Çarlık Rusya emperyalist miydi?

Çarlık Rusya emperyalist miydi?

Emperyalizm çağında yaşadığımızı kabul ediyorsak; savaşı, hegemonyayı ve yayılmayı da bu kabul üzerinden tanımlamak zorundayız.

Kerem Yıldırım

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle birlikte Türkiye solunun muhtelif çevreleri “Rusya emperyalist mi?” sorusuna yanıt vermek durumunda kaldı. Yanıt vermek durumunda kaldı diyoruz, çünkü bu tartışma daha önce Türkiye solunda gündem olmamıştı. Sol içerisinde bazı çevrelerin meseleye ilişkin hazır yanıtları vardı, bazıları ise daha “itidalli” açıklamalar yaptı. Rusya’nın Ukrayna’ya düzenlediği saldırıyı açıkça “anti-emperyalist” ilan edenler bile oldu.

Biz bu yazıda daha çok Rusya’nın emperyalist olarak tanımlanamayacağı iddiasını tartışacağız. Özellikle bu iddia Lenin’in Emperyalizm isimli kitabının son bölümünde yer alan emperyalizmin beş özelliğine dayandırılıyor. Bu beş özellik; üretim ve sermayenin yoğunlaşması, banka sermayesiyle sanayi sermayesinin kaynaşması, meta ihracından öte sermaye ihracının önem kazanması, dünyayı aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birliklerin oluşması, yeryüzü topraklarının büyük kapitalist güçler tarafından paylaşımının tamamlanmasıdır.

Lenin Emperyalizm isimli eserinde esas olarak İngiliz, Amerikan, Alman ve Fransız şirketlerinin tekelleşme süreçlerini kıyaslamıştı ve dünyayı nasıl paylaştıklarını incelemişti. Aynı eserin 1920 tarihli Fransızca ve Almanca önsözünde ise meseleyi daha da yalınlaştırarak, tekelleşme yarışının politik sonucu olan 1. Dünya Savaşı’nı şöyle özetlemişti:

“Ganimetten İngiliz finans haydutları grubu mu yoksa Alman finans haydutları grubunun mu aslan payını alacağını belirlemek için yürütülen savaş…” (1)

Lenin aynı eserde eşitsiz gelişme yasasını göz önünde bulundurarak “büyük güçlerin sömürgeleri” tablosunu oluşturup, emperyalistler arasındaki farklar üzerinden bir tasnif yaptı:

Birinci grup: Genç ve son derece büyük hızla ilerleyen kapitalist ülkeler(ABD, Almanya ve Japonya).

İkinci grup: Birinci grup ülkelerden daha hızlı gelişen eski kapitalist ülkeler(İngiltere ve Fransa).

Üçüncü grup: Ekonomik olarak en geri kalmış, modern kapitalist emperyalizmin, adeta kapitalizm öncesi koşulların sıkı bir ağıyla kaplanmış Çarlık Rusya. (2)

Evet, Lenin tekelleşme yarışı içerisinde olmamasına rağmen Çarlık Rusyası’nı büyük güçler tablosu içerisine dahil ederek, emperyalist ülkeler arasına yazmıştı. Lenin Çarlık’ı emperyalist kategori içerinde değerlendirdiği bu eserde, Rus bankaları içindeki sermayenin dörtte üçünün yabancı sermaye olduğunu (3), Rus demiryolu tahvillerinin İngiliz ve Fransız milyonerlere ait olduğunu da söylüyordu. (4) Yani Lenin’e göre; tekelleşme yarışında çok geride kalmış, hatta İngiliz ve Fransız emperyalizmine bağımlı olan Çarlık da emperyalistti.

Lenin Çarlık’ın emperyalist karakterine ilişkin, Emperyalizm eserinden bir yıl önce, 1915’te yazdığı Sosyalizm ve Savaş isimli eserinde de “Rusya niçin savaşıyor?” başlıklı bölümde çok net bir yanıt veriyor:

Rusya’da yeni tipte bir kapitalist emperyalizm, İran, Mançurya ve Moğolistan’a karşı güdülen çarlık politikasında kendini açıkça ortaya koymuştur; ama genellikle Rus emperyalizminde egemen unsur, militarizm ve feodalizmdir. Dünyada hiçbir ülkede nüfusun büyük çoğunluğu Rusya’da olduğu gibi baskı altında değildir; “Büyük” Ruslar nüfusun ancak yüzde 43’ünü, yani yarısından azını oluştururlar; geri kalanlar yabancı saydıkları için haklarından yoksundurlar. Rusya’da yerleşmiş 170 milyondan 100 milyonu ezilmiş ve haklardan yoksun bırakılmışlardır. Çarlık Galiçya’yı(Doğu Avrupa) ele geçirmek, Ukraynalıları ezmek, Ermenistan’ı ve İstanbul’u vb. almak için savaşmaktadır.” (5)

