ÇEVİRİ | CIA'nın gizli hapishanelerinde 'bilimsel' işkence deneyleri

ÇEVİRİ | CIA'nın gizli hapishanelerinde 'bilimsel' işkence deneyleri

Amerikan askeri psikologları Bruce Jessen ve James Mitchell 11 Eylül terör saldırısından sonra CIA’nin işkence programlarını geliştirmekle görevlendirildiler. Gizli tutulan belgelerin ortaya çıkması ile beraber Jessen’ın ve Mitchell’in üstlenmiş oldukları roller de daha yakından aydınlatılmış oldu.

Askeri psikologlar olarak görev yapan Bruce Jessen ve James Mitchell’in 11 Eylül’den sonra yürürlüğe konan CIA’e ait işkence programlarının fikir babalığını yapmış oldukları ortaya çıktı. Her kim ki CIA’nin kurmuş olduğu gizli hapishanelere terör şüphesi ile düşerse, sistematik bir işkence sürecinden geçti ve muhtemelen geçmeye de devam ediyor. Söz konusu askeri psikologlar bu amaç için CIA içinde bir personel birimi oluşturup, onları eğittiler. Hatta sorgulamalara bizzat katılarak uyguladıkları deneyleri olay yerinde incelediler.

Jessen ve Mitchell 2005 yılında ‘Mitchell and Jessen Associates’ adlı bir firma kurarak işkence programları hakkında CIA tarafından görevlendirildiler. Mitchell ve Jessen’ın görevleri arasında tutukluların fiziksel ve psikolojik çöküşü esnasında uygulanan metotların etkisini değerlendirmek de vardı. ‘American Civil Liberties Union’ (ACLU) adlı bir sivil toplum kuruluşu Mitchell ve Jessen’a faaliyetlerinden ötürü dava açarak onları mahkemeye çıkartmak istedi. Aynı yılın ağustos ayında ABD’deki bir eyalet mahkemesinde ACLU’nun şikâyetinin haklı bulunması üzerine yargılama sürecinin başlatılmasına karar verildi. Bu davada ACLU hem o zamanki iki tutukluyu, hem de Afhanistan’da yer alan Cobalt adlı gizli bir CIA hapishanesinde ölen Gul Rahman’ı savundu. Ancak iki hafta sonra davayı açanlar ile Jessen ve Mitchell ikilisinin arasında mahkeme dışı bir anlaşma sağlandı. Taraflar bu anlaşmanın detaylarını kamuoyuna duyurmadılar ama bilindiği üzere Amerikan hükümeti perde arkasından davanın ilerlemesini engelledi. Söz konusu davanın engellenmesinde ABD hükümeti, dava esnasında ortaya çıkması muhtemel bazı bilgilerin ulusal güvenliği tehdit edebileceğini gerekçe olarak gösterdi.

Ne var ki hukuka müdahale edilerek engellenen bu dava sonuç itibariyle başarıyla taçlandırılamadı. Şu an İngiliz ‘The Guardian’ gazetesinin elinde olan 274 sayfalık belgeler, açılan davaya istinaden hazırlanmışlardı. Hatta bu belgeler arasında yer alan gizli olarak nitelenmiş bir dosyanın mahkeme kararından sonra CIA ve Pentagon tarafından açıklanması zorunluluğu dahi bulunuyor. Guardian’ın “Gaddarlığın Belgeleri” başlığını atarak duyurduğu haberde, Cobalt adlı CIA hapishanesindeki tutukluların saat başı nasıl aşağılandıkları ve işkence gördüklerine dair korkunç bilgiler yer alıyor. En çok uygulanan bir işkence esnasında tutuklular çıplak veya sadece çocuk beziyle giydirilmiş olarak zifiri karanlıkta oldukça soğuk bir hücrenin duvarlarına zincirleniyorlar. Uyumamaları için de hücreye sürekli yüksek volümlü müzik yayını veriliyor. Cobalt hapishanesindeki tutuklulardan biri olan ve Ekim 2002’de kaçırılarak hapishaneye getirilen Gul Rahman gördüğü işkencelere dayanamayıp bir ay sonra hayatını kaybediyor. Belgelerde Rahman’ın aşırı soğuğa ve muhtemelen bu yönde uygulanmış olan bir deneye dayanamayarak öldüğü belirtilmiş.

Yine Guardian’ın elinde olan belgelerde belirtildiği üzere Rahman, Mitchell ve Jessen tarafından da sorgulanmış. Tam olarak 6 kez sorgulanan Rahman, Jessen’ın bölgeden ayrılmasından beş gün sonra tutulduğu hücrenin soğuk betonu üzerinde ölü olarak bulunuyor. Henüz iki saat önce hücresini kontrol eden gardiyan, Rahman’ın aşırı soğuk nedeniyle ölümün eşiğine geldiğini fark etmediğini açıklıyor. Kısacası Rahman’ın büyük bir olasılıkla soğukluk testine dayanamayarak öldüğü sanılıyor.

