Cumhuriyetin 100. yılında madenlerimiz

Cumhuriyetin 100. yılında madenlerimiz

Günümüzde madencilik sektörünün Gayri Safi Milli Hasıla’daki (GSMH) payı oldukça düşük. 2010 yılında % 1.08 olan oran, 2022 yılında  % 1.38 olmuş. 2022 yılı maden ihracatı 6.5 milyar dolar olarak gerçekleşmiş.

Mehmet Torun

Anadolu; tarihi dönemler içerisinde, üzerinde yaşayan toplulukların doğal kaynaklarını fark ettiği ve onları kullandığı ev sahibi bir coğrafya. Antik çağlardan itibaren maden üretimi yapılmış. Antik dönemden Osmanlı’nın son dönemine kadar madencilik çeşitli şekillerde sürmüş. Osmanlı Devleti’nin son döneminde kapitülasyonlar neticesinde yabancı şirketler Anadolu coğrafyasında maden aramış ve var olanları çıkarıp işlemiş. Bu süreçte yabancılar Osmanlı topraklarında maden arama, işletme ve pazarlama faaliyetlerini sürdürebilme imtiyazları elde etmiş dolayısıyla Osmanlı topraklarında madencilik faaliyetleri yabancıların eline geçmiş.

Bundan tam yüzyıl önce bu topraklarda Ulusal Kurtuluş mücadelesi verildi. Sonucunda siyasal bağımsızlık kazanıldı ve yeni bir sistem inşa edildi. Bu sistem; hilafete, saltanata karşı kurulmuştu. Aydınlanma ve çağdaşlaşma iddiası taşıyordu. 100 yıl sonra bugün yapılması gereken kutlamalar uyduruk gerekçelerle iptal ediliyorsa bunun rövanşist bir duygunun sonucu olduğu açık. Kutlama adı altında plânlanan etkinliklerde Cumhuriyetin temel ilkelerine taban tabana zıt.

Cumhuriyetin ilk kadroları, ülke kalkınmasında madenciliğin önemini kavramış ve bu doğrultuda çalışmalar yapmış. Cumhuriyet İdaresi’nin ekonomi politikasını belirleyen İktisât Kongresi’nde alınan kararlar, Cumhuriyet dönemi madenciliğinin hedeflerini ortaya koyma bakımından önemli. Kongrede yapılan konuşmalarda; “Ülkemizin kalkınmasını sağlamak için, önce ekonomik yönden kalkınmanın sağlanması, yeraltı ve yerüstü doğal kaynaklarımızı kendimizin işleyerek, milletimizi çağdaş medeniyetin sahip olduğu düzeye eriştirilmesi” temel amaç olarak belirtilmiş.

Bu çerçevede;

- 1924’de Zonguldak’ta Yüksek Maden ve Sanayi Mektebi açılmış,

- 1926 yılında çıkarılan bir yasa ile petrol arama ve işletme hakkı devlete verilmiş,

-1936 yılından itibaren madenlerin millileştirilmesi (devletleştirilmesi) uygulamasına girişilmiş,

-1933 yılında 2262 sayılı yasa ile kurulan Sümerbank; sanayi kuruluşlarına kredi vermek ve tüm bankacılık işlerini yapmak ve sanayinin gelişmesine ilişkin tedbirler almak üzere kurulmuş,

 - 1933 tarih ve 2189 sayılı yasa ile kurulan Petrol Arama ve İşletme İdaresi; Türkiye dahilinde petrol ve bunlarla çıkacak diğer madenleri aramak ve sonuçları elverişli olanları işletmek üzere İktisat Vekâletine bağlı olarak kurulmuş,

- 1933 tarih ve 2189 sayılı yasa ile kurulan Altın Arama ve İşletme İdaresi; altın ve bunlarla çıkacak diğer madenleri aramak ve sonuçları elverişli olanları işletmek üzere İktisat Vekâletine bağlı olarak kurulmuş,