Lenin benzer bir değerlendirmeyi Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı isimli eserinde de yapıyor. Rusya’nın daha barış zamanında çok daha kaba-saba, ortaçağa özgü, iktisadi bakımdan geri, askeri ve bürokratik bir emperyalizm temeli üzerinde ulusları ezmede dünya rekoru kırmış olduğunu ifade ediyor. (6)

Görüldüğü gibi Lenin tekelci kapitalizm açısından gelişkin olmayan ve hatta geri ve bağımlı bir ülke olarak tanımladığı Çarlık’ı, yayılmacılığı ve çeperindeki ulusları ezmesi gerekçesiyle emperyalist olarak nitelendiriyor. Çarlık’ın ideolojik-sınıfsal karakterini, emperyalizmin beş özelliğine uymuyor diye emperyalizm tahlilinin dışına itmiyor. Metafiziğe yönelmiyor, burada da materyalist tutum alıyor ve Çarlık’ı emperyalist hiyerarşi içerisinde değerlendiriyor.

Çünkü gelişkin tekelleri ve sermaye ihracatçısı olmamasına rağmen Çarlık, çeperindeki ulusları sömürmek isteyen, İstanbul ve Ermenistan üzerinden egemenlik kurmak isteyen yayılmacı ve militarist bir güçtü. İşte bu gerçeklik zemini üzerinden bağımlı olduğu İngiliz ve Fransız emperyalistleriyle birlikte savaşa girerek, paylaşımdan “hakkı” olanı almak istedi.  Rus emperyalist burjuvazisi, bir yandan yeni pazarlar ve topraklar elde etmek, öte yandan da işçi ve köylülerin devrimci hareketini ezmek için bütün umutlarını Çarlık istibdadına bağlamıştı.

Sonuç olarak Lenin, emperyalizm teorisi açısından Çarlık tahlilini somut durum üzerinden çözümlemişti. Çünkü emperyalist hiyerarşinin başat gücü büyük sermaye ihracatçısı ve tekelleşmiş şirketleri olan emperyalist devletler olsa da, Çarlık’ın bu emperyalist paylaşım savaşı içerisindeki rolü de ancak eşitsiz gelişme ve emperyalist hiyerarşi perspektifiyle açıklanabilirdi.

***

Şimdi asıl meselemize, güncel tartışmamıza dönebiliriz…

1.Dünya Savaşı öncesi Çarlık Rusyası’yla kıyaslandığında; bugün Ukrayna’yı işgal eden, on yıldır Suriye’de ABD karşısında varlık gösteren, Abhazya’yı ve Kırım’ı ilhak eden, dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz ihracatçısı Rusya Federasyonu; Orta Doğu’da, Kafkasya’da ve Balkanlarda daha gelişkin ve hegemonyacı bir güç olarak karşımıza çıkıyor.

Rusya bugün, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Doğu Avrupa’ya ve Kafkasya’ya operasyon yapan ABD’nin, 2008 kriziyle birlikte gerileyen ekonomisinin ve terk etmek zorunda kaldığı konvansiyonel(doğrudan) savaş yönteminin yarattığı boşluğa karşı hamleler yapıyor. Özellikle 2008 Osetya Savaşı ve ardından da Kırım’ın ilhakıyla Rusya, çeperlerindeki ABD/NATO varlığını dağıtarak, hegemonya alanını genişletiyor. Bununla da kalmayan Rusya, 2012’den beri Suriye’de ABD’nin karşısında askeri olarak da konuşlanıyor.

Ayrıca Rusya’da enerji, ulaştırma, haberleşme, bankacılık gibi büyük sermaye ve işletmecilik gerektiren yatırımların mülkiyet ve yönetiminin devlet eliyle yapılması bir tercih değil, politik bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Rusya’nın uyguladığı devlet kapitalizmi, Rusya’yı bir dünya gücü hâline getirebilmek ve sermaye birikimini ilerletebilmek için başvurulan bir yoldur. Rus burjuvazisinin ve oligarkların çıkarlarıyla uyumludur.

Lenin’in Emperyalizm eserinin önsözünde, 1. Dünya Savaşı için ifade ettiği, “İngiliz ve Alman tekellerinin ganimet savaşı” tanımını güncelleyecek olursak; dünyamız, emperyalizmin en küresel dönemini yaşadığı 21. yüzyılda, eşitsiz gelişmeden doğan yeni durumlardan ötürü yeniden paylaşılma tehdidiyle karşı karşıyadır.

Emperyalistler arasındaki yeni tasnif kabaca şöyledir:

Birinci grup: ABD ve etki alanındaki Avrupa emperyalizmi(İngiltere ve Almanya’yı ayrı ele almak gerekiyor), Japon emperyalizmi eski emperyalistlerdir. ABD emperyalizmi sermaye ihracı, dünyadaki hâkim döviz rezervi ve askeri gücü nedeniyle emperyalist hiyerarşinin hâlâ başındadır. Ancak bunların yanında, ABD aynı zamanda gerileyen ve güç kaybeden emperyalisttir.

