Herkes çanta taşımalı

Herkes çanta taşımalı

“Hayır, işkencenin ağırlığı değil, iradenin gücü önemli olan…”

Selin Erhan

Yarın Bizimdir Yoldaşlar kitabı, bu toprakların çok tanıdık olduğu bir hikayeyi anlatır. Portekiz’de diktatörlüğe karşı verilen mücadelenin birkaç neferini anlatan romanda anlattığı insanların gerçek isimlerinden bir haberiz. Hepsi takma isimdir. Geçtikleri yolları bilmeyiz. Hepsi bizden binlerce kilometre uzaktadır ama iyi bildiğimiz bir hikayeyi anlatır. Kitabı okuduğumuzda edebi bir hazdan ziyade tanıdığımız bir yüzü görmenin verdiği güveni tadarız. Çünkü Vale De Egua’da da Taksim’de de aynı savaş sürer. Grevler, saatlerce süren toplantılar, Vaz’ın bisikleti, işkenceler, aşklar, ihanetler… Hepsinin içinde bulunduğumuz savaşta bir yeri vardır. Yarın Bizimdir Yoldaşlar romanı bu savaşın bir partisinin örgütünü göstererek o savaşı bize düşündürür.

Parti üyelerinin mücadeleden öğrendikleri ve bir kanun olarak benimsediği davranışlar vardır. Çünkü tüm örgütler, mücadele ettikleri dünyayı belirli bir çerçeveyle okurlar, buna yönelik bir mücadele şekli geliştirirler. Bunu yaparken de bu mücadele şeklinin güvenliği ve tekrarı için bazı alışkanlıklar ortaya koyarlar. Yarın Bizimdir Yoldaşlar kitabında da yeraltı faaliyeti yürüttüklerinden dolayı bu alışkanlıkların çok daha kanunlaşmış halini görüyoruz. Tıraşsız, pis, özensiz bir görüntüyle gezmemek, saçını taramak, çok uzun yollar haricinde yaya gitmek bu alışkanlıkların arasındadır. Parti üyesi Afonso bu kuralları yerine getirmez, illegal faaliyetteyken ailesini görmeye gider, diktatör ajanlarının fazlaca orada olduğunu bile bile trene biner. Bunları yaparken ise sadece kendisini düşünür. Önemli olanın bu kuralları uygulayıp uygulamaması değil yoldaşlarının öğrenmemesi gerektiği olduğunu söyler. Partinin, yıllarca verdiği mücadeleden öğrendiği kolektif bilinci reddeder. Belki trene bindiği için kaç yoldaşının yakalandığını veya saçı dağınık olduğu için kaç kişinin ilgisini çektiğini düşünmez. En büyük hatasını ise bunların kendisiyle ilgili olduğunu düşünerek yapar.

“Evet, hiçbir yanılgı yoktu. Afonso gizliliği baştan beri saçma buluyordu. İllegal yaşam kurallarını sık sık çiğniyordu: Bir gün tıraş olmamış, ertesi gün kızılcık koparmış, arkasından yanlış taşıt aracına binmişti. Çok geçmeden böyle davranmayı bir kural haline getirmişti.”

Bu kurallara cephe alarak Afonso yalnızca kendi egosunu tatmin etmiştir. Çünkü bütün bu kuralların iki özelliği vardır. Biri, geçmişte insanlar bu alışkanlıkları kan aktığı, bir tehlike oluşturduğunu görerek zor yoldan öğrenmişlerdir. Bunları çiğnemek kişinin yalnızca kendisi için değil o örgütün alaşağı olmaması için kritiktir. Ayrıca bizi saran bu sistem, herkesi rezil bir geleceğin parçası etmekte bizden çok daha manipülatördür. İkna araç ve yolları ustalaşmıştır. Dolayısıyla bir gün içerisinde yapılan toplantılar, görüşmeler, davranış tekrarları bireylerin mücadelede kalması için önemli formüllerdir. Afonso, örgütlü yaşamından daha önemlisi, bütün organizmayı, düzeni, işleyişi tehlikeye atmıştır. Afonso o örgütün içindedir. Evleri, faaliyetleri, kişileri, bir yerden bir yere giderken kullanılan yolları, iş yerlerindeki ilişkileri biliyordur. Yani kendi hayatı sandığı ve bunu sanarak uymadığı kanunlar, aslında kendinin de içerisinde oluğu kendinden çok daha büyük bir cepheyi korur. Fedakarca, cesurca, yiğitçe benimsediği mücadeleyi bencilce ve çocukça tavırlarıyla tehlikeye atmıştır.

