Gezi’nin mirası yahut sosyal talepler üzerine

En başta başlığımızı reddedelim: Gezi’nin bir “mirası” olmaz; daha doğrusu henüz olamaz....

Henüz süren, halen içinde bulunduğumuz tarihsel bir “an” ile ilgili olarak bir mirastan değil ancak bugün ile bağını kurmaya çalıştığımız bir gelecekten, bu geleceğe ilişkin görevlerimizden söz edebiliriz.

Tüm toplumsal taleplerin birikip birikip neden Gezi Parkı’nda “üç beş ağaç siyaseti” sürdüren, sınıf siyasetini kent merkezindeki müşterek bir kamusal mekan bağlamında direnişe dönüştüren çok sınırlı sayıda insanın açtığı bir mecradan aktığına “fikri hür vicdanı hür” bir biçimde yanıt aramak gerekmez mi?

Haziran 2013 öncesinden sahip olunan “yanıtlar” için uygun sorulara (!) sığınmamak karşımızdaki devasa görevlere talip olunabilmesinin ilk adımıdır.

Gezi’de patlak veren isyanın niteliğini pek çok toplumsal talebi peşi sıra sayarak tanımlamaya çalışmanın bir adım daha ilerisine gidebilir miyiz?

Gezi Direnişi anti-otoriter, muhafazakar piyasacılığa ve onun rıza devşirme mekanizması olan temsili demokrasiye açık bir itiraz niteliğindedir.

Haziran’da ayağa kalkan, İslami referansları daha otoriter ve mutlak olarak piyasacı bir hükümetin yurttaşlıktan kaynaklanan tüm haklarını neoliberal otoriter yeni bir rejim inşası yolunda adım adım ellerinden aldığını –adını böyle koymasa dahi-  artık izlemek istemeyen insanlardır.

Gezi’de uzun yıllar sonra yeniden kazandığımız teker teker insanlarımızda ve o insanlarımızın yan yana gelmesi ile oluşan kitlelerde kurtuluşun bir kurtarıcıdan gelmeyeceğine, birlikte mücadele edilirse birlikte kazanılabileceğine ilişkin bir (öz)güven yaratmış olmasıdır.

Doğrudur, AKP'nin bir parti devlete, millletin şefi ümmetin lideri şiarında ifadesini bulan dönüşmesinden kaynaklanan olanaklarını da akılda tutarak temsili demokrasi mekanizmalarını da zorlamak, parlamenter demokrasinin olanaklarını küçümsememek, bu düzeydeki mücadeleyi de iş listemizin üst sıralarında tutmak her zamankinden daha çok bir zorunluluktur.

Bu yaygınlık, kitlesellik ve militanlıktaki bir hareketin önümüzdeki dönemde temsili demokrasi mekanizmaları içerisinde soğurulması oyunun tam da Erdoğan’ın kurmak istediği zeminde kurulmasına razı olmak anlamına gelecektir.

Emeği ile geçinen yurttaşların isyanı kendisini müşterek bir kamusal alana sahip çıkarak, beden ve mekan politikaları üzerinden hayatları üzerinde tahakküm kurmaya çalışan ahir zaman diktatörlüğünün (parti devletinin) karşısına meşru ve militan bir mücadele ile dikilerek gösterdi.

Gezi, ancak karşıtlarının kendisini hapsetmeye çalıştığı kültürel duvarları aşabilirse bir geleceğe sahip olabilecektir.

Halkların aşağıdan kardeşleşmesinde ısrar ve AKP parti devletinin kendi tapulu alanı saydığı mavi yakalı emekçilerle, geniş yoksul yığınlarla sosyal talepleri Gezi’nin bugünü ve geleceği için vazgeçilmezidir.

Gezi ancak kendisini yaratan emeği ile geçinen yurttaşların her gün, her yerde siyaset yapmasının artarak sürdürülmesi, emeği ile geçinen yurttaşların mücadele ve taleplerinin “yüksek siyaset” sahnesinde tayin edici olması ile sürebilir.

Tüm diğer bahisleri bir an için  olsun ihmal edelim, bir yeşil alana, bir deprem toplanma alanına özgülenmesi gerektiğine kuşku bulunmayan Ali Sami Yen Stadı (ve hemen yanındaki Likör Fabrikası) arazisinin eşsiz karlar sağlanması için teslim edildiği Torunlar İnşaat tarafından sınıf kardeşlerine mezar edilmesinden sadece iki gün sonra İstanbul’un şu an için en büyük şantiyesinde, İkitelli’de binlerce işçi ayağa kalktı, hiç de nazik (!) olmayan bir biçimde haklarını talep etti...

Ve uzun süredir çok sık rastlamadığımız, beklenmedik bir biçimde çok kısa bir sürede haklarını aldı, örgütlü gücünün de tanınmasını sağlayan bir “kağıdı” neoliberal devletin kuralsızlık cennnetinde semiren sermayedarlara imzalattı!!!

Burada duralım, Mecidiyeköy’de ölen işçilere kent merkezinde derhal sahip çıkan, nerede ise sabaha kadar işçi kardeşlerini sahiplenen ve toplumsal formasyonun tümünde iş cinayeti maktullerini sahiplenen o “Gezici” kararlılığın  yarattığı etkiyi kayıt altına alalım.

Hak aramayı bir mızmızlanma hali, bir tür dilekçecilik olarak görmeyen; hakkını almak için her yolu, hak arama yolunu kullanmayı sadece kendi tekil çıkarı için değil toplumun müşterek çıkarları için de bir görev bilen bu yeni yurttaşlık bilincinin nelere gebe olabileceğini ya da nelere ebelik edebileceğini -ahir zaman skolastiklerine kulak asmadan-  konuşalım.

Yeni bir yurttaşlık bilinci yeni bir sınıf bilinci ile yoğrulduğu zaman; “Gezi” AKP’nin yıkılmaz kalesi sandığı o kültürel duvarı sosyal taleplerle hemhal olarak aştığı zaman bir geleceğe sahip olabilecektir.

Aksi, ancak reddi miras olacaktır...