Kent konseyi ve siyaset

Önümüzdeki süreçte, siyaset referanduma kilitlenecek. Hatta bugünden kilitlendi bile.

Yeni anayasa ve Cumhur(başkan)ı sistemi için sandıktan EVET mi, yoksa HAYIR mı çıkacak?

Bütün tartışma ve gelişmeler bu cümleye endeksli hale geldi.

Oysa, ülkemizde ve kentlerimizde ‘’OHAL’’, ‘’işçiler ve grev yasaklamaları’’ gibi çok daha can yakıcı iki önemli sorun orta yerde duruyor.

Hal böyleyken, ‘milli birlik ve bütünlük’ algısı altında toplanan bazı siyasi partilerin il başkanları (AKP, CHP, MHP, DSP, DP, SP, BBP) hiçbir sorun yok muş da, toplumu ayrıştıran nesnel sorunlar giderilmiş de, tek sorun ‘milli birlik’ içinde halledilecek terör sorunuymuş gibi algı yaratılmasına çanak tutuyor.

Tam da, 15 yıllık AKP iktidarlarının propaganda geliştirdiği bir zemin…

Kent Konseyi dedikleri AKP güdümlü yapı da, bu hiçbir sorun yok görüntüsünün propagandasını yapmayı görev edinmiş, kentteki diğer sorunlardan haberdar bile olmayan ucube bir yaklaşım sergiliyor.

İşleri güçleri, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası sömürü çarkını devam ettirmek için önemli tutkal olarak gördükleri ‘milli birlik ve beraberlik’ ruhunu diri tutacak girişimler geliştirmek.

Özünde ve neticede sermaye sınıfına daha fazla hizmet etmek ve sömürüyü daha da artırmak olan bu yaklaşımı sergileyen Kent Konseyi, sözü edilen siyasi parti il başkanlarını bir araya getirmeyi yerelde büyük puntolarla afişe edip, AKP’nin algı oluşturma politikasıyla birebir çakışan hattı örgütlüyor.

Tamam, anladık. Bunları yapıyorsunuz da, madalyonun diğer yüzüne hiç mi bakmıyorsunuz ?

Bakmazlar, bakamazlar, bakmak da istemiyorlar. Çünkü, konu OHAL ile işçiler olunca, düşük ücretler, grevler, grevlerin yasaklanması gibi baş ağrıtan sorunlar öne çıkıyor.

O zaman biz anımsatalım ve OHAL’in yarattığı atmosfere bakalım…

Konu OHAL, işçiler ve grevlerin yasaklanması olunca, alanının uzmanı olan kişilerin değerlendirmeleri öne çıkıyor.

Mesela, Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi bölümü öğretim üyelerinden Aziz Çelik hocanın değerlendirmeleri, bu konuda çok net ifadeler içeriyor.

Aziz hoca, ‘’Resmi Gazete’de (grevler 60 gün süreyle ertelendi) diye yazıyor, ama bu tamamen aldatmaca. Grevler ertelenmiyor, yasaklanıyor. Çünkü 1983 yılından bu yana uygulanan 12 Eylül rejimine özgü grev erteleme kavramı hileli ve aldatıcı bir kavramdır’’ diyor.

Bu ifadenin bütününe katılıyorum.

Madalyonun diğer yüzünde ise OHAL uygulamaları kapsamındaki uygulamaların, 18 maddelik anayasa değişikliği sonrası tek bir kişi tarafından hayata geçirilmesi meselesi var. 

Bu değişikliklerde çalışma yaşamını doğrudan ilgilendiren maddeler yok belki ama cumhurbaşkanına tanınan yetkiler açısından OHAL dönemindeki uygulamaların bu kez tek bir kişi tarafından rahatlıkla hayata geçirilmesi mümkün hale gelecektir.

Böyle düşünürsek;

Grev yasaklarının artabileceğini görürüz. Çünkü, OHAL döneminde çıkarılan bir KHK ile Anayasa Mahkemesi’nce bankacılık ve şehir içi ulaşım işkollarında iptal edilen grev yasağı yeniden yürürlüğe kondu. Yasaklar, otoriter bir tek adam sistemini hakim kılan rejimde daha da çoğalabilir.

Artık, işçilerin kıdem tazminatı için mücadele etmesinin bile anlamı kalmayacak. Çünkü, kıdem tazminatının fona devrini öngören bir yasa, tek bir kararname ile yürürlüğe sokulabilir. 

Öte yandan, kamu çalışanlarının iş güvencesini ortadan kaldırmayı amaçlayan Kamu Personel Reformu tek bir imza ile yürürlüğe girebilir.

‘Zorunlu arabuluculuk’ adı verilen uygulama çok rahat bir biçimde yürürlüğe konabilir. Bu çerçevede işçi alacakları ve işe iade talebiyle ilgili olarak öncelikle arabulucuya başvurma zorunluluğu, ciddi hak kayıplarına yol açabilir.

Cumhurbaşkanı tarafından ekonomik kriz gerekçe gösterilerek çıkarılacak kararnamelerle işverenlere destek sağlanır ve bu arada işten çıkarmalar daha da kolaylaşır. Çünkü, bu durumda sendikaların tepki vermeleri de yeterince sınırlandırılacaktır.

Hal böyleyse;

Yeni anayasa değişiklikleri 12 Eylül Anayasası ile getirilen yasaklara ve kısıtlamalara herhangi bir değişiklik getirmemektedir. Çalışma hayatı ile ilgili 12 Eylül yasakları yeni anayasada da aynen kalmaktadır. 

Çünkü;

Hak grevi yasaklanıyor, memura grev yasağı getiriliyor, lokavt anayasal bir hak olarak kabul ediliyor, grev ertelemelerinden sonra greve çıkmak da yasaklanıyor. 

Öte yandan, sendikacının hem bu görevini yerine getirmesi hem de milletvekili olması engelleniyor.

Görüldüğü üzere, yeni anayasa değişikliklerinde en küçük bir demokratikleşme söz konusu değildir. 

Aynı zamanda 12 Eylül rejimi yürürlükte kaldığı gibi OHAL uygulamaları da daha kalıcı hale gelecektir.

Emek karşıtı neoliberal politikalar, otoriter bir anlayışla daha rahat ve kalıcı olarak uygulanabilecektir.

Daha da ötesi var;

Grev yasaklarının yanı sıra örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller daha da yaygınlaşabilir.

Bütün bunlar sineye çekilebilecek şeyler değil…

İşçi sınıfının bir bölümü bütün bunları sineye çekmeyeceğini göstermek için yasaklama ve dayatmalara karşı greve çıkıyor ve hak arayışını sürdürüyor. Öyle görünüyor ki, sürdürecek de.

OHAL yasağı diyerek işçi sınıfına ‘yersen’ numarası çekilmesi bir şey ifade etmiyor. Bu, açıkça görülmüştür.

Dolayısıyla, açıktan sermaye yanlısı dayatmaların yer verildiği bu değişiklikler için yapılacak referandumda sandığa gidip ‘EVET’ diyecek işçi ve emekçiler ile yoksul halk, kendi ipini çekmiş olacaktır.

O yüzden, ülkenin emeğiyle geçinen insanlarının tereddütsüz HAYIR demesi ve geleceğini kendi elleriyle kurma olanağını başkasına bırakmaması önemlidir.

Hepimize ‘HAYIR’lı olsun…