Devrimciliğin ne oluğunun elbette bir tanımı yapılabilir, hakkında tartışmalar sürdürülebilir ama bu dünyayı değiştirme iddiasına sahip olan insanların ne yaparlarsa devrimci sayılacaklarının her zaman ve yerde geçerli bir yanıtı yoktur. Elbette solun topluma oranla daha fazla okuma, yazma, araştırma alışkanlığı olduğu, cesur, fedakar, karşılarına çıkan engelleri aşma eğilimleri gösterdiklerini reddedemeyiz. Ancak daha spesifik bir tartışmadan bahsediyorum. Dünyayı değiştirmek gibi genel bir iddiadan özeline inelim. Sosyalist bir Türkiye’yi kuracak olan kuşakların, ekiplerin, kadroların en önemlisi kendini buraya hazırlayan gençlerin nasıl bir devrimci anlayışa ve bu anlayışın vuku bulacağı hangi alışkanlıklara sahip olması gerekir?

Bu yazının bu soruya tam anlamıyla cevap olabilecek bir kapasitesinin olmadığının bilincinde olarak, devamını getireceğimiz roman yazılarında bu soruya yetkin, güncel ve işlevli bir cevap bulabilmeyi umuyoruz. Aynı zamanda gayemizin kapsamı çok daha günümüzde örgütsüz genç kitleleri kapsıyor. Bu sistemle yüzleşirlerken yaşadığımız travmalar sonucu oluşturduğumuz çürük anlayış ve alışkanlıklarla kavga etmek ama bu kavgayı küstürücü değil birleştirici bir sonuca ulaştırmayı istiyoruz.

Konumuza dönelim. Bu kuralların ikinci özelliği ise insanı her tekrarda yeniden örgütlemesidir. Yaşadığımız dünya bizi yalnızlaştırmak, sorunlarımızla omuz omuz mücadele etmemizin önüne geçmek için her şeyi yapar. Biz de bu saldırıya karşı bir araya geliriz, haklarımızı, taleplerimizi hep birlikte sloganlarla haykırırız. Ancak kapitalizmin bu saldırıları, ikna mekanizmaları biz evimizde yalnızken de işlemeye devam eder. Romanın baş karakterlerinden Vaz, yoldaşlarıyla her gün bir araya gelmek, her gün eylem yapmak gibi olanaklara sahip değildir. Ancak her gün tıraş olarak, yorgun olsa bile trene binmek yerine bisikletinin pedallarını çevirerek inancını tazeler, mücadelenin devamı için gerekeni yaptığını bilir ve uzakta bir yerde yoldaşlarının da aynı davranışları tekrarladığına emindir. İşte bunun sayesinde birlik yalnızca omuz omuza gelerek değil devrimci inanç ve siyaset ile kurulmuş olur. Kapitalizme karşı ancak böyle bir birlik kazanabilir. Bu sefer de sorumuza geri önelim, günümüz ve ülkemizde bu birlik nasıl sağlanır? AKP’nin karanlığından kurtulmak isteyen binlerce genç nasıl bir birlik içinde başarıya ulaşabilir?

Vaz dostumuzun da dediği gibi: “Yarın büyük zaferlere varmak için bugün yenmek gerekir.”

