İşyerleri Bangladeş modeli, sokakları Latin Amerika varoşları: Asgari ücret ülkesi Türkiye

Bu ülke asgari ücret ülkesi olmayacak, ben başını söyleyeyim, gerisini siz tamamlarsınız: Lale devri nasıl bittiyse…

Öncelikle tartışmalarda kullanılan bazı kavramları, bize dayatılan ifadeleri bir yana bırakın. ‘Çin Modeli’ ifadesini ağzınıza bile almayın. Her ne kadar uzunca bir süre ucuz ücretin sembolü haline geldiyse de şu anda Türkiye ortalamasının üzerine çıkmış, bunun yanında sosyal haklar, pek çok alanda devlet güvencesi ve geleneksel dayanışma kültürü ile apayrı bir ülkeden söz ediyoruz Çin’den söz ederken. Yarı devlet kapitalizminin küçük adımlarla da olsa bir ilerleme yarattığı bir ülke. Türkiye ise şu aralar ismi geçince herkesin bir espri yaptığı, bir ucuz emek cehennemi. İş yerlerinde Bangladeş modeli, sokakları ise neoliberal dönemin hala etkilerinin sürdüğü Latin Amerika varoşları gibi şiddetin, gaspın, uyuşturucunun kol gezdiği Latin Amerika varoşları. Abartıyor demeyin, İstanbul’un görece merkezden uzak bir lisesinin çevresinde şöyle dikkatle dolaşın, eli cebinde siyah montlu hap satıcılarına kesin rastlayacaksınız. Yıllar boyunca, partim sayesinde emekçi mahallelerinde çok bulunduğum için kimi zaman “dışarıdan” bakmanın avantajıyla yazıyorum bunları…

Öncelikle önemli, hem de çok önemli bir bilgilendirmeyle sürdürelim yazımızı. Asgari ücrette ne söylendi, ne yapılmak isteniyor, bizi nasıl bir tehlike bekliyor? Ardından bunun sağlık ve güvenlik boyutuna değineceğim.

-Asgari ücrete kadar olan kısmın vergiden muaf olacağı söylendi, ancak bu yalan kısa sürdü. Meclis’e sunulan kanun teklifinde “yalnızca asgari ücret alanlar muaftır” deniyor.

-Asgari ücretin 1 TL üzerinde alan bir işçi için bile patronların “işçi maliyeti” 1115 TL artıyor. O yüzden tüm patronlar ücretleri asgari ücrete çekmeye çalışacaklar.

-Asgari ücretli bir işçi fazla mesai yaptığında ne olacağı belirsiz. Şu anki haliyle ek mesaiyi boşa yapmış olacak. Vergi dilimine girecek ve vergiye gidecek.

Asgari ücretlilerin oranının yaklaşık %70’lere dayandığı bir ülkeden söz ediyoruz. Halen hazırlıklarını yaptığımız bir çalışma kapsamında, yeni mezun İTÜ’lü inşaat mühendislerinin maaşlarının asgari ücret ve asgari ücretin yaklaşık %20-50 arası fazla olduğu bir çalışma ortamından söz ediyoruz. Tüm bunlarla birlikte her gün fiili devalüasyon yaşanan ve enflasyonun %60’lara dayandığı bir ülkeden söz ediyoruz.

Peki asgari ücret yalnızca asgari ücret alınan para mı? Yoksa baskıcı, güvencesiz, kuralsız bir emek rejiminin anahtarı mı? Neden Çin değil de Bangladeş diyoruz. Bu konuda aşağıdaki alıntı fazlasıyla açıklayıcı olacak:

“Neden Çin modeli diyemeyeceğimiz bu kısa yazının konusu olmamakla beraber, Bangladeş modeli olarak tanımlamanın daha doğru olduğunu ifade edeyim. Zira Türkiye hem tohumlar üzerindeki uluslararası anlaşmalar hem de ekolojik yıkım nedeniyle kendi tarımsal kapasitesini bile önemli ölçüde kaybetmiş, geçmişten çok daha büyük ölçüde döviz kuru değeri üretim maliyetlerini yükselten bir ülke olarak, sadece daha da güvencesiz, geleceksiz ve daha da yoksul bir işçi sınıfını rekabetçi güç olarak dünyaya pazarlamaya niyetleniyor. Gerçekten dünyada en uzun çalışma saatleri ile rekor üstüne rekor kırıyor. İşçilerin çok önemli bir kısmı asgari ücretli durumda olmasıyla da. Bu haliyle markaların dünyanın dört bir yanına uzanan üretim zincirlerinin en korkunç şartlarla üretim yapıldığı Bangladeş ve benzeri ile rekabet edebilir durumda. Bangladeş modelini 2013 yılında içindeki ünlü markaların fasonlarının olduğu atölyeler çalışırken çöken ve 1138 işçinin hayatlarını kaybetmesine neden olan Rana Plaza felaketi ile somutlaştıralım.“(41 Yıllık Ama Yeni, Nevra Akdemir, Yeni Özgür Politika).

Sorularımıza yanıt vermeye çalışalım. Bangladeş modeli deyince, sokaklar Latin Amerika varoşları deyince zaten asgari ücret ülkesi Türkiye’nin nasıl bir şey olacağının yanıtını vermiş oluyoruz. Ama biraz daha açalım.

1.Kuralsız, sermayenin istediği gibi işyerini örgütlediği, sağlık ve güvenlik önlemlerinden uzak işyerleri.

2.Güvencesiz, işten atılma korkusunun, baskı, şiddet, polis zoruyla kıyaslanamayacak kadar daha belirleyici bir korku olduğu bir emek rejimi.

3.Çalışma saatlerinin artması ve yoğun çalışma, işsizlik korkusu ile birleşince strese bağlık sağlık sorunları, uyku düzeninin bozukluğu, beslenme bozukluğu bunlara bağlı pek çok sağlık sorunu. (Depresyon, kalp vb.)

4.Örgütsüz, güvencesiz, yoğun ve uzun çalışma ortamında iş güvenliğinin hiçe sayılması, devlet denetiminin sıfırlanması, daha fazla “iş kazası” ve iş cinayeti.

5.Özellikle bira gibi Avrupa emekçi sınıflarının ve geçmişte Türkiyeli emekçilerin gündelik yaşamında içtikleri ve normal tüketiminde herhangi bir zararı olmayan alkollü içeceklerin aşırı pahalanması sonucu sentetik uyuşturuculara yönelme. (Üç bira bir fıstık fiyatına, sinir sistemini tahrip eden bir sentetik uyuşturucu ile sabaha kadar beynini uyuşturan genç emekçiler)

6.Sokakta ve evde şiddet, artan suç oranları, Latin Amerika’da 90’ların arka sokaklarına benzer güvencesiz sokaklar, tüm bu şiddetin en büyük mağduru kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’lar.

İçiniz sıkıldı biliyorum. Birazcık içimiz sıkılsın, ama iki haftadır meydanlardaki on binlerce emekçiye ve onların temsilcilerine bakınca da içimiz ferahlasın. Bu ülke asgari ücret ülkesi olmayacak, ben başını söyleyeyim, gerisini siz tamamlarsınız: Lale devri nasıl bittiyse…