü olanın her türlü sözü söyleme, hakarette bulunma ve suçlama hakkı olduğuna dair bir eğilim “yasa” hâline getirilmeye çalışılıyor.

Sanırım, güncel örneklere geçmeden bugünkü ilişkinin tarihsel olarak kırılma anına kısaca değinmekte fayda var. 71 Devrimci kopuşuyla başlayan ve kitlelerde devrimci bir enerjiye dönüşen militan/devrimci solun esas yenilgisi 12 Eylül’de değil, 2000’lerin başında cezaevlerindeki katliamlarla yaşandı. 12 Eylül sonrasında dahi toparlanabilen militan/devrimci sol, 2000’lerin başında yaşadığı fiziki yenilgiden sonra ciddi bir devrimci çıkış örgütleyemedi. Büyük kentlerdeki kenar mahalle yoksullarını hareket ettirme yeteneğine sahip ve önemli bir emekçi tabanı olan militan/devrimci sol, bu alandaki gücünü 2000’lerin başında kaybetti.

Bu güç kaybı sadece sosyalist siyasetle egemenler arasındaki güç dengesinin sarsılmasını değil, demokratik siyasetle sosyalist siyaset arasındaki ilişkilerde de bir kırılmayı temsil ediyor. Güç ilişkileri açısından, iki siyaset iletişiminde kantarın topuzu 2000’lerin başında kaçtı. Aslında bu dönemde Kürt dinamiği de devlet terörü karşısında ciddi bir güç kaybı yaşasa da, hem     Kürt dinamiğinin iradi tavrı hem de 2008’de devletle başlayan “barış” görüşmeleri Kürt dinamiğinin zinde kalmasını sağladı.

1980’den bu yana iki siyaset arasında, özellikle militan/devrimci solla Kürt dinamiği arasında çelişmelerin gerildiği ve ağır sonuçların yaşandığı başka gelişmeler de oldu. Ancak şimdi bunları yinelemek anlamlı olmayacağı için burada kalalım. İleride gerekli olursa yine bu meseleye döneriz.

İki siyaset arasında güncel krizin başlangıcı SMF adayı Fatih Maçoğlu’nun Dersim’de belediye başkanı adayı olma süreciyle başladı. Kürt dinamiği yayın organları Maçoğlu’nu devlet ajanı ve kayyum olarak tanımladı. Bu süreç SMF’nin sağduyulu ve olgun tutumuyla aşıldı. SMF bu süreçte devlet terörüne karşı Kürt dinamiğiyle dayanışmayı ilkesel düzlemde sürdürdü, Kürt dinamiğinin önderlik ettiği seçim ittifaklarında da yer aldı.

Sonrasında, ikinci kriz, geçtiğimiz seçim öncesinde üçüncü (demokratik) bir cephe açmak için kurulan Emek ve Özgürlük ittifakı (EÖİ) içinde yaşandı.

Söylemeden geçmeyelim, EÖİ kendi cumhurbaşkanı adayını çıkarmadı ve siyaseten hiçleşerek, faşist siyasetçi Ümit Özdağ’a iç işleri bakanlığı veren burjuva muhalefetin adayını destekledi. Ortak aday çıkaramayan EİÖ içerisinde, TİP kendi listeleriyle seçime girme kararı verdi. Seçim sonrası Kürt dinamiği yaşadığı yenilginin ve hiçleşmenin faturasını TİP’e çıkardı. TİP’in de ne “ittihatçı artığı” olması ne de devlet ajanlığı kaldı. Yöneltilen hakaretlere rağmen TİP de tepkilere olgunca yanıtlar verdi.

Krizin üçüncü aşaması içinden geçtiğimiz günlerde yaşanıyor. Sosyalistlerin güç birliği koşullarını zorlayıp, “sosyalist belediyeler birliği” için olanakları değerlendirmeye koyulduğu bir ortamda Kürt dinamiğine bağlı Yeni Özgür Politika gazetesi “Maçoğlu Jandarma kol kola” manşeti attı.