Jessen 2003 yılında bir CIA görevlisine verdiği bilgide sorgulamalara ilişkin neticelerin olumlu olduğunu belirtiyor ve sorgulamaları ‘Çirkin ama Kesin’ (Nasty, but safe) olarak niteliyor. Yine Jessen’ın tasvirine göre tutuklu Rahman soğuk oda koşullarından şikâyet ederek giysi istemesi üzerine Jessen, Rahman’a kesinlikle giysi verilmemesini emrediyor, çünkü Jessen’ a göre Rahman bu şikayeti ile El Kaide’nin akıllıca tasarladığı bir dayanıklılık tekniğini kullanmak istiyordu. Şayet bir tutuklu terörizm ile hiçbir biçimde bağının olmadığını ısrarla belirtip bir avukat veya doktor talep ediyorsa, bu Jessen ve Mitchell tarafından El Kaide’nin bir stratejisi olarak yorumlanmıştı. Hatta 2000 yılının başında ‘El Kaide’nin Sorgulama Metotlarına Karşı Geliştirdiği Direnişe Karşı Yeni Önlemler’ başlıklı bir makale bile yazıyorlar. Gerçi Jessen ve Mitchell makelenin giriş kısmında kendilerinin Arap kültürünün veya El Kaide’nin uzamanı olmadıklarını itiraf ediyorlar, fakat bunun amaçlarını uygulamakta belirleyici olmadığını da ekliyorlar. Guardian’da ise konuya ilişkin olarak şöyle bir yorum yer almakta: “Yeni belgelerin de işaret ettiği üzere, şayet Jessen o zamanlar Cobalt Hapishanesi’ne gitmeseydi tutuklu Rahman bugün halen yaşıyor olurdu. Çünkü Jessen’ın Cobalt’a gidiş amacı sorgulamayı yerinde takip ederek deneyin sonuçlarını görmekti.”

Mitchell ve Jessen’ın sorguladıkları tutuklular arasında Guantanamo tutuklusu Abu Subaida da yer almıştı. ABD Senatosu’nun hazırladığı bir dosyaya göre Abu Subaida da tüm gün işkence görmüş. Belge bütün ayrıntıları ile incelendiğinde Filistinli Subaida’nın işkence belgelerinin ortaya çıkmasından sonra ABD hükümetinin uygulamaları haklı gösterebilmek için Subaida’yı merkezine aldığı anlaşıyor. Böylece Başkan G.W. Bush, Subaida’nın kendilerine EL Kaide’nin anahtar figürlerini açıkladığını ve bu bilgilerin ışığında Amerikan kuvvetlerinin 11 Eylül’ün sorumlularını bulup, yakaladıklarını iddia edebilmişti. 2014’de Bush: “Biz o zamanlar 11 Eylül’ün sorumlularını yakalamak ve yeni saldırıları engellemek için ne yapılması gerekiyorsa onu yaptık.” diyerek zamanının hükümetini savunmuştu.

Abu Subaida yıllarca 11 Eylül terör saldırısının baş sorumlusu olarak görüldü. Hatta Bush onu El Kaide’nin eylem önderi olarak tanımladı. Bush hükümetinin savunma bakanı Donald Rumsfeld’e göre ise Subaida Ömer Bin Ladin’e çok yakındı. Öte yandan resmi 11 Eylül dosyalarında da Subaida’nın Bin Ladin’in ve El Kaide’nin yakın bir müttefiki olduğu bilgisi yer aldı. Buna ilaveten New York Times’da Subaida’nın Bin Ladin’in ölümü halinde örgütün başına gelecek kişi olduğu yazıldı. Başka bir deyişle, Subaida’nın 11 Eylül saldırısında önemli bir rol oynamış olduğuna dair batı kamuoyunda pek az bir şüphe mevcuttu. Ancak saldırıdan sekiz yıl sonra büyük bir "u dönüşü" yaşandı. Amerikan Adalet Bakanlığı’nın 2009 başında sonuçlandırmış olduğu bir araştırmaya göre Subaida’nın hiçbir zaman El Kaide üyesi olmadığı ve 11 Eylül saldırı ile hiçbir ilişiği olmadığı saptandı. 

Subaida’nın o yıllar avukatı olan Brent Mickum, suçlamaların her bürokratik ve siyasi düzeyi kapsayacak biçimde yanlış olduğunu söyledi. Bunun üzerine Subaida sessiz sedasız resmi 11 Eylül anlatısında buhar olup uçtu.

Bununla beraber 2014 yılında ABD Senatosu’nun gizli servis komisyonu tarafından yayınlanan CIA işkence raporunda ülke dışı sorgulama teknikleri hakkında korkunç bir bilanço yer alıyor. Yine varılan sonuca göre, işkenceciler söz konusu işkence metotlarla ne El Kaide üyeleri ne de herhangi önemli bir bilgiye erişilebilmiş.

İşkence programı hiçbir şekilde işe yaramamış ve birçok insanı haksız yere mağdur etmiş olsa da bu programın yaratıcıları mali yönden ihya oldular. Jessen ve Mitchell’in firması işkence ve cinayetlere iştirak ettiği yıllarda sırf bu işten toplam 81 milyon dolarlık hâsılat elde etti. Hazırlayıp uyguladıkları işkence programı ise hiçbir zaman sivil bir mahkemede yargılanamadı.

Kaynak: Deutsch Reuters (Alman Reuters Haber Ajansı)