Genel olarak olumlu bir havanın estiği bir 1 Nisan’a uyandı Türkiye. Üzerine çok konuşulacak. Ama ben bu kısmı geçip, somut olarak oy verdiğimiz, sandığını koruduğumuz, kimi zaman sabahlara kadar seçim kurullarında nöbet tuttuğumuz veya istemediğimiz bir partiye kaybettiğimiz yerel yönetimlerden neler talep etmeliyiz üzerinde durmaya çalışacağım. Madem oy verdik, madem bu oyların bir kısmına emanet oy dedik, bunun takipçisi olmak zorundayız, kazansak da kazanmasak da 5 yıl boyunca kentlerimizi yaşanır kılabilmek için.
Önce temel talepler!
Bazı temel talepleri baştan öne koymaz ve basınç oluşturmazsak, yerel yönetimlerin rant ve kar peşinde koşan şirketlere dönüşmesi kaçınılmaz. Peki en genel anlamda neleri öne çıkarmalıyız? Kısaca:
Karı değil, insanı merkezine alan,
Beslenme, su, barınma, eğitim, sağlık ve ulaşımı temel insan hakkı olarak gören,
Doğaya ve çevreye saygılı, sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkını savunan,
Yerel meclisler aracılığıyla halkın katılımını temel alan,
Yerel meclisler aracılığıyla tüm hizmetleri denetleyen ve planlayan,
Şeffaflığı öne koyan,
Çocuklar, gençler, kadınlar, yaşlılar ve engelliler için pozitif ayrımcılığı savunan,
Tarihsel ve kültürel mirasa sahip çıkan ve koruyan,
Kaynak tüketen değil, üreten, kaynakları kamu çıkarı için kullanan,
Kaynakların eşit paylaşımını savunan,
Dayanışmayı öne çıkaran ve bunun mekanizmalarını ören,
Bilimsel ilkeleri önüne koyan,
Tüketici haklarını koruyan ve denetleyen,
Yeni istihdam olanakları yaratan,
Ortak yaşam alanlarını çoğaltan...
Daha sayılabilir, ama bu ilkeler sürekli takipçisi olmamız gereken ilkeler ve talepler olmak zorundadır.
Taleplerimizi nasıl dile getirebiliriz?
Oyumuzun takipçisi olmak için, bireysel talepler yerine, örgütlü bir halkın, örgütlü bir işçi sınıfının zorunluluğunu bir an olsun unutmamak önemli. Peki bunun için nasıl bir örgütlenme olabilir? Kimi yerlerde İşçi Meclisleri, kimi yerlerde Halk Meclisleri desek ve buna kafa yorsak? Ve bunu yerel yönetimler üzerinde halkın “baskısı” olarak kurgulasak? Bence o yerel yönetim hangi partiden olursa olsun tartışılması gereken başlıklar değil mi? Katılımcılık diyorsak ve katılımcılığı diğer tüm başlıkların belki de anahtarı görüyorsak, bürokratik mekanizmaların dışında yerelin kendi özelliklerini temel alarak örgütlenen, kendi temsilcilerini seçen, bu temsilcileri istediği zaman geri çağırabilen, o bölgedeki, yerellikteki tüm demokratik kitle örgütleri, sendikalar, meslek odaları, kooperatifler, eğitim kurumları gibi örgütlerin yerel yönetime katılımını sağlayan, şeffaflık ilkesini hiçbir zaman unutmayan, denetleyen, hesap soran, yeri geldiğinde hesap veren bir halk örgütlülüğü…
Kuşkusuz yerel yönetimlere ilişkin mevzuat tam anlamıyla sermaye düzeninin gereksinimleri ve mantığı doğrultusunda hazırlanmış bir mevzuat. Bunu “halkın lehine” çevirebilmek pek çok başlıkta zorluklar içerse de imkansız değil.
Sözgelimi geliri olmayan ya da dar gelirli ailelerin çocuklarının okuyabilmesinden, barınma sorununun karşılanmasına kadar çeşitli gereksinimler aslında merkezi hükümet politikalarının yerine getirmesi gereken en temel insani haklar. Ama örneğin bir yurttaşın mesleki gelişim talebinden, bir başka yurttaşın bahçesinin ortaklaşa hasat edilmesine, bir yurttaşta bolca bulunan bir ürünün bir başkasındaki başka bir ürün ya da hizmet ile değiş tokuş edilmesine kadar her düzeyde ve türden dayanışma için yerel yönetimler öncülük yapamaz mı? Bunun için kooperatifler, üretimin aracısız olarak tüketiciye hizmet edecek kurumları olarak her alanda öne çıkarılamaz mı?
