Emperyalist projeler

Emperyalist projeler

Ülkemizde uygulanan ekonomik politika, ucuz işgücü üzerinden sermaye birikim modeline dayanmaktadır. Bu anlamda sadece emek sömürüsüyle yetinmeyen sermaye, doğayı ve ortak değerlerimizi talan etmektedir.

Mehmet Torun

Emperyalist ülkeler, tüm hesaplarını uzun yıllara dayalı olarak yaparlar. Hedeflerine ulaşmak için acele etmezler ve her yola başvururlar. Yakın tarihimizi takip edenler Chester projesini bilir.

Chester, ABD’li bir amiraldir. Osmanlı Devleti’nden demir yolu imtiyazı alabilmek için 1908 yılında bir girişimde bulunmuş ancak çeşitli gerekçelerle sonuç alamamıştır. Amerikan Chester Şirketinin ikinci ciddi teşebbüsü 1922 yılında olmuştur. Önceki proje üzerinde yapılan birtakım değişikliklerden sonra 1923 yılı başında TBMM'ye sunulan Chester Projesi, Meclis’te kabul edilmiş olmakla beraber uygulamaya geçirilememiştir. 

Chester Projesi, ABD-Kanada ortaklık grubu şirketi tarafından hazırlanan bir projedir ve inşa bölgesinin çevresindeki madenleri işletme imtiyazı karşılığında bazı bölgelerde demiryolu ve liman yapımını içerir. Projeye göre şirket Adana-Yumurtalık, Musul, Kerkük ve Samsun bölgelerinde yaklaşık 4400 km'lik demiryolu, Yumurtalık ve Trabzon'a birer liman inşa edecek buna karşılık olarak demiryollarının çevresindeki 40 km'lik bir kuşak çevresinde bilinen ve sonradan bulunabilecek petrol ve diğer bütün madenleri 99 yıllığına işletecektir. Şirket gerek demiryolları ve limanlardan gerekse madenlerin işletiminden elde ettiği kârdan Türk Hükümetine belirli bir pay verecektir.

Görüldüğü üzere, Chester Grubu 1908 yılında başlattığı imtiyaz alma mücadelesini 1923 yılı nisan ayı itibarıyla olumlu sonuçlandırabilmiştir. Hayata geçirilemeyen bu imtiyazlar, sadece demiryollarıyla ilgili değildir. İnşa edilecek hatların çevresindeki madenlerin, özellikle bakır ve petrolün işletme haklarını kapsamaktadır. Chester Projesi, Nisan 1923’te Meclis tarafından onaylandıysa da Musul ve Kerkük’ün Lozan’da Irak’a bırakılmasıyla proje uygulamaya konulamamış ve Meclis, Aralık 1923’te sözleşmeleri feshetmiştir. Bu konuda tarihçilerin farklı görüşleri bulunmaktadır.

“Yeni sömürgecilik” ya da “modern sömürgecilik” kavramı, bir ülkede siyasal bağımsızlığa sahip olunmasına karşın dolaylı yöntemlerle emperyalizme bağımlılığın ve gizli sömürgeciliğin sürmesidir. Örneğin kapitülasyonlar Lozan Antlaşması ile kaldırılmış olmasına karşın günümüzde madencilikte kapitülasyonların bir benzeri yaşanmaktadır. Cumhuriyet sonrası bu durum, 1954 yılında 6309 sayılı Maden Kanunu ile başlamıştır. Bu tarihte çıkarılan yasayla yabancı sermayenin önü açılmıştır. Sonraki yıllarda bu imtiyazlar artarak devam ettirilmiş ve bugün çok uluslu şirketler ve yerli ortakları tüm kaynaklarımıza rahatça müdahale edebilmektedir.

Dünyada madencilik faaliyetinde bulunan çok uluslu şirketler asırlardan bu yana yeraltı zenginliklerinin oluştuğu ülkenin olanaklarıyla, ucuz işgücü kullanarak bu madenleri üretmekte, maden üretimi yaptıkları ülkelerden hammaddeyi alıp götürmekte, geriye bozulmuş bir doğa, kimyasallarla kirletilmiş cevher atığı topraklar, ağaçları yok edilmiş ormanlar, temiz suya, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşamayan fakir insanlar bırakmaktadır. Bunun adı sömürge madenciliğidir.

