Uzman sorumluluğu

Uzman sorumluluğu

Bilgiye sahip olmak, uzman olmak önemli bir kimliği ifade eder. Ancak bu kimlik, uzman kişinin aynı zamanda bir insan ve bir yurttaş kimliğine de sahip olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Mehmet Torun

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan'ın İliç ilçesinde Anagold Madencilik şirketi tarafından çalıştırılan Çöpler Altın Madeni'nde depolanan siyanürlü yığının kayması sonucu 9 işçi yaşamını yitirmişti. Faciaya ilişkin 23 Mayıs 2024 tarihinde hazırlanan bilirkişi raporuna göre, Çevresel Etki Değerlendirmesi’ni (ÇED) onaylayan ve kontrolünü yapması gereken Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yetkilileri kusurlu bulunmuştu.

Oluşturulan yeni bilirkişi heyeti hazırladığı “bilimsel görüş”te, "...ÇED raporunda onay ve/veya imzası bulunan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yetkililerinin ve ilgililerin kusurlu olarak değerlendirilemeyeceği ve iş kazasının meydana gelmesinde kaza sonucu oluşan ölüm, yaralanmalar ve çevrede oluşan kirlenmeye dair sorumluluğu bulunmadığı görüşüne varıldığından dolayı ÇED raporunda onay ve/veya imzası bulunan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yetkililerinin KUSURSUZ olduğu görüş ve kanaatine varılmıştır.” denilmekte.

Bunun anlamı kısaca şudur: Suçlular, ölenler ve 2-3 mühendistir. Bunun dışında herkes görevini yapmıştır, kusurları yoktur. Faciada sistemsel bir sorun bulunmamaktadır.

Eğitimli olmak, toplum çoğunluğuna göre ayrıcalıklı bir statüye sahip olmayı mümkün kılar. Kişinin itibarı ve prestijini artırır. Kişi, toplumda saygı görür, düşünceleri ve görüşleri önemsenir. Diplomalılar arasında sömürüye, baskıya karşı duran, sisteme muhalif olan pek çok aydın bulunmakta. Ancak, sömürü düzeninin devam etmesi için egemenlere akıl üretenler, yol gösterenler, hakikati gizleyenler de oldukça fazla.

Bilgiye sahip olmak, uzman olmak önemli bir kimliği ifade eder. Ancak bu kimlik, uzman kişinin aynı zamanda bir insan ve bir yurttaş kimliğine de sahip olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Üstelik uzman kimliğinin, yurttaş kimliği ve insan kimliğiyle çelişmemesi gibi bir zorunluluk bulunmakta.

Uzman bir konuda bir şeyler bilene denir. Maddi-sosyal gerçekliğin küçük bir parçasına dair bilgi sahibidir. Gerçek aydın ise sadece ağacı değil ormanı da görür. Olaylara bütüncül bakar. Çünkü gerçek bütündedir. Elbette herkes her şeyi bilmek durumunda değildir, anlatılmak istenen sınırlı bilginin ve bakışın gerçeği bulmakta yetersiz kalmasıdır.

Fikret Başkaya bu konuda şöyle demekte: Türkiye’de isminin önünde doktor, doçent, profesör unvanları olanlar nedense biraz fazla önemseniyor. Aslında bunlar uzmandır. Herhangi başka bir dalda/alanda olduğu gibi… Mesela biri hukuk fakültesine gider, hakim, savcı, avukat olur, iktisat fakültesine gider, iktisatçı olur, bir başkası fırıncının çırağı olur. Ekmek pişirmeyi, pide ve pasta yapmayı öğrenir, bir başkası da bir marangoza çırak olur, kapı, pencere, masa, sandalye, vb. yapmayı öğrenir, marangoz olur. Bunlar arasında şeylerin gerçeğine nüfuz etmek bakımından önemli bir fark yoktur. Sonuçta hepsi uzmandır. Sadece eğitimli olanlar diğerlerine göre şeylerin gerçeğini anlamak, bilince çıkarmak bakımından daha avantajlıdırlar. Daha fazlası değil.

Dünyanın maruz kaldığı neo-liberal saldırının birçok türü var. Bir taraftan silahıyla, askeriyle egemenler halklara ve topraklarına tecavüz etmekte, diğer taraftan büyük finans gücüyle mal ve hizmet ticaretini kontrol eden ulus-ötesi şirketler çevre ülkeleri köleleştirmekte. Uluslararası kötülük, her alanda hüküm sürmekte. “Kötülüğün bilimi” de işte bu neoliberal hegemonyayı ve onun ideolojisini yeniden üretmekle görevli.

Dünyada ve Türkiye’de üniversiteye egemen olan neo-liberal bilim anlayışı, kendini yansızlık kisvesiyle tek seçenek olarak dayatmakta. Araştırma yapmak, piyasaya tâbi olarak mümkün olmakta, araştırmacı veya bilim insanı, piyasanın bilgisini üretmek ve onu meşrulaştırmakla görevli. Projecilik üniversiteye hâkim olmuş, artık doktora eğitimi bile projeciliğe indirgenmiş. Üniversitelerin idari, kurumsal yapısı da piyasa anlayışına uyum göstererek dönüşüme uğramış. Üniversite artık bir piyasa, akademisyenler pazarlama elemanı, öğrenciler de müşteri.

Akademik-bilimsel dünyada gönüllü kulluğu seçerek, kendisine yabancılaşmış bilim insanlarının tercihleri kendi seçimleri. Gönüllü kulluğu değil, gerçeğin peşinde koşmayı, her türlü yabancılaşmayı reddedenler ise, ne türden bir uzmanlığa sahip olursa olsunlar yabancılaşmaya engel olmak için aydın olma sorumluluklarının gereğini yapma durumundalar.

Yazıyı Karaburun Bilim Kongresi Düzenleme Kurulu’nun sözleriyle bitirelim:

“Doğa bilimlerinden sosyal bilimlere egemen bilim paradigmalarının kendilerini kârın hizmetine adadıkları çağımızda, bu çabanın zor olduğunun bilincindeyiz. İşimiz engizisyon karşısında yozlaşmış bilimin iktidarına karşı gelen Galileo Galilei’nin ki kadar zordur ancak bir o kadar da umutlu olmak gerekiyor. Üstat Galilei’ye atfedilen sözde olduğu gibi, çünkü dünya “Eppur si muove” (ama yine de dönüyor).”