Anladığımız kadarıyla Kürt dinamiği yaklaşan yerel seçim öncesi EÖİ’den ittifak ortağı olan SMF’yi düşman ilan ediyor. Düşman ilan ediyor diyoruz, çünkü doğru olmayan bir haberle, üstelik haberin muhtevasının asıl faili kendisi olmasına rağmen, Kürt dinamiğinin Maçoğlu’nu devletle birlikte göstermesinin adı düşmanlıktır.

Kürt dinamiğinin son tavrından iki sonuç çıkıyor:

Birincisi, Kürt dinamiği yayın organları aracılığıyla yalana sarılarak burjuva siyasetin bataklığına saplanmaktadır. İkincisi Maçoğlu geçtiğimiz seçimde HDP’ye oy çağrısı yaparken jandarma ile kol kola değil miydi? Şimdi ne değişti? Bunun adı da tutarsızlıktır.

Her şeyden önce dürüst ve tutarlı olmalıyız. Dost kim, düşman kim ayırt etmeliyiz. Hatalı dostla düşmanın ayırımını yapmamak yalnızca ahlaki bir sorun değildir; faşist rejime karşı mücadele edenlerin cephesinde gedikler açmaktır, egemenlere sızacakları çatlaklar sunmaktır.

Saldırının hedefinde SMF ve TİP’in olması da ayrıca anlamlıdır. SMF, eksiklerine –SMF sözcülerinin kendi ifadeleri-rağmen devrimci-halkçı bir il belediyesi pratiğine önderlik etti. TİP ise parlamentoyu etkili kullanarak, sosyalizmin asgari programının (konut sorunu vs.) kitleler içerisinde tartışılmasına yol açtı.

Faşist iktidarın halk kitlelerini yoksullaştırdığı, direnen işçilere saldırdığı, Kürt ulusuna terör uyguladığı ve Gezi/Haziran Ayaklanması’nı yeniden yargıladığı bir dönemde, devrimci-demokrat mücadele güçlerinin birlikte hareket etme zeminini koruması gerekiyor. Ancak bu zemin tek bir ittifak çerçevesinde yapılamıyorsa ayrı birlikteliklerle yapılması denenmelidir.

Kürt ulusunun özgürlük mücadelesiyle dayanışmayı sürdüren ama Kürt dinamiğinden de bağımsız bir devrimci-demokratik birlik kurulabilir. Daha doğrusu Kürt dinamiğinin pederşahi tavrı sosyalistlere ayrı bir yol açmaktan başka çare bırakmamıştır.

Sosyalistler; Türk-İslamcı devlet terörüne karşı Kemalizm’le uzlaşmadan ve Kürt ulusuyla da dayanışmayı ilkesel hâle getirmiş bir mücadele birliği inşa edebilirler.

Bu öneriyi yaklaşan yerel seçimler için sunmuyoruz. En nihayetinde burjuva yasallığın “sunduğu” seçimler bir sonuçtur. Esas olan seçimleri de sınıf mücadelesinin lehine dönüştürmektir. Önerdiğimiz model, sosyalistler içinde farklı eğilimlerin de temsil edildiği, sınıf mücadelesi ve ezilen ulusların kuruluşu perspektifiyle inşa edilen, birleşik ve güçlü bir eylem birliğidir.

(1)          Faust, J.W. V. Goethe, Ç: A. Erkin Köylügil,  İlgi Kültür Sanat, sy 98, 2. Baskı, 2021, İstanbul.

(2)          Hitler İmparatorluğu, Mark Mazower, Ç: Yavuz Alogan, Alfa, sy. 125, 4. Baskı, 2020, İstanbul.

(3)          Mao Zedung Seçme Eserler-I, Kaynak Yayınları, sy. 454, 4. Baskı, 2000, İstanbul.

DAHA FAZLA