İkinci grup: Yeni ve ABD’nin yerine oynayan süper emperyalist güç adayı Çin’dir. Çin hâlihazırda, yurtdışı doğrudan yabancı yatırımlarda dünya lideri durumundadır. Ancak askeri gücü ABD karşısında kıyaslanmayacak oranda zayıftır. Rusya ve Hindistan da gelişen iki kapitalist ülkedir. Özel olarak Rusya, yeni bir emperyalist paylaşımın ilk nüveleri olan sıcak çatışma alanlarında(Ukrayna/Doğu Avrupa, Kafkasya ve Suriye) yer alıyor.

Yeni emperyalist hiyerarşiyi, paylaşımı ve eşitsiz gelişmeyi temel aldığımızda; Çinli, Amerikan, Alman ve Japon tekelleriyle yarışabilecek durumda olmasa da, Rusya da yayılmacı ve şimdilik esasen enerji tekelleri üzerine kurulu sermaye ihracıyla emperyalist hiyerarşi içindedir.

Bu nedenlerden ötürü, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali emperyalist bir işgaldir. ABD emperyalizminin desteklediği neo-faşist ve darbeci Zelenski hükümeti paravandır. Asıl olan, ABD emperyalizminin hegemonya alanlarını kaybetmeme direnciyle Rusya’nın çeperleri üzerindeki hegemonya alanlarını genişletme istenci arasındaki krizdir. Bu kriz, emperyalist paylaşım krizidir.

Bu gerçekliği başka türlü açıklamaya kalkmak, olan bitenin adını koyamamak komünistler açısından üzerinden atlanmaması bir meseledir. “Rusya emperyalist değildir ama yayılmacıdır” iddiasının pratik politik karşılığı, dolaylı olarak da olsa Rus saldırganlığını önemsiz hâle getirmektir. Çünkü emperyalist olduğu açık olan bir güçle emperyalist olmadığı iddia edilen bir güce eşit davranılmaz. ABD emperyalizmi özel olarak Türkiye halkı ve genel olarak da insanlık açısından hâlâ Rus emperyalizminden daha büyük bir tehdittir. Bu bir gerçektir, emperyalist hiyerarşiyi yerli yerine oturtmak ve mücadele açısından ideolojik hattı belirlemek için de önemlidir. Ancak Rusya’yı emperyalist hiyerarşinin dışına çıkarmanın anlamı başkadır…

Bu arada değinmeden geçmeyelim. Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri Ukrayna’daki faşist iktidarın ulusal zulüm politikalarına dirençle doğdu. Ancak an itibariyle bu bölgeler Rus oligarşisinin etkinlik alanlarıdır. Burada sosyalist siyasetin özgür olduğu da koca bir palavradır. Putin ve Rus burjuvazisi, anti-komünist ve Lenin düşmanı tutumlarını her fırsatta dile getiriyorlar. Rus egemenleri savaş durumunu da değerlendirerek Donetsk ve Luhansk’taki bütün yönetimi eline aldı.

Son tahlilde; açık bir savaş var. Her şey gözlerimizin önünde oluyor. Çin ve Hindistan’ın son Birleşmiş Milletler toplantısındaki Rusya tutumları da çok açıktı. Cephe cepheye bir emperyalist paylaşım arifesindeyiz. Her şeyin bu kadar açık olduğu bir ortamda, ekonomizm çerçevesinde yapılan “emperyalizm tahlilleri” bir tahlilden öte, ideolojik-politik bir tercihe, kaçışa benzemektedir.

Lenin’de de görüldüğü üzere, emperyalizm salt ekonomizmle açıklanabilecek bir teori değil, siyasetin radikalleşerek savaşa dönüştüğü ve eşitsiz gelişme içinde yeniden biçimlenen bir pratiktir.

Emperyalizm çağında yaşadığımızı kabul ediyorsak; savaşı, hegemonyayı ve yayılmayı da bu kabul üzerinden tanımlamak zorundayız. Bu koşullarda, sosyalizmin yeniden bir iktidar seçeneğine dönüşmesi de tanımların, kavrayışın netleşmesine ve tutarlı yaklaşımlara bağlıdır.

(1) Emperyalizm-Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, V.İ.Lenin, İnter yayınları, Birinci baskı, İstanbul, 1995, sy.13

(2) sy.84

(3) sy.55

(4) sy.101

(5) Sosyalizm ve Savaş, V.İ.Lenin, Sol yayınları, Çeviren: N. Solukçu, Yedinci baskı, Ankara, 2009, sy. 18

(6) Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, V.İ.Lenin, Sol yayınları, Çeviren: Muzaffer Erdost, Sekizinci Baskı, Ankara, 1992, sy. 177

DAHA FAZLA