Bir başka önemli husus ise ortak yaşam alanlarının toplumsallaşması. Plajlar, sahiller, parklar, çocuk parkları, meydanlar, akarsu kenarları, yaya öncelikli sokak ve caddeler gibi ortak yaşam alanları tamamen kardan arındırılamaz mı? Keza kültür, sanat, spor, dinlenme gibi halkın ortak kullanımı için olanakların yaratılması ve halkın bedelsiz bir şekilde erişimi sağlanamaz mı, bu alanların kar amacıyla kullanılması engellenemez mi?
Düzen içi talepler diyebilirsiniz, peki. Düzen dışı talepler için halkı nasıl örgütleyeceksiniz sorusu da hemen ardından gelecektir. Bunun için yerelliklerde belediyelere baskı oluşturacak halk örgütlenmelerinin (halk meclisi, işçi meclisi) altı mutlaka çizilmeli diye düşünüyorum.
Yeni Şule İdil Dere’ler olmasın diye, halkımız asbest solumasın diye.
Kentlerimizdeki en büyük sorunlardan birisi güvenlik. Yanlış anlamayın, asayiş anlamındaki güvenlik (security) değil kastettiğim. Kimi zaman iş güvenliği, kimi zaman halkın güvenliği, kimi zaman halkın sağlığı. Asbest solumamak, hafriyat kamyonları, beton mikserleri altında ezilmemek, belediyenin kazdığı çukurlara düşmemek, plansız kentleşme sonucu sellere kurban gitmemek… Yayalara tahsis edilen bir yolda sakince yürürken bir hafriyat kamyonunun altında kalan Şule İdil Dere kardeşimiz gibi acıları yaşamamak…
Hep altını çiziyoruz şantiyeler kentleşiyor, kentler şantiyeleşiyor diye. Beraberinde daha fazla sağlık ve güvenlik riskleri bizi bekliyor. Daha önce duymadığımız veya çok az duyduğumuz kavramlar, ifadeler karşımıza çıkıyor “kent suçu”, “hafriyat kamyonu terörü”, “katil beton mikserleri”, “yeni Çernobil asbest”… Gürültü, toz, koku, titreşim, zararlı maddeler, kimyasallar, trafik… Ölümler ve yaralanmalar.
2018 yılında 2017’ye oranla hafriyat kamyonu ve beton mikserinden dolayı ölümler %80 (yüzde seksen) oraınnda artmış. 253 kişi, beton mikseri ve hafriyat kamyonları yüzünden ölmüş, 943 kişi de yaralanmış (Şule İdil Dere Türkiye Hafriyat Kamyonu-Beton Mikseri Can Kaybı Raporu, 2018). Yine aynı raporda 2018 yılında kentlerimizde doğrudan kamu hizmeti verilirken 274 kişinin yaşamını yitirdiği, bunların 95’inin iş makinası, çöp kamyonu, itfaiye araca, yol bakım ve temizleme araçları gibi, belediyelere, Karayolları Gen.Md.lüğüne, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, DSİ’ye… ait araçlardan kaynaklandığı görülüyor. Birkaç belediye dışında ise asbest konusu hala üzerinde durulan bir konu haline gelmemiş durumda ve 20 yıl sonra bir kanser patlaması bizi bekleyebilir.
Yerel yönetimler üzerinde baskı oluşturmamız gereken, doğrudan sağlık ve güvenlik riski yaratan dört temel neden var.
-Kentsel dönüşüm sonucunda şantiye haline gelen mahallelerdeki toza, gürültüye ve asbeste bağlı sağlık riskleri
-Kentsel dönüşüm ile birlikte yıkım faaliyetleri kapsamında yapı makinaları ve hafriyat kamyonlarının yarattığı ciddi güvenlik riskleri
-Kamu kurumlarında taşeron eliyle/liyakatsiz kişilerle iş yapma, bunun getirdiği plansızlık
-Kamu kurumları arasındaki eşgüdüm eksikliği
İşte tüm bu başlıklar, yukarıdaki talepler ile birleştirilmesi gereken, kentlerimizde insanca, huzurlu, sağlıklı ve güvenli yaşamamız için gereken başlıklar. Bunun için talep etmek, talep edebilmek için yerellerde örgütlenmek, örgütlenebilmek için de acele etmek gerekiyor. Ne dersiniz?
Kaynaklar:
Halkçı-Sosyalist Belediyecilik İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Konusunda Ne Yapmalı?
Karasu M.A (2008). Kente Karşı Suç: Hukuksal Bir Çerçeve, Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt 17, 4 Ekim 2008, s. 45-62.
Yeter E. (1993). Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt 2, 5, Eylül, 1993, s. 43-48.
http://www.toplumcumeclis.org/index.php/yazilar/item/218-kent-su%C3%A7lar%C4%B1yla-m%C3%BCcadele
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cevre/54187/Kent_suclularini_desifre_edin.html
Gürcanlı, G.E., Kent Suçu, İnşaat Terörüne dönüşürken… (Mimar.İst, 2017, Sayı: 58)