AKP’nin Suriye sınırı ötesine asker göndermek için bugün oylanacak tezkereyi beklemediğini görmek zor değil. HDP Muş Milletvekili Demir Çelik’in bu konuda iki hafta önce söylediklerinin gerçeği büyük oranda yansıttığını düşünüyorum ve “güvenilir kaynaklara” dayandırdığı sözlerinin bir bölümünü burada aktarmak istiyorum:
“IŞİD olarak bize pazarlanan, sadece ve tek başına cihatçı militanlardan oluşmamaktadır. IŞİD'in savaşan gücünün ağırlıklı olarak, 1990'lı yılların kulak kesen, burun kesen Türk özel timcilerinden oluştuğu ve özel timlerin Musul'da aylardır konumlandığı, otellerde ya da daha güvenlikli alanlarda misafir edildiği, Musul'un işgalinden Mahmur'a, Mahmur'dan Şengal'e, Kobani kuşatmalarının bizatihi akıl hocaları ve komutanlarının bu özel timler olduğu, sayılarının da 2 bin civarında olduğu söylenmektedir.”
CHP’nin Suruç ve Kobane’ye giden heyetinin aktardıklarında da, daha muğlak ifadelerle de olsa aynı noktaya dikkat çekiliyor ve görgü tanıklarına dayandırılarak IŞİD saflarında Türkiye’den resmi görevlilerin yer aldığı belirtiliyordu.
IŞİD’in kullandığı silahlar ve savaş yöntemi de aynı şeye işaret ediyor. Örneğin kara savaşının kritik ağır silahlarından tankın savaş alanında süreklileşmiş kullanımı için bir lojistik destek ağının, bakım ve onarım personelinin ve yedek parça stokunun gerektiğini biliyoruz. Bu nedenle bir örgütün Musul’u ele geçirirken tank elde etmiş olması, kullanmayı bilen personeli olsa bile bu silahı devamlı kullanabileceği anlamına gelmiyor. IŞİD’in bunun için kapsamlı bir destek gördüğü açık.
Diğer yandan kitleleri şok eden katliamlar yapılması, bunların psikolojik savaş kapsamında düşman birliklerini ve arkasındaki toplumsal desteği yıldırmak ve korkutarak geri çekilmelerini sağlamak için kullanılması da özel harekat doktrinlerinde yer alan bir savaş yöntemi. NATO’nun soğuk savaşta kurduğu kontrgerilla örgütünün öncülleri bunu kırsal savaşta Yunanistan iç savaşında yoğun olarak kullandı. Kentlerde ise suikastler ve kitlelere yönelik silahlı ve bombalı katliamlar olarak en çok İtalya ve Türkiye’de uygulandığını yaşayarak gördük.
Kısacası Çelik’in dediği gibi, IŞİD’in savaşan unsurlarının gerçekten özel harekatçı (kontrgerillacı) olduğunu görmek zor değil. Ancak Çelik’e bir ek yapmak ve bunun yalnızca Türkiye personelinden oluşmadığını düşündüğümü belirtmek istiyorum. Kuşkusuz IŞİD’e katılmak için İngiltere’den ve Fransa’dan yola çıkan binlerce kişi yalnızca hevesli gençler ve “rap şarkıcıları”ndan ibaret değil.
Bölge halkına kitle katliamlarıyla korku salan örgütün Batılı ülke kamuoyuna yönelik çektiği propaganda filmlerinin ise en profesyonel sinema tekniğine sahip olduğunu görüyoruz.
Kısacası IŞİD kontrolden çıkmış, bir şekilde kontrol altına alınmış veya yalnızca silah verilerek desteklenen bir yapı değil, propagandasıyla, savaş yöntemleriyle, “çok uluslu” yapısıyla, ideolojisiyle, psikolojik savaş taktikleriyle ve aynı zamanda cephe örgütlenmesine giderek farklı yerel aşiretleri de bünyesine savaşçı unsur olarak katmasıyla tipik bir kontrgerilla yapılanması özelliklerine sahip bir örgüt.
Evet IŞİD, işgali için meşru gerekçe bulunamayan bir ülke için meşru işgal gerekçesi sağlıyor. Sırf bu nedenle bile kirli savaş yürüten bu örgüte karşı YPG’nin Kobane’de devam eden direnişinin başarısı büyük önem taşıyor. Kobane’nin düşmesi durumunda, “tampon bölge” adı altında Suriye’nin kuzeyini işgal planı “Kürtleri kurtarma” bahanesiyle hayata geçirilmeye çalışılacak. Nitekim Davutoğlu da “HDP tezkereye hayır derse Kobane’ye yardım edemeyiz” dedi bile.
Ancak emperyalistlerin ve AKP’nin meşruiyet kaygısının bu kadar fazla olduğunu ve IŞİD’in yalnızca bir meşruiyet yaratma aracı olarak kullanıldığını düşünmüyorum. IŞİD temel olarak Suriye’de yeni bir denklemin masaya sürülmesi için kullanılmıştır ve bu denklemin içeriğinin anlaşılması önem taşımaktadır.
Ortaya çıkan veriler, 90’ların sonunda Yugoslavya’da uygulanan plana benzer bir sürecin uygulanmaya çalışılacağını gösteriyor. Bu kapsamda Şam’da istenen hükümet değişikliğinin sağlanması için önce bölgenin uluslararası hukuka göre farklı statüleri olan bölgelere ayrılması ve daha sonra mümkünse BM kapsamında veya Türkiye tarafından “barış gücü” konuşlandırılması gibi planların yapıldığı anlaşılıyor. IŞİD tehdidi Şam’ı ve Rusya’yı buna ikna etmek için de kullanılacak. Bu konuyu önümüzdeki günlerde daha ayrıntılı ele almak istiyorum
Bu kirli planın uygulanmasında Türkiye’nin olası sınır ötesi operasyonu önemli bir yer tutuyor ve bu nedenle bugünkü tezkereye karşı mücadele edilmesi bölgedeki bütün halklar için çok kritik.
Tezkere üzerinden “tampon bölge” için Suriye sınırını geçecek her asker ülkemizi işgalci konumuna getirecek, bizi bir savaşa doğru götürecektir.
Sınırı geçecek her asker Şam’daki meşru hükümete karşı bir adım daha atılmasıdır ve ülkedeki Alevi ve Sunni Araplara karşı bir saldırıdır.
Sınırı geçecek her asker Rojava’da direnmekte olan Kürt devrimcilerine saldırıdır.
Sınırı geçecek her asker IŞİD’e karşı mücadele değil, ona kalıcı yeni alanlar açılmasıdır.
Sınırı geçecek her asker, IŞİD’in İstanbul’da da daha fazla güçlenmesidir.
Ve sınırı geçecek her asker için büyük bir bedel ödeyeceğini AKP’ye göstermemiz gerekiyor.