Peki, bu kaçıncı cumhuriyet?

Bir kez daha sormak zorundayım, çünkü bu soruya uzanan yolu sizler açtınız! (Yarası olan gocunsun! Ama neye yarar ki?)

Geçtiğimiz günlerde, ‘Anayasa Değişiklik Yasası’nın TBMM’de kabul edilmesiyle birlikte, Mustafa Kemal Atatürk tarafından 29 Ekim 1923’te kurulan Birinci Cumhuriyet de son buldu.

Aslında bu cumhuriyetin son bulmasını – farkında olarak ya da daha hazini, farkında olmaksızın! – daha önce de isteyenler vardı.

Örneğin, “Artık Mustafa Kemal ve dönemi de eleştirilmelidir!” diye yola çıkan ‘İkinci’ Cumhuriyetçiler!

Onların ardından “Birinci Cumhuriyet sona ermiştir!” diye fetva vererek yola çıkan kimi sol çevreler ve entelektüeller!

Evet, şimdi artık sırası geldiği için size soruyorum: Peki, bu kaçıncı Cumhuriyet?

Her gün kan dökülen, her gün topraklarının bir parçası daha kopup gitmeye yüz tutan, güneydoğudaki sınırları kalbura dönmüş olan bu cumhuriyet, kaçıncı cumhuriyet?

Herhalde unutmamışsınızdır, daha dün kadar yakın bir zamanda hemen her bildiriniz ya da açıklamanız “Birinci Cumhuriyet son bulmuştur…” saptamasıyla başlıyordu. Kimileriniz de bu saptamaya bir ekleme yapıyordu; “İkinci Cumhuriyet de başarısız olmuştur…” (Hani ne zaman kurulduysa!)

O halde sormakta haklı değil miyim: “Peki, bu kaçıncı cumhuriyet?”

Beklediğiniz, özlemini çektiğiniz, geleceği günü iple çektiğiniz cumhuriyet, bu cumhuriyet miydi?

Neredeyse ‘Godot’yu beklercesine’ beklediniz.

Ve işte, sonunda geldi!

Gençlerin kanına susamış bir Godot!

İmam hatip okulları kılığında, din devleti kılığında, dindar ve kindar gençlik özlemi ile yanıp tutuşan, terörü neredeyse en doğal yönetim biçimi olarak benimseyen bir Godot!

Birinci Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal, o cumhuriyeti emanet ettiği gençliğe ünlü seslenişinin bir yerinde gelecekteki tehlikelere değinirken, şöyle demişti: “…Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bi’lfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasî emelleri ile tevhit edebilirler (birleştirebilirler). Millet, fakr û zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbâlinin evlâdı! İşte, bu ahvâl ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve Cumhuriyet’ini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!”

Hatırlıyor musunuz bu sözleri?