İstanbul’da o veya bu şekilde ölmek çok kolay. İş cinayetinde, hafriyat kamyonu cinayetinde, silahlı saldırıda, terör saldırısında vs. vs.
İstanbul’da ölmek, işçiyseniz daha da kolay.
Şimdi sözü biraz uzatalım, ama sıkmadan meramımızı anlatmaya çalışalım. Biraz tersten gidelim. Aşağıdaki alıntı geçen Cumartesi günü andığımız Yapı İşçileri Sendikası efsane başkanı İsmet Demir’in “Anılar-Deneyler” kitabının girişinde, arkadaşları tarafından yazılan önsözden alıntı:
“Bugün, en kenarda köşede kalmış proleterler bile sendikalar hakkında bir fikir sahibidir. Gücü yetmezse bile, sendikalaşma gereğine inanır, onun yararlarını bilir. Hâlbuki 1960-70 arası, özellikle yapı işçileri gibi proletaryanın nispeten geri zümreleri arasında bir “sendika” kavramı bile yoktu. Olanlarda da sendika demek, devlet dairesi gibi bir şey demekti. Çalışmanın başlıca ağırlığı sendikanın ne olduğunu, gereğini, yararlarını anlatmak, göstermek noktasında toplanırdı.”
…
Bugün bu görevler büyük ölçüde aşılmıştır. Artık sendikalaşmanın gereği ve yararları biliniyor…”
Ne kadar iyimser sözler. Bugün bu iyimserliğin çok ama çok uzağındayız. Hele ki İstanbul’da.
Türkiye’de Sendikalaşma oranı %12, sendikalara üye olan işçilerin yarısının TİS hakkından faydalanabildiği bir gerçek. Bu oranın bu kadar “yüksek” olmasında Memur Sen ve Hak İş’in hormonlu büyümesi de var kuşkusuz. Öte yandan, sendikalaşmada cinsiyet eşitsizliği de altı çizilmesi gereken bir olgu, erkeklerde %13 oranında sendikalaşma varken bu kadınlarda %8’e düşüyor. Ancak ilginç bir nokta sendikalaşma oranı İstanbul ilinde %7,8’e kadar düşüyor. Hatta bu haliyle İstanbul 81 il içerisinde 76. sırada. Halbuki İstanbul ticaret üretim ihracat vb. birçok ekonomik veride tartışmasız 1.sırada, Türkiye’de hizmet sektörünün istihdamdaki payı İstanbul haricinde %51 iken İstanbul’da bu oran %67’dir. Aynı zamanda cinsiyete göre bakıldığında daha da ilginç veriler çıkmaktadır. İstanbul harici Hizmet sektöründe çalışan kadınların ortalaması %41 iken bu oran İstanbul’da %75’e çıkmaktadır. Tüm bu verilere baktığımıza İstanbul ilinde sendikalaşmanın düşük oranını ne ticaret ya da kapitalist gelişmedeki geriliğe, ne eğitim düzeyinin düşüklüğüne, ne de coğrafi olarak dağınıklık ya da toplumsal ilişkilerin zayıflığına bağlayabiliyoruz (Türkiye İşçi Partisi İşçi Konferansı Belgeleri).
Sendikalaşma oranı giderek düşüyor,
İstanbul’da sendikalaşma oranı daha da düşüyor,
İstanbul’da çalışan emekçiler içinde sendikayla tanışanların oranı çok düşük,
Şimdi başka verilerle yola devam edelim;
İş cinayetlerinde yaşamını yitirenlerin %98’i (yüzde DOKSAN SEKİZ) sendikasız!
Tüm bu tabloya, her yıl 22-23 yurttaşımızın hafriyat kamyonu ile yaşamını yitirdiği İstanbul’da 2018 yılında 226 işçinin yaşamını yitirdiğini de ekleyelim!
İstanbul’da yaşamını yitiren işçilerin TAMAMININ SENDİKASIZ olduğunun da altını çizelim!
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG); İstanbul İş Cinayetleri Raporu’nda çarpıcı veriler sunuluyor. 224 “kaza”, 2 “meslek hastalığı” ve toplam 226 kardeşimizi geçen yıl yitirmişiz. İSİG’in toparlayabildiği verilere göre, 2017’de bu sayı 230, 2016’da ise 262 imiş. Rapordaki ifadeler şöyle:
“İstanbul, ülkemizde en çok iş cinayetinin yaşandığı şehirdir. Her yedi iş cinayetinin biri İstanbul’da gerçekleşmektedir. Şehrimizde sigortalı sayısına göre işçi ölümüne bakmak bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü İstanbul’un nüfusu dahi tam olarak bilinmemektedir, gerek iç göçün ve gerekse dış göçün boyutları devasa durumdadır…
İstanbul bir işçi şehridir. Türkiye’de ölümlerin dörtte birini tarım işkolu oluştururken İstanbul’da tarım işkolunda ölümler yok gibidir (Üç balıkçı ölümü var). Bütün bu tablo, İstanbul’u İSİG mücadelesinin de kalbi yapmamızı gerektirmektedir...
…
İşkollarına göre baktığımızda İstanbul’da yapı ve inşaat işlerinde iş cinayetleri toplam ölümlerin beşte ikisi oranındadır. Diğer yandan ülkemizde de inşaat işkolundaki ölümlerin beşte biri İstanbul’da yaşanmaktadır. Bu anlamda şehrimiz şantiye alanı haline gelmiştir ve iş cinayetlerine karşı mücadelede inşaat işkolu ön plandadır.”
İstanbul’un güvensiz bir dev şantiye haline getirilmesi, beton mikseri, hafriyat kamyonu ölümleri ile birlikte inşaatlarda da ölümleri beraberinde getiriyor, tablo bunu gösteriyor. İnşaat işin içine girince, kayıt dışılık, göç olgusu işin içine girince göçmen mülteci işçi ölümleri de kendisini gösteriyor. İş cinayetlerinde ölen göçmen/mülteci işçilerin geldikleri ülkelere baktığımızda, 8 Afganistanlı, 4 Suriyeli, 4 Türkmenistanlı, 3 Pakistanlı, 2 Azerbaycanlı, 1 Özbekistanlı, 1 Rusyalı ve 1 Ukraynalı işçi yaşamını yitirmiş, ölen göçmen işçilerin yüzde 22’si İstanbul’da yaşıyormuş, kuşkusuz bu konuda veri toplayabilmek bir hayli güç. Örneğin Kafkasya ve Uzak Asyalı göçmenlerin durumu kısa dönem vize aldıkları için çok daha zor, bu işçiler dönemiyorlar, kaçak kalıyorlar ve her türlü sömürüye, istismara açık hale geliyorlar, başlarına gelenleri saptayabilmek hemen hemen imkansız hale geliyor.
“Hey sen ne güzelsin kavgamızın şehri” ifadesini İstanbul’a güzelleme, romantik devrimci bir ifade olmaktan çıkarmak, gerçekten işçilerin yaşam hakkını savunmak için mücadelede en başlara yazabilmek gerekiyor…