NSC 1/1

“İtalya kökenli Amerikalıların İtalya’daki akraba ve arkadaşlarına mektup göndermesi için dev bir mektup kampanyası düzenlendi. İlk başta insanlar kendi cümleleriyle yazıyordu veya gazetelerde yer alan “örnek mektuplar” onlara yol gösteriyordu. Kampanya kısa zamanda büyüdü ve yalnızca bir adres belirtmenin ve bir imza vermenin yeterli olduğu, kitlesel olarak üretilen, önceden yazılmış ve posta ücreti ödenmiş hazır mektuplar, telegraflar, “eğitici şemalar” ve posterlere dönüştü.

İtalya’da Demokrasiye Yardım Komitesi adlı grup bu süreçte “diktatörlük” veya “yabancı diktatörlük” için oy verilmesi halinde İtalya’yı bekleyen dehşet verici geleceği gösteren yarım milyon resimli kartpostal gönderdi. Toplamda ise gazeteler, radyo istasyonları, kiliseler, Amerikan Askeri Birliği, zengin kişiler vb. tarafından 10 milyon mektup yazılıp dağıtıldı (...) Bütün bunlar Dışişleri Bakanı ve Posta Hizmetinin halka açık onayıyla gerçekleştirildi ve İtalya’ya gönderilecek mektupların halka daha fazla tanıtımı yapılması için özel “Özgürlük Uçuşları” için resmi açılış törenleri düzenlendi.

Hazır mektuplarda şöyle mesajlara yer verildi: “Komünistlerin zafer kazanması İtalya’yı mahveder.” … “Güzel İtalyamızı bu gaddar despot komünizmin kollarına atmamanız için size yalvarıyoruz. Amerika Rusya’da komünizme karşı değil, ama bunu niye başka halklara, başka topraklara empoze ediyorlar ve özgürlük ateşini söndürüyorlar?” … “İtalya seçimlerinde gerçek demokrasi güçlerinin kaybetmesi halinde Amerikan Hükümeti İtalya’ya hiç para yollamayacak ve biz de size para göndermeyeceğiz.”

Okuyucuların affına sığınarak yer verdiğim bu uzun alıntıda ifade edilenler ABD’nin İtalya’nın 1948 genel seçimlerine müdahale etmek için attığı adımlardan birini anlatıyor. Bu adımlar ABD Milli Güvenlik Konseyi’nin (NSC) 1947 yılında kurulduktan sonra aldığı ilk karar olan NSC 1/1’de belirtilen çerçeveye göre uygulandı ve ABD’nin en yetkili ağızları daha sonra bu kararları kamuoyuna açıklamaktan çekinmedi.

NSC’nin 1/1’den sonraki kararları ise İtalya’yı ilerleyen yıllarda adeta iç savaş sürecine sokan NATO’ya bağlı katil çetelerin örgütlenmesini ve faaliyete geçmesini karara bağlıyordu. Burada dikkat çekmek istediğim nokta, bu çetelerin faaliyete geçmesi için uygun zeminin öncelikle yukarıda uzun uzun anlatılan toplumsal kampanyalar ve benzerleriyle yaratıldığıdır.

Siyasal şiddet için toplumun bir kesiminden dahi olsa, toplumsal meşruiyet ve toplumsal enerji gereklidir. Bu tür sosyal kampanyalar İtalyan faşist çetelerine soğuk savaş boyunca ihtiyaç duydukları toplumsal enerjiyi vermiş ve ilerleyen yıllarda gerçekleştirdikleri katliamlar için meşruiyet yaratmıştı. Kısacası yıllarca bir ülkeyi kana bulayacak bir sürecin zemini, bir mektup kampanyası kadar “basit” toplumsal adımlarla örülmüştür.

Bu çetelerin benzerleri bilindiği gibi bizim ülkemizde de kuruldu. Ve bugüne geldiğimizde ise, aynı çizginin uzantıları Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdi ve bizim hükümetimizin bu suçlara ortak olduğunu bütün dünya biliyor ve ifade ediyor.

Bugün çocukları, gençleri, kadınları ve kartopu oynayanları öldürmekten, öldürme emrini verdiğini göğsünü gere gere söylemekten ve hedef göstermekten çekinmeyen bir iktidarla yaşıyoruz. Güvenlik güçlerinin doğrudan karıştığı olaylarda ise cezalar toplumsal tepkiyle orantılı ve her durumda en az düzeyde oluyor, tepkiyle karşılanmayan örneklerde davalar sessizce unutulmaya terk ediliyor.

Yeni İç Güvenlik Paketi bir açıdan güvenlik güçlerine fiilen verilen bu haklara hukuki kılıf hazırlanması anlamına geliyor. Ülkemizin geçmişinde böylesi bir dokunulmazlık fiilen “komünizmle mücadele” adına kurulan bu NATO bağlantılı çetelere tanınmıştı. Hükümetin, geçmişte bu karanlık çetelere tanınan dokunulmazlığın bugün güvenlik güçlerinin tamamına tanınması için çaba harcadığını görmek zor değil.

Bunların yaşanmasına imkan sağlayan şeylerden biri ise yazının başındaki örnekte ifade edildiği gibi toplumsal zemindeki meşruiyet ve enerjidir. Kuşkusuz bugün AKP’nin ve IŞİD gibi çetelerin sahip olduğu siyasi gücünün kaynakları arasında, örneğin kentlerimizin en dar sokaklarına kadar uzanan eğitim sisteminde laikliğin ortadan kaldırılması ve küçücük çocuklara adeta şeriatçılığın dayatılması yer almaktadır. Bu gücün diğer toplumsal kaynakları arasında örneğin toplumsal yaşantıda kadınların çok çeşitli şekillerde baskı altına alınmasıdır yer almaktadır.

Bilindiği gibi bu durum uzun zamandır değişmeye başlamıştır. Son olarak geçtiğimiz hafta yapılan bilimsel ve laik eğitim boykotu ve Özgecan cinayetini protesto için bütün ülkeye yayılan tepkiler, AKP’nin ve IŞİD gibi çetelerin toplumsal alandaki gücüne meydan okuyan bir toplumsallığın daha belirgin ve kalıcı hale gelmeye başladığını gösterdi. Bu durum, kıran kırana geçecek bir toplumsal mücadele döneminin Türkiye’yi beklediğini gösteriyor. Bu mücadelenin evlerde, okullarda, sokakta ve fabrikalarda yürüyeceğini ve geniş bir toplumsal yüzeye sahip olacağını görmek zor değil. Sosyalistlerin yapması gereken şey ise, bir yandan bu meydan okuyan toplumsallığı büyütmek ve güçlendirmek için ne gerekiyorsa yapmak, ancak daha da önemlisi onun siyasal alandaki, iktidarı isteyen, bağımsız ve mücadeleci karşılığını yaratmaktır. Birleşik Haziran Hareketinin güçlenmesi işte bu yüzden de büyük önem taşımaktadır. Bu başarıldığında NSC 1/1’in ülkemizde ve Ortadoğu’daki benzerlerinin boşa çıkarılması mümkün olacaktır.