AKP, içinde kendisi dışında kimsenin yaşamak istemeyeceği bir ülke yaratmak istiyor. Ne eğitimimiz eğitim ne de ilerde yapmak isteyeceğimiz mesleklerin meslekliği kalmış durumda. Gözünü AKP’yle açmış bizler için içimizde oluşan his, bu ülkeyi sevmemek, kaçıp kurtulmak istemek eğiliminde. Gerçekten de etrafımızdaki herkeste bir kaçma isteği hakim. Ancak biz bir savaşın içindeyiz ve Sun Tzu’nun Savaş sanatı kitabında da bahsettiği gibi bir savaşı kazanmanın en iyi yolu, karşındakini o savaşa sokmamaktır. AKP’nin bu hamlesini en açık şekliyle görmemiz gerekiyor. Ülkemizin normali AKP değil ve biz mücadele etmezsek ne AKP’yi ne de başka AKP’leri bu ülkeden kovabiliriz. Bu ülkenin kimin ülkesi olduğu konusunda anlaşmamız gerek. Burası ne bizi öldürenlerin ne de bizi istemeyenlerin ülkesi. Türkiye’yi yaratan, içinde yaşayan, büyüyen, kendisiyle birlikte bu ülkeyi aydınlığa çıkartmak isteyenler biziz. O yüzden bu ülkenin bugünü ve geleceği olduğumuzu bilmeli, her şeyden önce Türkiye’yi sahiplenmeliyiz. Başka bir ülkede başka bir hayat istemiyoruz, içine doğduğumuz bu ülkeyi kenelerden temizleyeceğiz. Ülkemizin ve kendimizin hak ettiği aydınlığa kavuşturacağız. Bunları da ancak Türkiyeli bir devrimcilik anlayışıyla yapabiliriz.

Önemli ve yıkmamız gereken alışkanlıklardan biri de bu savaşı yalnızca bize yapılan saldırılardan ibaret sanmak olacaktır. Bu bir savaştır ve iki cephesi vardır. Türkiye’de her gün işe, okula giden milyonlarca insan yalnızca AKP’nin politikalarına, zamlara ve baskılarına karşı hayatta kalmaya çalışarak bile bu savaşta önemli bir mevzi tutar. Değinmeden geçmeyelim, Türkiye’de halklar, öğrenciler, kadınlar 20 yıldır AKP’ye karşı benzeri görünmemiş bir mücadele vermiştir. Ancak bu savaşı kazanmak için karşımızdakiyle olan güç dengesizliğini eşitlememiz gerekir. Karşımızdaki oldukça örgütlü, bu ülkenin üstüne çökmekte kararlı, kendinden emin ve cesurdur. Yıllardır canla başla verdiğimiz bu mücadeleyi zafere götürmek için mücadeleyi hayatımızın merkezine yerleştirmemiz ve karşımızdakilerden daha örgütlü, cesur ve çalışkan olmamız;. AKP’nin tek düşündüğü bu ülkeyi karanlığa çevirmekken Türkiye’yi aydınlığa çıkartabilecek bizlerin bir saniye bile bu ülkeden gitmeyi düşünmememiz gerekir.

Yazıyı sonlandırırken bütün sıra arkadaşlarımıza tavsiyemiz her zaman sırt çantası taşımalarıdır. İçinde ise iki kitap; biri Yordam Kitap güncel olarak hangi romanı bastıysa o, çünkü kaybedecek tek bir dakikamız bile yoktur. Bir devrimcinin otobüste gelirken ne yapacağı, arkadaşıyla sohbet ederken hangi kitabı önereceği tekil olarak önemsiz görünse de devrimciliğin olmazsa olmaz ve devrime tutku ve sınıf kini ile yürüyenlerin ortak özelliğidir.

Son olarak yaptığı yiğitliklerle göğüsümüzü kabartan Antonio’dan bir alıntıyla şimdilik elveda edelim.

“Hayır, işkencenin ağırlığı değil, iradenin gücü önemli olan…

DAHA FAZLA