Can Atalay'a mektup

Mutlaka yeniden sarılacağız birbirimize. O güne hazırlıyoruz kollarımızı, göğsümüzü.

Sevgili Kardeşim Can,

İçeriye mektup yazmak her zaman zor geliyor bana ama biliyorum ki, dışarıda akıp giden cümleler ile içeride kurulan cümleler birbiriyle ne kadar ayrı kalırsa, o kadar büyür mesafe.

Mesafe büyüdükçe yabancılaşır insan içinde bulunduğu gerçeğe.  Kendimize yabancılaşalım diye etrafımıza örülen o duvarları insan bir kez görmezlikten gelmeye, o duvarı aşmanın bir yolunu düşünmemeye görsün. Kendi hapishanesini de yaratmış olur bir biçimde.

Bu yüzden dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya akan her cümle kıymetlidir. Çevremize örülen duvarları aşmayı denemenin, bir delik açmanın yolu yordamı içinde kalan herkes Can’dır, dosttur.

Ha bugün, ha yarın derken geçen günler, aylar, hay huylar ve boşa çekilen o kürek hissi, hayatın, siyasetin, arkadaşlıkların birbirini kambur bırakan yükü ve umut ve inat, insana dair ne varsa yani, yalan yok karmaşığız biraz ama aşılmaz değil. Aşacağız hepsini.

“Bugünler geçer” sözünü çok severim. Teselli etmesinden değil, içinde bir iddia taşımasından dolayı. İnsanın bir sözün, cümlenin içinden kendisine çekip aldığı şey neyse, aradığı da odur ya biraz, öyle işte…

Uzak yerlerde karşılaşmaların, kısa buluşmaların en çok görüntüsü kalır geriye. Çok etkilendiğimiz filmlerin bazı kareleri gibi. O görüntüler bazen tebessüm ettiriyor, bazen hüzünlendiriyor ama en çok gururlandırıyor.

Aklımda kalmış; “E ne diyorsun, ne olur” deyişin. Konu belli, içeride yine bizimki. “Öyle mi olur, böyle mi olur” derken hararetlenen cümlelerin hüzne düşen yanında biriken o iç sessizlik, “ne olursa olsun ama yalnız olmayacak” der içinden. İçimizden geçen, içimizde kalmaz elbette. Yalnız olmayacağının güveni kadar güç veren o duygudan daha büyüğü yok sanırım. Ya da ben en çok bu duyguyu seviyorum.

Kızsan da, öfkelensen de, anlam veremesen de, bir mantığa oturtamasan da bilirsin içeride olmanın, hepsinin ötesinde bir anlam taşıdığını. İçeride olanın duygusuna, sözüne dost olmanın ilk kuruladır bu. Bizi, bizleri bir araya getiren, bir arada tutan şey yani.

Cezaevi önünde, mahkeme salonlarında, dayanışmada, işçi grevlerinde, insan hayatının hiçe sayılıp yok edildiği her alanda hakiki olarak kalmak, acıların önüne geçmeden, yaşanılanın üstünde gözükmeden durabilmek, dirayeti, adaleti ve en önemlisi insan kalma erdemini sarsmadan, kırıp dökmeden taşıyabilmek herkesin harcı değil malum. Ben “malum” kısmında durup baktığımda olan bitene, “iyi ki tanımışım, tanışmışım” diyorum durduğun yerle.

İçinde özlem geçmeyen mektup eksiktir elbette. Özlemimizi, özlemlerimizi ifade etmeyi saklamanın tedrisatından geçmiş bir kuşaktan olan bizler için “zor” bir hal bu.

Ağız dolusu “özlendin” diyorum özcesi…

Kulaklarını çınlatıyoruz bolca. Öyle haybeye değil…

“Evet, nerede kalmıştık” diyerek, yeniden ve yeniden, yaşatılanların notlarını tutuyor, paylaşıyoruz. “Boşuna çekilmedi” demenin en iyi yolunun bir arada durmak olduğunu bilenler olarak hiç de az değiliz.

Bir şeyin ağrısını hissetmenin, onunla hemhal olmanın ve bir arada durmanın iyileştirici gücüne sarılmanın nasıl bir güç yarattığını bilemez zalim olan. Biz biliyoruz.

Gerçeği biliyor olmanın saadetini, hakikate sahip olmanın meşruluğunu küçümseyen o “küçük adamlar” yarın yine olacaklar elbette ama onların yüzüne gerçeği söyleyenlerin varlığı, asla rahat bırakmayacak yakalarını.

Omurgasını çıkarıp, güç pazarlarında açık arttırmaya çıkaranların her daim başköşeleri tutacaklarını da biliyoruz lakin bir ömrü omuzlarında onurla taşımanın huzuruna asla sahip olamayacaklar.

Ve,

En önemlisi bizler gibi sevemeyecekler hayatı. 

Açığa yazdım bu mektubu. Aynı duyguları taşıyan tüm dostlar adına, bir selam olsun istedim.

Attığınız voltaların sohbetlerine, kenardan sessizce takılmış sayın bizi de.

Tüm Gezi tutsaklarına hep beraber böyle sarılalım istedik biraz.

Mutlaka yeniden sarılacağız birbirimize. O güne hazırlıyoruz kollarımızı, göğsümüzü.