-1935 tarih ve 2804 sayılı yasa ile kurulan Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) ülkemizin en önemli madenci kuruluşu olup, maden sahalarının aranması, işletmeye elverişli sahaların bulunması, fenni ve jeolojik tetkiklerinin yapılması, maden sanayiinde çalışacak her derecedeki elemanların yetiştirilmesini sağlamak üzere kurulmuş,

 - 1935 tarih ve 2805 sayılı yasa ile kurulan Etibank; Cumhuriyet Dönemi madenciliğinin en önemli kurumlarından birisi. Maden cevherleri, taş ocağı maddeleri, madenî ham maddeler ile maden malzemesi almak, satmak ve bunların alım satımına vasıta olmak, maden imtiyazları ile ruhsatname hisselerini elde etmek veya üzerine almak gibi görevler üstlenmiş,

- 1937 yılında Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın temeli atılmış, tesis iki yıl içinde tamamlanarak 1939 da işletmeye açılmış,

- 1937 yılında ilk defa demir madeni Divriği’de MTA tarafından bulunmuş, 1939 yılında Divriği Demir Madenleri İşletmesi kurularak işletme faaliyetlerine başlanmış,

- 1940 yılında Zonguldak taşkömürü millileştirilmiş.

Cumhuriyetin, ilanından sonra, geçirilen on yıllık "özel girişimi özendirme politikasının" başarısız olması ve 1929 ekonomik buhranının devletçi politikaların uygulandığı ülkeleri fazla etkilememesi gibi etmenler, çoğu alanlarda olduğu gibi madencilik alanında da "devletçi" bir politikanın izlenmesini zorunlu kılmış. 

Tüm bu gelişmeler sonucunda madencilik sektörünün ülke ekonomisindeki payı çok artmış.  Birinci Beş Yıllık Sanayii Plânında (BBYSP) madenciliğin toplam yatırımları içindeki payı % 26,9 oranında; ikinci Beş Yıllık Sanayii Plânında ise (İBYSP) daha da artarak, toplam, yatırımların % 40 lar gibi büyük bir değere ulaşmış.

İkinci paylaşım savaşı sonunda yakın ilişkiler içinde bulunduğumuz devletlerden, kendi ekonomik çıkarlarına uygun yeni politikaların uygulanması için baskılar yapılmış. Bu baskıların büyük bir bölümü, 1947'den itibaren dış yardım aldığımız, ekonomik bakımdan muhtaç olduğumuz ayrıca gerek dış politika, gerekse askeri yönden desteğini aradığımız ABD'den gelmiş. Bu yargıyı doğrulayan en somut kanıt, 1947 Kalkınma Plânıdır. Plân; haberleşme, ulaştırma başta olmak üzere enerji, demir-çelik ve MADEN sektörlerini içermektedir. Böyle bir plânın finansmanı için uzun vadeli dış krediye ihtiyaç duyulacağı göz önüne alındığında, ABD'nin 500 milyon dolarlık kredisi, bu plânın en önemli kaynağını oluşturmuş. Bir yandan içteki ekonomik çıkmazın bir gereği olarak, diğer yandan ABD'nin uyguladığı Marshall Plânı'nın etkisiyle dönemin başında yurtiçi kaynaklara dayalı kalkınma stratejisine karşılık, dönem sonunda dış kaynaklara bağlı bir kalkınma stratejisinin ana çizgileri ortaya çıkmaya başlamış. Böylece daha 1950'Iere girmeden, gerek ekonomik, gerek askeri ve gerekse politik alanda kapitüler nitelikli ayrıcalıkların yabancılara verilmesinin ilk adımları atılmış. 1950 lerden, sonra iktidara gelen Demokrat Parti (DP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidarının son döneminde 1947 Kalkınma Plânında saptanan, büyük çapta dış kaynaklı kalkınma stratejisinin sınırlarını daha da genişletmiş, böylece dışa bağımlılık sürecini pekiştirmiş. DP programında "iktisadi hayatta özel teşebbüs ve sermayenin faaliyeti esastır" demek suretiyle tercihler açıkça belirtilmiş. 15 Mayıs 1951'de hazırlanan Barker raporu dışa bağımlılığı kanıtlayan somut bir belgedir. Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası) ile Türk Hükümeti’nin birlikte finanse ettiği bir heyetin hazırladığı bu rapor, 1950 lerde Türkiye'nin bir tarım ülkesi olarak görülmek istenmesi bakımından düşündürücüdür. DP iktidara geldiğinde, Barker Raporu'nun önerileri doğrultusunda yeni yasalar çıkarmış. Madencilik alanında o zamana kadar yalnız kamu kuruluşlarınca işletilebilen bazı madenler özel sektörün arama ve işletmesine açılmış, özel ve kamu girişimine eşit davranılması ilke olarak benimsenmiş. 1951'de çıkarılan 5821 sayılı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanununu, 1954 yılında çıkarılan 6309 sayılı Maden Kanunu izlemiş. Maden Kanunu'nun 13. ve 62. maddelerinde madenlerin devlet eliyle geliştirilmesi esası terk edilerek, özel ve kamu girişimlerinin eşit haklara sahip olacakları belirtilmiş.

