Dünyamızın gizli sahiplerine…

“Dünya Tarihi” raflarında yer alan türde kitapların istisnasız hepsinin geri planında materyalist tarih anlayışına bir düşmanlık, en azından ciddi bir mesafe olduğunu söylemek mümkündür.

Geçenlerde sosyal medyada paylaşıldı: Türkiye’de bir kitabevinin, üstünde “Dünya Tarihi”  yazılı raflarında sergilenen kitapların hemen hemen hepsi “Dünyanın Derin Devleti: İllimunati”, “Düzenin Şifreleri”, “Küresel Gizli Örgütler”, “Kıyamet Planı” gibi adlar taşıyordu. Kitabevinin bu “Dünya Tarihi” raflarını görüntüleyen kişi olsa gerek, “Türklerin kafasının komplo teorileriyle fazlasıyla karışmış olmasına şaşırmamak gerekir” notu düşmüştü.

***

Yıllar öncesine gidelim.

Bugün hayatta olmayan önemli yazar, çevirmen ve yönetmenlerimizden Attila Tokatlı bir zamanlar yukarıda örneklenenlere göre çok daha “masum” sayılabilecek bir derleme yapmıştı: “Eski büyücülerden çağdaş darbecilere gizli örgütler.” Elimizde olan bu kitapta yayınevi (Gezegen Yayınevi) ve basıldığı matbaa (Bilgi Basımevi) belirtilmekle birlikte basım tarihi hakkında herhangi bir bilgi bulunmuyor. Daha sonra, 1997 yılında Bilgi Yayınevi tarafından yeniden basıldığını öğreniyoruz.

Kitabın girişinde Tokatlı tarafından yapılan bir açıklamadan derlemenin serüvenini de öğrenmiş oluyoruz. Şöyle: “Gizli Örgütler, sevgili dost Fethi Naci’nin ‘100 Soruda’ dizisi içinde yer alacaktı. Ancak kitap bitince görüldü ki, gerek öz gerekse işleniş bakımından, yerleşik bilim anlayışının dışında kalmaktadır; ve bu haliyle, ‘100 Soruda’ dizisinde yayınlanmış öbür eserlerin ortak özelliğini meydana getiren saptamacı nesnelliğe aykırı düşecektir.”

“Yerleşik bilim anlayışı”, “saptamacı nesnellik”…

Hımmm…

***

Yukarıdaki iki örnekten hareketle gelmek istediğimiz nokta şu:

“Mistisizm” ve türleri,  küresel kapitalizmin 1990 sonrası saldırısına özellikle bilim, kültür ve ideoloji gibi alanlarda eşlik eden postmodernist dalganın ayrılmaz parçasıdır.  Bugün hala yaygın olduğu söylenebilecek türlü çeşitli komplo teorileri de bu dalganın sonuçları arasındadır.  Ne kadar “bilinçli yapıldığı” ne kadar “kendiliğinden geliştiği” ayrıca tartışılabilir; ama sürecin kendisi her halükarda aynı sonuca işaret etmektedir: Tarihin materyalist kavranışının ve yorumunun giderek geri planlara ittirilmesi…

Tokatlı, zamanında kendi çalışmasının bir kitap dizisi için uygun bulunmayışını “yerleşik bilim anlayışına” ve “saptamacı nesnelliğe” bağlılıkla açıklarken materyalist tarih anlayışına savaş açma gibi bir niyet taşıdığını sanmıyoruz.  Ama bugün niyet öyledir: “Dünya Tarihi” raflarında yer alan türde kitapların istisnasız hepsinin geri planında materyalist tarih anlayışına bir düşmanlık, en azından ciddi bir mesafe olduğunu söylemek mümkündür.

***

“Komplolar” gerçek, “komplo teorileri” ise hayalidir.

Komplolar gerçektir; çünkü dünyamızda ülkelerdeki siyasal rejimleri, iktidarları, siyasal ve ekonomik yapılanmaları kendi çıkarlarına göre şekillendirmek isteyen ve bu amaçla çeşitli yollara başvuran odaklar vardır. Ancak bu odaklar, birtakım gizemli misyonlar adına ya da “kafalarına göre” hareket etmemekte, ülkelerdeki siyasal durumlardan hareketle müdahaleler planlamakta ve uygulamaktadır. “Komplo teorilerinde” ise tanımı çoğu kez müphem çevrelerin, sınıf mücadelelerinden ve bu mücadelelerin oluşturduğu/oluşturabileceği “tehditlerden” büsbütün bağımsız, başka her şeye, bu arada tarihe de aşkın gizemli misyonları söz konusudur.

Tokatlı’ya dönersek, örneğin Almanya’da Nazilerin ortaya çıkıp yükselişinde birtakım kaçık düşünürlerin, “ebedi buz teorisinin”, Nazilerin kendine özgü mistisizminin elbette payı vardır; ama bunların hepsinin bir boşluğa doğmayıp kapitalizmi başka ülkeleri aşma çabasındaki, zamanında bir proleter devrimin eşiğinden dönmüş, Versailles Anlaşması ile aşağılanmış, halkı büyük sefalet yaşamış, acılar çekmiş bir ülkede ortaya çıktığı da bir gerçektir.

Bu son söylenenler “yerleşik bilim anlayışını” yansıtıp “saptamacı nesnelliğe” dayanıyorsa, öyledir…

Başka nasıl olacaktı ki?

***

Türkiye’ye gelirsek…

“Dünyamızın gizli sahipleri” 2002 yılında AKP’yi iktidara getirdikten bir süre sonra gidişatı beğenmeyip AKP’yi geriletme ve restorasyon adına bula bula Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ve Muharrem İnce’yi bulmuşlarsa…

Bu odakları gözde fazla büyütmemek, o kadar da dert etmemek gerekir…