Soma faciasının 10. yılı

Soma faciasının 10. yılı

Facia, hem madencilik hem de işçi sağlığı ve güvenliği alanında son yıllarda ağırlaştırılmış bir biçimde sürdürülen “özelleştirme”, “piyasalaştırma” ve “taşeronlaştırma” politikalarının çöktüğünü göstermiştir.

Mehmet Torun

Bundan 10 yıl önce, 13 Mayıs 2014 tarihinde Manisa-Soma’da özel bir şirket tarafından işletilen yeraltı kömür ocağında kömürün kendiliğinden yanması (yarım yanma, içten içe yanma) sonucu açığa çıkan karbon monoksit gazının çalışanları zehirlemesi sonucu 5’i maden mühendisi toplam 301 işçi yaşamını yitirdi. Kömürün yeraltında yanması olağan bir durum olmayıp işletme hatasından kaynaklı bir olay. Bu olay, son yüzyılın en büyük iş cinayetlerinden biri olarak kayıtlara geçti.

Soma faciasının nedenleri arasında havza madenciliğinden vazgeçilmesi, üretim zorlaması, havalandırma sistemlerindeki sorunlar, kaçış yolları yetersizliği, kişisel koruyucu donanımların yetersizliği gibi altyapı ve teknolojik sorunlar olmakla beraber 301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği Soma faciasının birinci dereceden faili rant hırsı için işçilere kölece bir yaşamı reva gören neoliberal sistemdir. Bu neoliberal sistemin ekonomik ve politik organizasyonun icracısı ise AKP hükümeti.

Rekabete dayanan dünya ticaret ve sanayileşme yarışında, Türkiye’de madencilik alanında sermaye birikimi ucuz işçilikle sağlanmakta, ucuza üretmek için iş, alt işverenlere bölünmekte. Böylelikle üretim maliyetlerini düşürmek adına standartlar ve yasalar ihlal edilerek aşırı zorlamayla üretim miktarları artırılmakta. Bunun her ikisi de işçilerin sırtından sağlanmakta. İşte Soma faciası bu modelin, bu sistemin sonucu.

1980’li yıllardan itibaren, “ekonomi yönetiminde kamusal mekanizmaların yerine piyasa mekanizmalarının konulması gerektiği, verimlilik ve refahın bu yolla sağlanacağı” şeklindeki politikaların Türkiye’ye yansımaları gecikmemiş ve bu doğrultuda önce plânlı dönem üzerine bir sünger çekilmiş, daha sonra küreselleşmenin en önemli aygıtı özelleştirme uygulamaları başlatılmıştır. Söz konusu gelişmelerin Türkiye madencilik sektörüne yansımaları, özellikle 1990’lardan itibaren hız kazanmıştır. Bu süreçte, madencilik sektöründe öne çıkan söylem “kamu madencilik kuruluşlarının özelleştirilmesi” olmuş, bu amaçla söz konusu kuruluşlarda gerekli olan yatırımlar yapılmamıştır. Türkiye madencilik sektöründe mülkiyet ve yönetim değişikliklerini gerçekleştirmeye yönelik olarak çeşitli kamu kurumlarında sektörel bölünme, ticarileştirme, şirketleştirme ve özelleştirmeye yönelik uygulamalar birbirini izlemiş, madencilik sektörünün kamu ağırlıklı yapısı özel sermayenin de yerini alabileceği bir rekabet ortamına dönüştürülmeye çalışılmıştır.

KİT’lerin özelleştirilmesiyle işletmelerin verimliliğinin artacağı ve makro düzeyde rekabetin sağlanmasıyla ekonomik performansın yükseleceği savı ise teorik dayanaktan yoksun olduğu gibi, uygulamada da bilimsel olarak kanıtlanmamış. Havza bazında ve tüm cevher damarlarının bir arada değerlendirilmesi ile gerçekleştirilecek madencilik yatırımlarının özel sektörün kâr hırsına terk edilmemesi gerektiği muhakkak.

Dünyanın büyük ekonomileri arasında olmakla övünen bir ülkede, böylesi bir felaketin kaza olarak olağanlaştırılması, Türkiye'de süre gelen işçi kıyımını normalleştirmekte. Bu facialar iş kazası olarak nitelendirilemez. Çünkü iş kazası olabilmesi için, o iş yerinde tüm teknolojik imkânların kullanılarak, işçi sağlığı ve güvenliği hakkında önlemlerin eksiksiz alınmış olması ancak standartlara göre alınmış önlemlere rağmen öngörülmeyen bir durumun kazaya yol açmış olması gerekir. Fakat gerçekler, maliyeti düşürmek için işçilerin göz göre göre ölüme gönderildiğini göstermekte.

Soma'da yaşanan felakete, şirketin “ne pahasına olursa olsun, maliyeti düşürme ve üretimi kesintisiz sürdürme” politikası neden olmuştur. Yaşanan faciadan yalnızca şirket sorumlu değildir. Bu üretim modelini yaratanlar ve kömür madenleri ile linyit sahalarını ihalelerle devredenler, denetim sorumluluklarını yerine getirmeyenler de yaşanan iş cinayetlerinden birinci derecede sorumludur.

Facia, hem madencilik hem de işçi sağlığı ve güvenliği alanında son yıllarda ağırlaştırılmış bir biçimde sürdürülen “özelleştirme”, “piyasalaştırma” ve “taşeronlaştırma” politikalarının çöktüğünü göstermiştir. Enerji maliyetlerinde ciddi bir artış yaşanırken, buna paralel olarak madencilik alanında çalışan işçilerin maruz kaldığı koşulların kötüleştiği, ölümcülleştiği bu faciayla daha çok görünür hale gelmiştir.

Yaşanan bu faciadan ders çıkarılmamıştır. Facia, “fıtrat, kader” denilerek bilimsel yöntemlerle değerlendirilmemiş ve kaderci bir anlayışla neden-sonuç bağlamından koparılmıştır. Bunun doğal sonucu olarak iş cinayetleri devam etmiştir. Ermenek, Amasra ve en son İliç faciaları bu zihniyetin birer sonucudur. Eğer bu politikalarda ısrar edilirse benzer facialar yaşanmaya devam edecektir.

Sistemin egemenleri ders çıkarmak bir yana, işçilerin haklarını savunan avukatları zindanlara atarak susturmaya çalışmıştır. Soma’nın avukatları Can Atalay ve Selçuk Kozağaçlı’ya haksız bir şekilde bedel ödetilmekte, gerçek suçlular elini kolunu sallayarak aramızda dolaşmakta.

Çözüm kapitalizme, emek sömürüsüne, yolsuzluk ve talana, gelir dağılımındaki uçuruma, açlık ve yoksulluğa karşı, işçi ve emekçilerin insan onuruna yaraşır ekonomik ve sosyal koşullara sahip olmasını savunan bir eksende birlikte mücadelesinden geçmektedir.