Özetle; Cumhuriyetin ilk on yılı hariç tutulursa, 1950 yılına kadar izlenen kamu ağırlıklı madencilik politikasına yasal anlamda 1954 yılında çıkarılan 6309 sayılı yasayla son verilmiş, kamu sektörü kadar özel sektöre de aynı haklar tanınmış.

Sonraki yıllarda madencilik sektöründe -kamu veya özel sektör önceliği- tartışmaları devam etmiş. Söz konusu tartışmalar; 1961 Anayasası çalışmalarında, 1970 askeri muhtırası ve 1980 askeri dönemler sonrası yapılan Anayasa çalışmalarında da sürmüş.

1978 yılında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) hükümeti tarafından gerçekleştirilen ve 2172 sayılı yasayla şekillenen küçük çaplı devletleştirme uygulamalarının ömrü kısa olmuş ve 1983 yılında çıkarılan 2840 sayılı yasa ile son bulmuş. Adı geçen 2840 sayılı yasayla bor tuzu, trona, asfaltit, uranyum ve toryum devlet tekelinde bırakılarak diğer alanlar özel sektörün aramalarına açılmış. Bugün bu madenler de bir şekilde özel sektöre açılmış.

24 Ocak kararlarıyla ekonomik, 12 Eylül harekatıyla siyasi temelleri atılan 1980 sonrası libaral dönemin anlayışına uygun olarak, madencilik sektöründe de öncelik kamudan alınarak özel sektöre verilmeye ya da kamu sektörü ile özel sektör eşit hale getirilmeye çalışılmış. Madencilik alanında bunun yasal dayanakları 3213 sayılı yasa ile oluşturulmuş. 1985 tarih ve 3213 sayılı yasa ile kamu kuruluşlarınca işletilen madenler de dahil olmak üzere tüm madenler özel sektörün arama ve işletmesine açılmış, bu alanda bazı madenler üzerindeki devlet tekeline son verilmiş.

Bütün bu gelişmeler, madencilik sektörüne olumsuz yansımış ve sektörü büyütmemiş. Madencilik alanına yapılan tüm yatırımlarda sektörün katkısı 1973'te % 11.8’ e, 1976’da % 5.6'ya ve 1980'de ise %  4.9’ a düşmüş. Bugün madenlerin tamamına yakını yabancı ve yerli özel şirketler tarafından işletilmekte. Günümüzde madencilik sektörünün Gayri Safi Milli Hasıla’daki (GSMH) payı oldukça düşük. 2010 yılında % 1.08 olan oran, 2022 yılında  % 1.38 olmuş. 2022 yılı maden ihracatı 6.5 milyar dolar olarak gerçekleşmiş.

Tüm bu rakamlar sağlıklı bir madencilik politikasının olmadığına işaret etmekte. Hammadde ihracına dayanan madenciliğin geldiği noktayı göstermekte.

Başa dönersek, siyasi bağımsızlığı kazandığımız Cumhuriyetin 100. yılında; daha demokratik, gerçek laikliğin hayata geçirileceği, sömürge madenciliğinin sonlandırılacağı bir yapının gerçekleşmesi için mücadele edilmesi dileğiyle… Nice yüzyıllara.

DAHA FAZLA