Opera festivalinin ardından…

Opera festivalinin ardından…

Festival bizleri Osmanlı saraylarından devrim Paris’ine, ihtişamlı mekânlardan Antik Mısır’a kadar diyar diyar, zamanda yolculuk yaparcasına gezdirdi.

Deniz Burak Bayrak

İstanbullular için ne on gündü ama! 14. Uluslararası İstanbul Opera Festivali, 10-22 Haziran’da bir rüzgâr gibi esti geçti. Operaseverleri büyüleyen bir organizyondu desek yeridir. Dünya opera literatürünün başyapıtları, son derece etkileyici ve başarılı bir düzeyde katılımcılara tarifi zor duygular yaşattı. Devlet Opera ve Balesi Müdürlüklerinin sahnelediği altı etkinliğin yer aldığı festival; yabancı konuk solist sanatçı, koreograf ve rejisörlerin de katkı sağladığı bir şenlikti. Festival bizleri Osmanlı saraylarından devrim Paris’ine, ihtişamlı mekânlardan Antik Mısır’a kadar diyar diyar, zamanda yolculuk yaparcasına gezdirdi.

GALA, ÜNLÜ ARYALARLA YAPILDI

Bu yıl festivalin repertuvarı hayli büyük ve zor yapıtlardan oluşuyordu. Açılış Gala Konser ile başladı. Konserde, solist sanatçılar; soprano Burcu Uyar, mezzosoprano Perihan Asude Karayavuz, tenor Efe Kışlalı ve bas Burak Bilgili, ünlü bestecilerin seçkin opera eserlerinden örnekler seslendirdiler. Verdi, Bizet, Rossini, Puccini, Handel, Lehar, Offenbach’ın aryalarının seslendirildiği konserde, Orkestra Şefi Murat Kodallı yönetimindeki, İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası solistlere eşlik etti. Perihan Asude Karayavuz’un hakiki bir Carmenmişçesine seslendirdiği aryalar salondan uzun süre alkış aldı. Kırmızı elbisesi bu akşama bu yakışırdı dedirtti.

Konserin ardından şölen, repertuvarların vazgeçilmezi, Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma”sı ile sürdü. Sezon içerisinde Süreyya Operası’nda izleme şansı bulduğum tenor Ufuk Toker; mükemmel sesi, güçlü yorumuyla bende bir kez daha hayranlık uyandırdı. Belmonte rolünün hakkını fazlasıyla verdi.

AŞK VE FEDAKÂRLIK: LA TRAVIATA

Programı incelediğimde göreceğim için beni en çok heyecanlandıran yapıtlar La Traviata ve Aida olmuştu. Festivale ilk kez katılan İzmir DOB tarafından sahnelenen La Traviata heyecanımı boşa çıkarmadı. Fransız yazar Alexandre Dumas’nın ünlü eseri Kamelyalı Kadın romanından esinlenerek oluşturulan, bestesi Giuseppe Verdi’ye, librettosu Francesco Maria Piave ait olan yapıt muazzam bir aşk ve fedakârlık öyküsüydü. Violetta rolündeki Eylem Demirhan Duru; ses rengi, rol yeteneği ve sahne hâkimiyeti ile aşkı ve acıyı iliklerimize kadar duyumsattı. Özellikle birinci perdedeki dekor ve kostüm nefes kesiciydi. Dekor sorumlusu Kaan Güreşçi ve kostüm sorumlusu Gülay Korkut Dinç’in işlerinde ne ölçüde yetkin, titiz ve dikkatli oldukları açık seçik ortadaydı. Bununla beraber festival boyunca ışığın da en etkileyici kullanıldığı İş La Traviata idi. Müfit Özbek de özel bir alkışı hak ediyor.

DEVRİM PARİS’İNE GİDİYORUZ!

Baştan belirtmeliyim ki Fransız İhtilali sıralarında yaşanan bir aşk hikâyesini anlatan Andrea Chenier programın diğer yapıtları kadar coşku uyandırmadı. Özellikle ilk perdede sanatçıların seslerini duymak biraz güçtü. Ankara DOB’un İtalyan besteci Umberto Giordano'dan sahneye koyduğu opera özellikle teknik imkânlar kullanılarak sahneye indirilen mektup ve devrimin olmazsa olmazı giyotinle sürpriz yaptı. İlk perdedeki bale kesiti ise son derece naifti. Bunların yanında dekor ve kostümün tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gecenin en büyük şansı ise idealleri uğruna genç yaşta ölüme mahkûm edilen şair Andrea Chenier rolünde dünya sahnelerinde pek çok opera evinde sahneye çıkan ünlü İtalyan tenor Ivan Defabiani’yi dinlemek oldu.

VE AIDA…

Bir opera festivalinin kapanışı ancak bu kadar büyük ve sükseli olabilirdi. Biletleri saatler öncesinde tükenen gecede AKM Türk Telekom Opera Salonu’nda boş koltuk yoktu. İnsan, yaşadığımız sıkıntılı günlerde sanata, operaya kıymet veren bir kitle olduğunu görünce heyecanlanıyor. Bunda elbette en büyük prodüksiyonlardan biri olan Aida oluşu su götürmez bir gerçek. Ankara ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürlüklerinin ortak sahneledikleri ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün en büyük prodüksiyonlarından biri olan Aida, İtalyan besteci Giuseppe Verdi’ye ait. İlginç de bir yazım öyküsü var. Mısır’daki kazılarda bulunan tabletlerde yazılı bir aşk faciası Verdi için mükemmel bir konu oluşturuyor. Evren Ekşi “Aida”, Efe Kışlalı “Radames”, Jaklin Çarkçı “Amneris” rollerinde izleyenlere gerçekten Antik Mısır’ı yaşattılar. Sanatçılar gerek solo gerek düetlerde işlerinin ne derece ehli olduklarını sahneden haykırdılar. Evren Ekşi’nin sololarındaki Tanrılara yakarışları, Jaklin Çarkçı’nın üzerine oturan, reddedilen bir saraylı kadının acı ve intikam arayışı karşısında ellerimiz acıyana kadar alkışlamaktan başka bir şey yapamadık. Antik Mısır saray ve tapınaklarından esinli, hiyerogliflerle dolu dekorsa özel bir başarı öyküsü. Geniş kadrosu ve döneme uygun kostüm ve aksesuvarlarsa olayı tam anlamıyla tamamlıyordu. Muhteşem müzik, dans, dekor ve kostümlerle Antik Mısır’ı sahneye taşıyan ve Romalı komutan Radames ile tutsak Habeş Prensesi Aida'nın imkânsız aşkının öyküsü MDTİst dansçılarının etkileyici koreografisi ile renklendi.

DAHA FAZLA