Ülkemizde uygulanan ekonomik politika, ucuz işgücü üzerinden sermaye birikim modeline dayanmaktadır. Bu anlamda sadece emek sömürüsüyle yetinmeyen sermaye, doğayı ve ortak değerlerimizi talan etmektedir. Özellikle inşaat, enerji, maden ve turizm alanlarında yaşanan bu durum sonucunda tüm yaşam alanlarımız zarar görmekte, geleceğimiz yok edilmektedir. Bunlar, kapitalizmin kâr hırsı uğruna yaptığı kaçınılmaz yıkımlardır.

Çok uluslu şirketler (ÇUŞ) bu faaliyetlerini yürütürken mutlaka yerli işbirlikçiler ve tetikçiler kullanmak zorundadır. “Ekonomik tetikçiler, yerküre üzerindeki ülkeleri trilyonlarca dolar dolandıran yüksek ücretli profesyonellerdir. Dünya Bankası, ABD, Uluslararası Kalkınma Ajansı ve diğer yabancı ‘yardım’ kuruluşlarından büyük şirketlerin kasalarına ve gezegenimizin tabii kaynaklarını kontrol eden birkaç varlıklı ailenin ceplerine para aktarırlar. Kullandıkları araçlar arasında sahte finansal raporlar, hileli seçimler, rüşvet, zorbalık ve cinayet bulunmaktadır. Oynadıkları oyun imparatorluklar kadar eski olmasına rağmen, günümüzdeki küreselleşme sürecinde yeni ve korkutucu bir boyuta ulaşmıştır.

Dünyamızı kimler yönetiyor? Kirli aileler, kirli şirketler. Kalkındırma yalanı altında -milyarlarca dolarlık- şişirilmiş projeler ve bu projeleri ‘bilimsel’ gösteren, üniversite kitaplarına bile geçmiş raporlar, teoriler. Maalesef bu kez komplo değiller! Hedef ülkeler, hedef yöneticiler ya satılacaklar ya da ölecekler. Hepsi yaşanmış, hepsi gerçek. Yöntem çok, amaç tek: Şirketokrasi ile yönetilen ‘küresel imparatorluk’”

Bunları kim söylemektedir. Kendisi de bir zamanlar ekonomik tetikçilik yapmış olan John Perkins. Ve devam ediyor: Ekonomi tetikçisi olarak bizlerin amacı küresel imparatorluk kurmaktır. Bizler, diğer ülkeleri şirketlerimizin, hükümetimizin, bankalarımızın kölesi haline getirmek için uluslararası finans kuruluşlarını kullanan elit bir grubuz. Mafyanın yaptığı iyilikler gibi ekonomi tetikçileri de görünüşte bazı iyilikler yapar. Örneğin elektrik santralleri, otoyollar, limanlar, havaalanları, teknoparklar gibi altyapı hizmetleri için borç temin ederler. Bu borçların önkoşulu, bütün bu projelerin Amerikan inşaat ve mühendislik firmaları tarafından gerçekleştirilmesidir. Aslında paranın çoğu Amerika’yı hiç terk etmez transfer edilir. Para hiç vakit geçirmeden şirketlere (kreditörlere) döndüğü halde borçlu ülkenin anapara artı faizin tamamını ödemesini isteriz. Eğer ekonomi tetikçisi çok başarılı ise borç tutarı o kadar büyük olur ki, birkaç yıl sonra borçlu ülke ödemeleri aksatır. Bu olduğunda biz de mafya gibi diyetini isteriz. Birleşmiş Milletler’de Amerika’nın isteği doğrultusunda oy verme, askeri üs kurma veya petrol gibi değerli kaynaklara el koyma şeklinde olabilir bu diyet..."

Tüm bu olup bitenleri bilmek, görmek oldukça önemli. Elbette bunlara karşı çıkmak, mücadele etmekte. Yoksa, bir gün gelir elimizdeki bütün değerleri kaybederiz.

DAHA FAZLA